leonidov : yaman kayıhan : 23102001  
 

 

Kahramanımızın adı Leonidov. Neden bu tiplemelere 'kahraman' veya 'anti-kahraman' denir pek anlamı yok galiba, ama bu sefer bizimkinin adı Leonidov işte. Tabii Leonidov olmasının çok fazla bir önemi yok. Belki de biraz anlamlıdır bu isim, neyse ..

Hani 'düşman ayağa bakar' veya 'tepeden tırnağa' gibilerden deyimler vardır ya, ister istemez anlatmaya aşağıdan veya yukarıdan başlanacak; bu anlatımın başı da ayaklar olsun isterseniz.

Pek de kocaman ayaklar denemezdi Leonidov'unkilere. Numarası ile söylemek gerekir mi bilmem, ama galiba 44 veya 45 olmalıydı. Hoş zaten o neredeyse devasa postalların içinde kaç numara ayak olduğunu anlamak pek mümkün de sayılmazdı ya .. Postallar epeyce eski olmalıydı, ama pek de aşınmışlıklarını belli etmiyorlardı. Hatta boyalı olduklarında yenice bile görülebilirlerdi. Siz isterseniz bu postalların üzerinde şu açık renkli (beyaz demeye dilim varmadı) tozlukların da olduğunu düşünebilirsiniz, size kalmış.

Üzerinde ise ütülü gözüksün diye yukarıdan aşağıya bir dikiş izi olan, belki de üretildiğinden bu yana hiç ütülenmeyen bir pantalon vardı. Pantalonun renginin belirtilmesinin anlamsızlığının yanı sıra, paçalarının postalların içinde mi, yoksa dışında mı olduğunu da söylemek gereksiz sanki.

Böylece Leonidov'un yaşadığı zamanı istediğiniz gibi yakıştırabilirsiniz. Sözgelimi, bizim Leonidov pekala şu ünlü Napoleon Bonaparte'ın ordusunda görevli olabilir. Sahi onun asker olduğunu söylememiştim, değil mi ..? Boşverin; asker tabii. Eh, bir Fransız ordusu askeri olup da neden ismi Leonidov diye soracak olursanız bu tamamen başka bir konu. Ya da Leonidov belki de ismine layık bir Rus askeri olabilir. İsterseniz Leonidov ismini bir yakıştırma veya lakap olarak da kabul edebilirsiniz, nasıl isterseniz ?

Gelelim ceketine: Ceket açıkça daha hoş bir görünüme sahipti. En önemli özelliği de kollarındaydı: Pırpırlardan söz ediyorum tabii. Evet, Leonidov tam tamına onbaşıydı. Üstelik kıdemli. On erden, askerden, insandan o sorumluydu. Başka bir deyişle on kişinin komutanıydı. Gerçi bütün fırçaları üstlerinden o yerdi, ama iş malum on kişiye gelmeye görsün, tartışmasız o komutandı. Diğerleri bir dediğini iki etmeden dediklerini, bazan da istekleri yerine getirirlerdi .. O kadar.

Ceketinin üzerinde, belini sıkan bir de palaskası vardı ki, sorma gitsin. Silahı da bu palaskaya takılıyordu. İşte gene size kalmış bir durum: İsterseniz tabanca, dilerseniz de kılıç deyin, siz bilirsiniz. Ama şurası kesin ki bir silah bu palaskaya takılıydı. Bu onbaşılara özgü bir ayrıcalıktı. Leonidov da bunu bütün ihtişamıyla yansıtmayı pek sever, sanki her an silahına ihtiyacı olacakmışcasına sağ elinin baş parmağı genellikle palaskasına takılı dolaşırdı. Gerçi üstlerine selam vermesi gerektiği çoğu zaman bu hafif kabadayı görünümlü tavrı pek de işine yaramaz, adeta gizlemeye çalışılırdı, ama sıra astlarına, ordu kalabalığına ve hatta kendi takımına geldiğinde pek alımlı ve güçlü görünürdü doğrusu.

Sıra geldi şapkaya .. Şapka deyip geçmeyin hemen, birazcık sabrederseniz neden önce postallardan anlatmaya başladığımı, neden şapkanın şu yemeklerde sona bırakılan lokma gibi önemli ve özellikli olduğunu anlayacaksınız. Şapka Leonidov'a biraz küçük geliyordu. Diyeceksiniz ki 'gene mi bir koca kafa hikayesi', değil tabii. Zaten konumuz da bu değil. Ama şapkanın hafifçe küçük olması Leonidov'un onu arkaya doğru iterek giymesine daha bir izin verir gibiydi. Öyle ya, şapka arkaya itilir, önden de hafifçe saçlar gözükür .. Biraz da yana eğimli yaptın mı, deme gitsin. Şapka dediysek öyle basit bir şey sanmayın sakın. Şapka gibi şapka işte. Üstelik üzerinde şu askerlerin takmayı pek sevdikleri metal yapraklı süslerden ve kocaman da bir arma vardı pırıl pırıl.

Hep görünümünü anlattın, ya yaptıkları, yaşamı nasıl diye meraklandığınızı biliyorum, ama beklediğinize değecek pek bir özelliği maalesef yoktu Leonidov'un. 20 - 25 Yaşlarında olmalıydı. Erlerden biraz yaşlıca, yüce komutanlardan da genç .. Zaman zaman şapkasını eline alır gibi yapıp kafasını kaşıyan, burnunu karıştıran, ilkokulun ötesinde eğitimi olmayan, arada sırada - o da eline geçerse - bir kaç bir şey okuyan (siz bunu okumaktan saymayın, ama okuma - yazması var sayılabilir), askerliğin de kısıtlamaları ile pek yıkanamayan, sık olmayan sakalları ile iki - üç günde bir ancak traş olan, tırnaklarının arası çoğunlukla kirli, bekar, kadın peşinde, saçma sapan sayılabilecek biri işte .. Ne oldu, beğenmediniz mi ? İşte size Leonidov'un portresi, gördünüz mü hiç de beklediğinize değmedi işte. Önemli olan onun sıradanlığı, asker ve hatta onbaşı olması, o kadar.

Adam (eğer adam sayılması gerekirse) asker olduğuna göre artık savaştan bahsetmenin sırasıdır, ama doğrusu Leonidov'un ordusu savaşta değildi. Yani şu bildiğimiz Mısır seferi, Balkan savaşı veya II. Dünya savaşı gibi bir savaşta değildi ordusu, fakat dünyada savaş ne zaman eksik olmuş ki. Elbette irili ufaklı pek çok savaştan bir kaçı her zaman vardır, ve Leonidov da bu her zaman olan savaşlardan birinin içinde sayılabilirdi ..

O gün her zamanki günlerden birisiydi. Bütün askerler gibi Leonidov da erkenden kalktı. Bugün traş olacağı günlerden birisiydi. Özensiz ama uzun süren bir traştan sonra (onbaşıların bazı şeyleri biraz uzatma hakkı olmalıydı, değil mi ?) zaten pantalonu ile yattığından ceketini giydi. Ceket önemliydi, palaska ve şapka tabii daha da önemli .. Çift çorabının üzerine (hava soğuk olmalı) postallarını da geçirdi. Artık onbaşılığa hazırdı.

Söylemeyi unuttum sigara da içiyordu Leonidov ve günün ilk sigarasını yaktı daha hiç bir şey yiyip, içmeden.

Askerlikte onbaşılar ne iş yapar ? Takımını yürütür, küçük nöbetleri, sıradan kaçamakları halleder falan filan, ama Leonidov'un bu gibi takıntıları fazlasıyla yoktu. Onun görevi diğerlerinden çok farklıydı. Pek de umursamazdı, hatta üzerinde hemen hemen hiç düşünmezdi. Fakat bazan kendisini şöyle yarım bir tanrı gibi gördüğü bile olurdu. Neden mi ..? Sormamayı tercih ederdiniz, ama ne yapalım onun böyle bir görevi vardı işte.

Sarsak adımlarla, parmağı gene palaskasında, şapkası arkaya kaykılmış, sigarası ağzında binbaşının odasına yöneldi sabah sabah. Öyle çavuşun, üst çavuşun, teğmenin, üsteğmenin, yüzbaşının filan değil, doğrudan binbaşının odasına. Merak ettiniz, değil mi ? Öyle ya kimdi bu Leonidov dedikleri. Yoksa bir yerlerden torpilli birisi olmasın sakın. Hayır, torpilli birisi değildi. Hatta belki de en torpilsiz, en talihsiz askerlerler birisiydi.

Önce kapının dışındaki kağıtlara şöyle bir baktı. Okuma - yazması işte bu noktada çok işine yarıyor, görevi eğer asılmışsa, binbaşının odasına girmeye gerek kalmadan öğreniyordu. Doğrusu binbaşı ile öyle her gün konuşuyor olmak bir tür ayrıcalık gibi geliyorsa da, sıkıcı ve bunaltıcı tarafları daha fazlaydı. Ayrıca binbaşı da kendisinden pek hoşlanmazdı. Zaten kimse Leonidov'dan pek hoşlanmazdı ya, neyse ..

Bugün şanslı günlerinden birisiydi. Görev emri erkenden - şu binbaşı da işgüzarın tekiydi vesselam - asılmıştı bile. Sadece bir görev, ama olsun. Boş oturmaktan iyi denebilir, fakat bu görev için - en azından başkalarının gözünde - boş oturmak kesinlikle daha iyiydi .. Leonidov için değil tabii. Ne olursa olsun, o bir onbaşıydı ve bir de görevi vardı.

Her zaman üç kopya olarak asılan görev emrinin üstteki iki kopyasını hafifçe yırtarak aldı. Özensizce katlayarak ve ayrıntılarını okumadan cebine tıkıştırdı. Daha vakit vardı ne de olsa. Acele etmeden takımının kahvaltı ettiği - kahvaltı denebilirse - binaya yollandı. Kahvaltının sonuna doğru ancak yetişebilmişti. Zeytine, pek kalmamış peynire iltifat etmeden bir parça ekmek aldı. Koca lokma ağzındayken adamlarına seslendi. Öyle pek bağıra çağıra askerce bir sesleniş değildi, ama her zaman olduğu gibi adamları ve binada bu sesi duyabilen herkes sanki şöyle bir sessizleşti.

On er keyifsizce kalktılar ve sıraya girdiler. Hala vakitleri vardı. Leonidov'un komutasında - gerçi hiç komut vermemişti ama - emir almışçasınanın alışkanlığı ile yürümeye başladılar. Meydanlık yere geldiklerinde sigara içecek zamanları kalmıştı. Leonidov da yaktı bir sigara daha kayıtsızca.

Görevin saati geldiğinde on kişi kendiliğinden sıraya girdi yanyana. Leonidov biraz uzaklarındaydı.

Nihayet asker olduğunu hatırlatan adımlarla, sertçe yürüdü, neler söylediği anlaşılamıyordu, ama sigara ve bir de göz bağı uzattığını herkes görebildi. Yerine döndü, sakince ve alışkanlıkla "ateş" dedi.