atasözlerimiz, deyimlerimiz ve divan edebiyatımızda bağdat:
serhan alkan ispirli [*] : 30052003
 
 


Bağdat kelimesi Farsça “Tanrı vergisi” anlamına gelir.

“Ârâmice kökenli olduğunu ve “koyun ağılı” anlamına geldiğini iddia edenler de vardır.” [1] [1]

Bugün Irak’ın başkenti ve en büyük şehridir.

Basra körfezinden 530 km. uzakta, Mezopotamya’nın kuzey tarafında, Dicle nehri kenarındadır.

Halife El-Mansur tarafından kurulmuştur. “Halife Mansur kurduğu bu şehre, Kur’an-ı Kerim’de (el-En’am 6/127, Yunus 10/25) “cennet” manasında kullanılan “dârü’s-selâm” kelimesinden ilham alarak “Medinetü’s-Selâm” adını verdi.

Bağdat’ın birinci tahribi Mansur’un oğulları Emin ve Me’mun arasında çıkan kardeş kavgası ile olur. Bu kavgada Me’mun kuvvetleri tarafından kuşatılan Bağdat 14 ay sıkıntı çeker, halk canından bezer, şehir enkaz yığını haline gelir. Emin yakalanıp idam edilir. (812) Bu yağma ve yıkım hareketlerine ayak takımı ve ayyarlar[2][2] da katılır.

Bağdat’ın ikinci tahribi 865’tedir.

Sâmerrâ’da isyan çıkaran Türk askerlerinden kaçıp Bağdat’a sığınan Halife El-Müstâin’in amcazâdesi El-Mu’tezz tarafından kuşatılan Bağdat yeniden harap olur.

883’te yaşanan sel ve yangınlar, Bağdat’a önemli ölçüde zarar verir.

1055’te Tuğrul Bey Bağdat’a girer. Türklerin fetih üslubu gereği şehir tahrip edilmemiş, halk incitilmemiştir. Selçuklu Türkleri sahip oldukları bu şehri asırlarca tamir ve imar ederler ve Bağdat bir masal şehri haline gelir.

1258 tarihi Bağdat için felaket yılı olur. Moğollar Bağdat’a saldırırlar. Hülâgü Han ordusuyla şehre girer, şehir kısa sürede yakılıp yağmalanır. Halife El-Müsta’sım Billah ailesiyle birlikte öldürülür.

Bu yağmalama, zulüm asırlarca unutulmaz. 18. asır şairlerimizde Nedim, sevgilisinin vefasızlığından, gönül mülkünü yağmalamasından bahsederken, sevgilisini merhametsizliği nedeni ile Hülâgü Han’a benzetir:

Tahammül mülkünü yıktın Hülâgü Han mısın kâfir
Aman dünyayı yaktın âteş-i suzan mısın kâfir

(Tahammül ülkesini yaktın, Hülâgü Han mısın kâfir? Aman dünyayı yaktın, tutuşturdun, yakıp yandıran ateş misin kâfir?) der. Yine başka bir şairimiz, Senih Efendi:

Şehr-i Bağdat gibi kişver-i dil oldu harâb
O civânın sitem-i çeşm-i Hülâgüsundan

(O Hülâgü gözlü sevgilinin eziyetinden gönül ülkesi Bağdat şehri gibi harap oldu.)

diyerek sevgilisini merhametsizliği ile Bağdat’ı yakan Hülâgü’ya denk tutar.

Bağdat 1339’ a kadar İlhanlıların egemenliğindedir.

1340’tan sonra Celâyirli soyunun kurucusu Hasan Büzürg, bağımsızlığını ilan eder.

Bağdat Timur tarafından 1392 ve 1401 de iki kez işgal edilir. Birinci işgalde şehir büyük zarar görmezken, ikinci işgalde Celâyirlilere öfkelenen Timur Bağdat’ı yağmalar.

Timur’dan sonra şehir tekrar Celâyirlilerin, daha sonra Karakoyunluların, Akkoyunluların, İranlıların ve Safevilerin egemenliğinde kalır.

1534’te Kanuni Sultan Süleyman Bağdat’a girer. Türklerin fetih üslubu gereği şehir yağmalanmaz. Bu nedenle asker şehir dışında tutulur. Bağdat’ın Osmanlıların oluşu, Bağdatlı bir Türk olan büyük şairimiz tarafından şöyle nazm edilir:

Hakk iki âdil Süleyman hâkim etmiş âleme
Evvel ü âhir kılıp sırr-ı âdâlet âşkâr [3][3]

(Allah iki adil Süleyman’ı dünyaya hakim etmiş, adalet sırrı onlarla beraber ortaya çıkmış.)

.....
Ol Süleyman’ın şükûhu dive[4][4] salmış rüsta-hiz
Bu Süleyman savleti küffârı etmiş hâk-sâr
[5][5]

(O Süleyman’ın ululuğu deve kıyamet olmuş. Bu Süleyman’ın gücü kâfirleri yerle bir etmiş.)

.......
Fezâ-yı buk’a-i Bağdat adlinden alıp rûşen
Mizâc-ı pâkine âb ü hevâsı sâz-kâr olsun
[6][6]

(Bağdat ülkesinin geniş alanını adaletiyle aydınlattı, temiz yaratılışına (Bağdat’ın) havası ve suyu uygun olsun.)

......
Evliya Burcu demiş zira ki hâk-i eşrefi
Buk’a buk’a evliyau’l-laha olmuştur mezar
[7][7]

Fuzûlî

(Şerefli toprağı evliya burcudur. Yer yer evliyanın mezarı vardır.)

Fuzûlî, Bağdat’ı “Burc-ı evliya” olarak anar.

“Fuzûlî’yi yetiştiren içtimaî ve coğrafî faktörlerin başında onun doğup (?) büyüdüğü Bağdat-Kerbelâ toprağının ve bu toprağı çerçeveleyen oldukça geniş bir çevrenin hayatı, tarihi ve kaderi vardır.

Denilebilir ki Fuzûlî, Bağdat ve Kerbelâ toprağının tarihini, kaderini kendi şiirlerinde en iyi aksettiren bir Kerbelâ evladıdır.

... Kûfe, Bağdat ve Kerbelâ çevresi İslam âleminin en büyük bir kültür ve medeniyet muhitidir. Bu medeniyetin en şöhretli ve en verimli kültür müesseseleri burada kurulmuş, Abbasi halifelerinin birer kültür ve sanat abidesi çehresi taşıyan muhteşem saray ve camilerinden sonra, mesela bir zamanlar İslam dünyasının bir kültür kaynağı ve kültür merkezi olabilme seviyesine ulaşan Medrese-i Nizamiye burada tesis edilmiştir.”[8][8]

“Kanuni Sultan Süleyman devrinde düzenlenmiş tahrir defterine göre (1544) Bağdat’ta çeşitli sosyal tesislere ve şahıslara ait kırk dört vakıf bulunuyordu. Bunlardan Danyal Peygamber Mezar ve Camii, Huzeyfetü’l-Yemânî Alemdâr Mezarı, Evlâd-ı İmam Hasan Mezarı, Mercaniyye Darüşşifa ve Medresesi, Müstansıriyye Medresesi, Cami-i Kebir, Zâviye-i Cemşid Bey, Mezar-ı İmam Abdullah, Makam-ı Hızır Nebi, Makam-ı Seyyid Abdurrahman b. Zeynüddin, Mezar-ı bint-i Ümmü Külsüm, Şeyh Necibüddin Sühreverdi, Şeyh Şahabettin Sühreverdi. Hz.Ali Makamı, Kameriyye Camii, Haydarhâne, Vefâiyye Medresesi, Ribat Medresesi, Yamanca Hatun Medresesi, İsmailiyye Medresesi Vakıfları.....”[9][9]

“Kerbelâ şehitlerinin kanı bu toprağa dökülmüş İmam-ı Azam’ın islam dinine yeni bir hamle verişi bu yerlerde mümkün olmuştur.”[10][10]

Büyük şairimiz Fuzûlî, oğlu Fazlî, Ruhî, Ahdî, Zihnî,.... Bağdat’ın yetiştirdiği önemli şairlerdendir. Farâbî(Ö.339/950), İbni Sina (Ö.428/1037), Birûnî(Ö.443/1051), Gazalî(Ö.505/111), Câhiz (Ö.255/860), Taberi .... burada yetişirler. Zayliî, Aziz, Ahmet Haşim de Bağdat doğumludur.

“Sofiyâne cezbenin son haddine vararak ene’l-Hakk diyen Mansur’un dara çekildiği yer de aynı topraktır. ....Abdulkadir Gîlâni ve Seyyid Ahmed Rifâî gibi tarikatleri bütün islam dünyasını sarmış büyük veliler de bu çevrelerde yetişmiştir. Mâruf-ı Kerhî ve Cüneyd-i Bağdadî gibi evliyanın isimlerinde bile Bağdat’ın damgası vardır.”[11][11]

Bağdat 1623-1638’de Safevilerin eline geçer, yine büyük zulüm ve haksızlık görür.

Osmanlı Devleti şehri kurtarmak üzere harekete geçmek durumunda kalır. Bağdat 15 Ekim 1638’de kırk gün süren bir kuşatma ile yeniden Osmanlı idaresine girer. Osmanlı Sadrazamı Tayyar Mehmed Paşa’nın şehit olduğu bu kuşatma ile ilgili şunlar anlatılır:

“Sultan Murad Bağdat muhasarasında üstün başarı gösterip şehit düşen Tayyar Paşa’yı çok severdi. Onun ölümüne çok üzülmüş ve şöyle demişti:

-Ah Tayyar, Bağdat kalesi gibi yüz kale ederdin. Allah taksiratını af, cennette ruhunu nura gark eyleye.”[12][12]

Yine halk şairimiz Kayıkçı Kul Mustafa tarafından Bağdat’ın fethi ile ilgili olarak kaleme alınan Genç Osman Destanı şöyledir:

İptidâ Bağdat’a sefer olanda
Atladı hendeği geçti Genç Osman
Vuruldu sancaktar kaptı sancağı
İletti bedene dikti Genç Osman

Eğerleyin kır atımın ikisin
Fethedeyim düşmanların hepisin
Sabah namazında Bağdat kapısın
Allah Allah deyip açtı Genç Osman

Sultan Murad eydür gelsin göreyim
Nice kahramandır ben de bileyim
Vezirlik isterse üç tuğ vereyim
Kılıcından al kan saçtı Genç Osman

Kul Mustafa karakolda gezerken
Gülle kurşun yağmur gibi yağarken
Yıkılası Bağdat seni döğerken
Şehitlere serdar oldu Genç Osman

Yukarıdaki manzumeden mülhem halk arasında anlatılan Genç Osman hikayesi ise şöyledir: “4.Murad, Şah Abbas tarafından zapt edilen Bağdat’ı geri almak için savaşa karar vermiştir. Fakat İstanbul halkı kendisine darılmasın diye, sakalında tarak duramayacak kadar genç olanların bu harbe katılmasını yasak etmişti. Buna rağmen kahraman ve zeki bir Türk çocuğu olan Genç Osman (hikayede bir vezir olarak gösterilen babasıınn yaptırdığı) bir sandığa gizlenerek savaşa katılır. Bir gün 4. Murad, orduda ferman dinlemeyen böyle bir genç olduğunu öğrenir. Çocuğu huzuruna getirtir. Genç Osman, hükümdara, kendisinin savaşabilecek cesaret ve kudrette olduğunu göstermek için eline verilen bir tarağı çenesine saplayarak sakalında tarak duracak yaştaki erkeklerden daha cesur olduğunu gösterir. Hükümdar da bu kahramanlığa mükafat olarak Genç Osman’a ordu komutanlığını verir. Osman, büyük kahramanlıklar göstererek Bağdat’ı zapt eder. Şehre önce onun kuvvetleri girerken Genç Osman vurulan bayraktarın elinden kaptığı Türk bayrağını Bağdat surlarına dikerken düşman tarafından şehit edilir.”[13][13]

Bağdat onarılır. İranlıların tahrip ettiği İmam-ı Âzâm’ın türbesi eski haline getirilir.

Lozan antlaşmasına kadar hukuken Osmanlı Devletine bağlı kalan Bağdat, 1921 de Irak’ın bağımsız krallık olması ile başkent olur......

... 1980-88 de yaşanan Irak-İran savaşı, 1990’da Saddam yönetiminin Kuveyt’in Irak’a ait olduğunu öne sürmesiyle ABD liderliğinde oluşturulan milletler arası güç 1991’de Irak’ı bombalayınca.... Bağdat bir kez daha tahrip edilmiş olur.

“Bağdat ne kadar yıkılsa yeniden yapılması tekrar mamur edilmesiyle de tanınmış bir şehirdir

14.asır Azeri Türk şairi Kadı Burhaneddin’in bir tuyuğuna Bağdat’ın kaderi şu şekilde mevzû olmuştur:

Şol ki kuş tutkan kuşın âzad kılur
Sanma ki dünyada ol az ad kılur
Bağdadını kim viran kıla bilür
Ol yine bu viranı Bağdat kılur

(Tuttuğu kuşu âzad eden kimse sanma ki dünyada az ad bırakmış olur. Bağdat’ı kim viran edebilir ki, O (yani Allah) bu viraneyi yeniden Bağdat haline koyar.)[14][14]

“Şairler, Bağdat’ın güzelliklerini övmüşler ve ona “yeryüzünün cenneti” adını vermişlerdir.”[15][15]

Türkler 400 yıla yakın bir süre Bağdat’a hakim olmuştur. Bu nedenle edebiyatımızda, ata sözlerimizde Bağdat, Irak,... çok kullanılmış kelimelerdendir. Biz burada Bağdat’la ilgili terimleri, divan edebiyatı ve ata sözlerimizde Bağdat’ı söz konusu edeceğiz.

Türkçe’de Bağdat’la ilgili olarak kullanılan ata sözlerimiz ve deyimlerimizden bazıları:

1.Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz: “Bağdat’ın güzellikleri ve “yeryüzünün cenneti” olarak addedilmesine ilişkin

2. Âşığa Bağdat sorulmaz veya aşığa Bağdat ırak değil / Dervişe “Bağdat’ta pilav var”demişler yalan değilse “ırak değil” demiş : “Irak, Hicaz yolu üzerinde olması sebebiyle, Bağdat, “âşığa Bağdat ırak değil”[16][16] veya “âşığa Bağdat sorulmaz”, dervişe “Bağdat’ta pilav var”demişler yalan değilse “ırak değil” demiş.” şeklinde: “Bir şeyi elde etmek için taşkın bir istek içinde bulunan kişiye bu uğurda katlanacağı fedakarlıklar güç gelmez” anlamında[17][17]

3. Bağdat valisinin develeri çatlamış, dağlardaki ayılara ne? deme[18][18]

4. Bağdat’a sai (haberci) lazım ise ben gidemem[19][19]

5. Bağdat’a tatar olacak? Bağdat’a tatar olmuş[20][20]

6. Balın olsun sineği Bağdat’tan gelir.[21][21]

7.Bağdat harap[22][22]

8.Sora sora Bağdat bulunur: “İnsan sora sora çok uzak ve bulunması çok güç yerleri bile bulur (yol sormakla bulunur) anlamında”.[23][23]

9. Yanlış hesap Bağdat’tan döner: “Yanlış yolda olduğunu anlayan kişi bu uğurda ne kadar emek ve para harcamış olursa olsun geri dönüp doğru yola yönelmelidir.”[24][24]

Bağdat’la ilgili bazı terimler:

1.Bağdat Puşusu: “Tanzimattan evvel Osmanlı; zeki, güzel, kahraman, cesur, sözünü çekmez, gözünü kırpmaz, iyi ata biner kimselere denirdi ki Türk demekti.

Bir abâ-pûş u yavuz atlı vü Bağdat pûşili
Alevi-kiş ü derviş-dil ü Osmanlı güzel

Şeyh Galip

beytiyle tasvir ettiği Osmanlı güzellerinin daha yüzelli sene evvel bile abâ giydiklerini, yavuz ata bindiklerini, Bağdat’ın ipekli puşusunu başlarına sardıklarını, sonra Alevi mezhebinde yani namuslarına mukayyed ve derviş gönüllü, yani kanaatli olduklarını göstermektedir”.[25][25]

2.Bağdat gülü: “Şeyhler tarafından giyilen işlemeli tacın tepesine ufak kıtada dikilen çuhadan dairevi parçanın adıydı. İç içe üç daireden terekküp ediyordu. Alelumum güller bir daire on sekize taksim edilmek ve altışar altışar ipekle birbirine vasl olmak suretiyle dikilirdi. Bağdat gülünün kenarı şiraze tarzında örme yapılırdı. Renk mevzû bahis olmamakla beraber en ziyade yeşil üzerine beyaz ibrişimle işlenirdi.”[26][26]

3.Bağdat Kağıdı: “Bir zamanlar Bağdat’ta yapılmış olan kağıtlara verilen addı. Semerkand kağıtları örnek olduktan sonra Bağdat’ta çok iyi kağıtlar yapılmış ve yüzlerce yıl şöhretini muhafaza etmiştir. H.656’da Moğolların istilası üzerine kağıtçılık Tebriz, Şam, Mısır taraflarına göçmüştür. Bağdat kağıdı çok kullanılmıştır.”[27][27]

4. Bağdat Köşkü: “Topkapı Sarayında Türk mimari ve sanatının en güzel örneklerinden birinin adıdır. 4.Murad zamanında Bağdat’ın alınması hatırası olarak yapılmıştı. Yanında “Revan Köşkü” de vardır ki bu da Revan fethinin hatırasıdır. Her iki köşkün pek mühim kütüphaneleri vardır. Bağdat köşkünün kubbesinde ceylan derisi üzerine nakışlar yapılmıştır. Bu köşkler 16. asrın sedefçilik, boyacılık ve nakkaşlık işlerinde Türk sanatının derecesini gösterir.”[28][28]

5.Kalem-i vâsıt: “Vâsıt, Bağdat’la Basra arasında bir şehirdir. Bağdat cânibinden gelen kalem (eski kamış kalem) ol diyarda hasıl olur, onun için kalem-i vâsıtî derler:

Bir iki safha-yı hem-reng-i rûy-ı Necef edicek
Elimdeki kalem-i vâsıtîye geldi kelâl

Nedim

(Bir iki kısmı Necef (Halife Ali’nin mezarı olan yer)in yüzüyle aynı renkte yapacak olan kalemime yorgunluk geldi)

Sensin ol vâsıtî-i vâsıta-i ilm ü hüner
Kangı elde yeriniz olsa eğer cilve-nüma

Kastamonulu Sadrî [29][29]

(Sen ilim ve hünere vasıta olacak kalemsin, hangi elde olursan ol (ilim ve hüner) gösterirsin)

Divan şiirimizden örnekler:

Divan edebiyatında “şehirler içinde en çok işleneni Şam’dır. Sonra sırasıyla Bağdat, Babil gelir. Şam kelimesi üzerinde ikinci bir mananın olması dolayısıyla ekseriyetle tevriye yapılır. Ve çok zaman bu tevriyeye beyitlerde Mısır, Bağdat, Rum gibi şehir ve ülkelerin ilavesiyle de tenasüp iştirak eder.”[30][30]

Bağdat sâdeftir güheri dürr-i Necef’tir
Yanında anın dürr ü güher seng ü hazeftir

Ruhî

(Bağdat sedeftir, cevheri Necef incisidir. Bağdat yanında inci ve cevher taş ve topraktır.)

Tab’-ı latif ü vaz’-ı şerifinde var idi
Seyr-i sabâ ile reviş-i Dicle vü Fırat

Nev’i

(Dicle ve Fırat’ın gidişi, saba rüzgarının esmesi onun (Bağdat’ın) güzel yaratılışında ve şerefli duruşundaydı.)

Dâd-ger Dârâ-yı pür di-dil Kahraman-ı darb u harb
Rüstem-i sâhip-kıran Sultan Murad-ı Cem nihad

Feth-i Bağdat’a azimet eyleyüp ikbâl ile
Cân ile itti cenâb-ı avn-ı Hakk’a istinad

Fehim-i Kadim

(İnsaflı, cesur, Dârâ, dövüş ve savaş Kahraman’ı, zühre ile müşteri yıldızlarının aynı burçta birbirlerine yaklaştıkları kutlu zamanda doğan Rüstem, Cem yaratılışlı Sultan Murad şan ve şerefle Bağdat’a yönelip, Allah’ın yardımına can ile dayandı.) [31][31]

Döndü yaşum Ka’be yolundan kapuna Dicle-veş
Dostum ma’zur dut yanlış hesap döner Bağdat’tan
[32][32]

Ahmet Paşa

(Gözyaşım, Dicle gibi Kabe yolundan kapına aktı, sevgilim dikkat et yanlış hesap Bağdat’tan döner.)

“Divan şiirinde bazen yanak Bağdat’a teşbih edilir. Bu “gözyaşlarının Dicle olması dolayısıyladır. Aşık gözyaşlarını, “Dicle-i Bağdat” gibi sevgilinin “ruh-ı Bağdat’ına” akıtır”[33][33].

Mısr-ı hüsnün hasretinden her dem ey Yûsuf-cemâl
Nil-i çeşmümden döker Bağdata gönlüm Ruma Şat [34][34]

Ahmet Paşa

(Ey Yusuf yüzlü, güzellik ülkenin hasretinden gönlüm, Nil nehri gibi olan göz yaşlarımı Bağdat gibi olan yanağına Rum’un döktüğü iki nehir gibi döker.)[35][35]

Ebruvânım iki göz cisr-i metindir gûyâ
Dembedem göz yaşı akan iki deryâçe-i Şat

Beliğ

(Kaşlarım iki göz sağlam köprü gibidir. Altından akan Fırat ve Dicle de gözümün yaşıdır)

“Müjde amma müjde-i feth-i der-i Darü’s-Selâm
K’aldı anı pâdişah-ı Rum-ı İskender Nijad

(Müjde amma İskender yaradılışlı Anadolu Padişahının aldığı Bağdat kapısının müjdesi)

Malını yağma idüp fettah Han oldı girift)
Zorla Bağdad’ı aldı leşker-i Sultan Murad
(H.1048)

(Malı yağma edilerek fettah Han yakalandı, Sultan Murad’ın ordusu Bağdat’ı kuvvetle oldı.)

Harf-i menkût u hurûf-ı gayr-ı menkût add olup
Mülhem gaybi olup tab-ı Fehimin yâveri

Sâl-i azm-i ceng ü fethe didiler târih içün
Cebrile Bağdad’ı aldı ehl-i Rum’un serveri
(H.1048)

Fehim-i Kadim

(Fehim’in yaveri, gaipten gelen ilham olup, noktalı ve noktasız harfler sayılarak savaşa gidiş ve fetih yılına tarih için “Rum ehlinin padişahı kuvvetle Bağdat’ı aldı.)”[36][36]

Buk’a-ı Bağdat etmiş vasfını Darü’-Selâm
Kim ana teslim etmiş ede her kişver ki var

Fuzûlî

(Bağdat ülkesinin vasfı darü’s-selam(cennet) olarak ifade edilmiş. Bu şekilde vasıflandırılan başka bir ülke var mıdır?)

Bu Hanife şehrin ihmalinle viran ettiler
Sende âyâ gayret-i din ü peygamber yok mudur

4.Murad

(Ebu Hanife’nin şehri viran edildi. Bu ne şaşılacak şeydir, sen de din, peygamber yok mudur.)

Döndü Bağdat-ı dile kişver-i cân ahdined
Müjeler leşker-i Tatar u Hülâgüsün sen

Nâilî-i Kadim

(Can ülkesi hesaplaşmasında gönül bağdat’a döndü. Kirpiklerin Tatar askeri gibi, sen de Hülâgüsün.)

Yine zülf-i kâfiristan dil ü cânı kıldı garet
Yine gaze-i Hülâgü urup etti dini yağma

Sabit

(Yine kafir saçın gönlümü ve canımı yağmaladı. Hülâgüye benzeyen yan bakışın da yine dinimi imanımı yağmaladı.)

Hülâgü-veş gönül Bağdad’ını câna harap ettin
Sirişkim Dicle-veş âb-ı revân olmakta gittikçe

Bolulu Hanif

(Ey sevgili! Bağdat’a benzeyen gönlümü Hülâgü gibi yağmaladın, gözyaşım Dicle gibi akmata.)

Şâm-ı gamında kûyına cân-ı zaifimiz
Kıldım revâne âşıka Bağdat ırak değil

(Gam gecesinde zayıf canımızı yoluna adadık. Gerçek şu ki Aşıka Bağdat uzak değildir.)

Sahn-ı sahrasında bin Leylî vü Mecnûn cilve-ger
Kuhsarı üzre bin Ferhad ü Şirin bâde-hâr

Fuzûlî

(Bağdat’ın) her köşesinde bin Leylâ ile Mecnun, dağlarında ise bin Ferhat ile Şirin var.)

Ene’l-Hakk dediği için dara çekilen Mansur’un dara çekildiği yer de Bağdat’tır. “Mansur ayak takımı tarafından taşa tutulurken zamanın meşhur şeyhlerinden Şibli de bir gül atmış. Yüzüne dokununca Mansur bundan çok müteessir olmuş, ağlamış, feryad etmiş. Çünkü yar gülü ağyar taşından ağır gelmiş:

Girândır âşıka erbâb-ı aşkın ta’nı münkirden
Aheftir seng-i a’da zahm-ı gülden cism-i Mansur’a

Yenişehirli Beliğ

(Aşk erbâbının aşığı yermesi münkirin inkarından daha ağırdır. Mansur’un cismine Şibli’nin attığı gülden düşmanının attığı taş hafiftir.)[37][37]

Ser-i kûyunda bilir gamzelerinle hâlim
Şol ki Bağdat’a var tuş ol ayyârlara

Necâti

(Senin bulunduğun yerde yan bakışınla halimin ne olacağını gayet iyi biliyorum. Bu şu demektir, Bağdat’a giden ayyârlara tuş olur.)

[*] Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı ABD. Öğretim Üyesi

[1][1] İslam Ansiklopedisi,Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1991,C.4, sa.426

[2][2] “Ayyâr: Çok gezen, kurnaz, çevik, hilekâr, hırsız, casus, suikastçı...Ayyârların Bağdat’a nisbet edilmeleri onların en çok orada bulundukları, ordularda casusluk, şehir ve kasabalarda hafiyelik ve halkı soyup soğana çevirdikleri içindir.” Ahmet Talat Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar, Türk Diyanet Yayınları, Ankara 1992, sa.61

[3][3]. Fuzûlî Divanı, Akçağ Yay. Yayına Haz.Prof Dr. Kenan Akyüz, Süheyl Beken, Doç.Dr. Sedit Yüksel, Dr.Müjgan Cunbur, 1990 Ankara, sa.54

[4][4] “Hz.Süleyman Peygamber cini şişeye haps eylemişti. Bu Süleyman’ın hatemini çalan devdir. Binbirgece masallarında Bağdat’ta bir balıkçının ağında çıkan kapalı bir şişenin ağzını açması üzerine içinden bir ifrit zuhur ettiğini ve kendisini Süleyman Peygamberin oraya sokup Dicle Nehrine attığını haber verdiği anlatılıyor.” Ahmet Talat Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar, Türk Diyanet Yayınları, Ankara 1992, sa.402

[5][5] Fuzûlî Divanı, Akçağ Yay. Yayına Haz.Prof Dr. Kenan Akyüz, Süheyl Beken, Doç.Dr. Sedit Yüksel, Dr.Müjgan Cunbur, 1990 Ankara, sa.54

[6][6] a.e. sa.58

[7][7] a.e. sa.51

[8][8] Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1987, C.1, sa.527

[9][9] İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları 1991,C.4, sa.436

[10][10] Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1987, C.1, sa.527

[11][11] a.e. sa.527

[12][12] Necati Kotan, Tarihî Fıkralar, Ankara 1978, sa.124

[13][13] Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1987, C.2, sa.729-729

[14][14] a.e, C.1, sa. 528

[15][15] İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları 1991,C.4, sa.427

[16][16] Y.Doç. Dr. Nejat Sefercioğlu, Nev’i Divanı’nın Tahlili, Kültür Bakanlığı Yayınları No.1159 1990, sa.71

[17][17] Ömer Asım Aksoy, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, C.1, Türk Dil Kurumu Yayınları, sa.141

[18][18] Türk Atasözleri ve Deyimleri, MEB.1000 Temel eser, İstanbul 1971, sa.65

[19][19] a.e.sa.65

[20][20] a.e.sa.65

[21][21] a.e.sa.68

[22][22] Ömer Asım Aksoy, Ata Sözleri ve Deyimler Sözlüğü, C.2, Türk Dil Kurumu Yayınları, sa.502

[23][23] a.e, C.1, sa.349

[24][24] a.e. sa.376

[25][25] Ahmet Talat Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar, Türk Diyanet Yayınları, Ankara 1992,. sa.325

[26][26] M.Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C.1, MEB.1993, sa.146

[27][27] a.e. sa.146

[28][28] a.e.146

[29][29] Ahmet Talat Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar, Türk Diyanet Yayınları, Ankara 1992, sa. 236

[30][30] Dr.Harun Tolasa, Ahmet Paşanın Şiir Dünyası, Atatürk Üniversitesi Yay. Ankara 1993, sa.83

[31][31] Dr.Tahir Üzgör, Fehim-i Kadim Divanı, Atatürk Kültür, Dil ve tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, sayı:44, Ankara 1991, sa.290

[32][32] Dr.Harun Tolasa, Ahmet Paşanın Şiir Dünyası, Atatürk Üniversitesi Yay. Ankara 1993, sa.83

[33][33] a.e. sa. 226

[34][34] a.e. sa. 85

[35][35] Şat: Dicle Bağdat’tan geçmesi ile mühimdir. Şat ise iki nehrin birleşmesidir.

[36][36] Dr.Tahir Üzgör, Fehim-i Kadim Divanı, Atatürk Kültür, Dil ve tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, sayı:44, Ankara 1991, sa.29-292-294

[37][37] Ahmet Talat Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar, sa. 283