mektuplar : erbil - sermet : yaman kayıhan : 29122001  
 

 

1 9 5 2


27 Ocak 1952
Ankara

Sevgili Erbil'im ..

Hatırlatmandan sonra yazmaya başladığım bu bir kaç satırın kıymeti kalmadı, ama gene yazıyorum. Hiç olmazsa bu hafta sevgilimi mektupsuz bırakmayayım. Kıymetsiz de olsa o, Erbil'in ellerinde gene kıymetini bulur.

Belki sen yazmayışımı ihmalciliğime, sana karşı lakayt kalışıma ve kıymet vermeyişime verirsin .. Hayır canım, hiç birisi değil .. Senin kıymet ve değerin bu bir kaç satırın içine girmez. Sadece mektup yazmayı beceremeyişimdendir. Sana karşı olan hislerimi kağıt üzerine dökebilsem .. o zaman kendimde büyük bir ferahlık hissedeceğim .. ne yazık ki .. ne yazabiliyorum ve ne de beraber olduğumuz zaman anlatabiliyorum.

Bir haftadır seni göremiyorum. Hala .. o güzel gecenin heyecanı içindeyim .. Fakat hafta içinde verdiğin haber beni çok üzdü. İkinci telefon edişinde sesini daha canlı ve neş'eli buldum. Sen de iyi olduğunu söyledin. O zaman biraz ferahlayabildim. Ama içimde gene bir sıkıntı var. Seni karşımda görmeliyim ki, o zaman rahat bir nefes alabileyim. Bunun için de Pazartesi'ni sabırsızlık içinde bekliyorum. Fakat bu bekleyişimin neticesi ne olacak .. Seni görebilecek miyim .. bilmiyorum ? Pazartesi'ni sevinçle beklerken gazetedeki mesai saatlerinin değişeceğine dair bir kaç satırlık bir haber beni gene üzdü. Bundan sonra eskisi gibi 18'de çıkacağız. Sen buluşmalarımız sık diyordun .. Şimdi onlara da elveda. Artık sen yeni bir şekil bul.

Bu mektubu yazıyorum .. ama yarın akşam izin alır çıkamaz ve bu mektup cebimde kalır .. ve seni bekletirsem diye düşünüyorum. İnşallah bir mani olmaz da sevgili Erbil'ime kavuşurum .. şimdilik allaha ısmarladık canım ..

Sermet

5 Şubat 1952
Ankara

Yeşil sevgilim,

Şimdi havadan geldim. Sıhhatim çok iyi. Çok da sevinçliyim. Sebebi, seni göreceğim günler yaklaştı. İştahım iyi .. Kilo almakta devam ediyorum. Geçen hastalığımda verdiğimi çoktan telafi ettim canım sevgilim.

Yalnız bu seferki havamda canımı çok acıttılar, ağladım vallahi. Ama şimdi onun acısı filan kalmadı. Sebebi nedir bilir misin ? Başka dinleyecek mevzu bulamıyorum. Sadece şimdi ve her zaman sen, sen ..

"Rüyalarım senin"e gidebildin mi ? Pazarın iyi geçti mi ve günlerin hala iyi devam ediyor mu !? Bu günlerinin iyi geçmesi için dua ediyorum hayatım. Sıhhatin nasıl, yemek yiyor musun ? Kilonda fark var mı ? Neş'en herhalde iyidir.

Radyoda şimdi Melahat Pars var ve saat 12.30. İkinci şarkıyı senin için dinliyorum. "Sensiz yaşamaktansa ölmek evladır bana". Bunu dinleyerek yazıma devam ediyorum. Sen geçen gün bana bir şarkı söyleyecektin. Ben de onu öğrenmek istiyorum, bana yazar mısın ? "Hapishane çeşmesi yandan akıyor .. yandan .."

Şimdi asıl yazacağımı yazayım da, sonra devam ederim, olmaz mı can ?

Sermet'im bu Cumartesi saat tam 14'de Ulus, Bakanlıklar Durağı'nda Büyük Sinema'ya gitmek üzere seni bekleyeceğim. Beni bekletme, olmaz mı hayatım ? Belki hava yağmurlu olabilir.

Bu mektubumu alınca tafsilatlı mektubunu yaz, olmaz mı ? Ve Cumartesi günü bana ver. Hiç karar veremiyorum ! Sebebi çok sıkı yetişmemdir. Hala çocuk muamelesi görüyorum. Yalnız hiç bir yere gidemiyorum. Cumartesi ve Pazar günleri hiç bir yere gidemediğim için tekerrürü şüphe çeker gibi düşünüyorum. Sen ne dersin ?

"Sen o gece iki mehtaba bedeldin."

Sen de o güne kadar bu hususları düşün ve bir karar ver ne olur. Bundan sonrakiler için ben eğer izin koparabilirsem sana zaten telefonla bildiririm, ama sen yine 15 günde bir buluşabilmemiz için bir çare bul. İstersen ayda bir olsun. Bu sefer de planları sen hazırla.

Bütün günlerim, gecelerim ve her zamanım bunu düşünerek geçiyor, yine bir neticeye varamıyorum. Çok üzülüyorum. Bana sen rehber ol, vallahi yapamıyorum. Sen beni üzmek istemezsen bana yardımcı olursun ve bunu bana yazmakla gösterirsin.

Şimdi de mektubuna cevap vereyim, ister misin ? Demek hatırlatmasam beni de unutacaksın ! Üzüldüm. Bana karşı olan hislerinin yönünü ancak bir alet mi tayin eder ? Fakat .. Sevgilim sen benim her şeyimsin, güneşimsin sen !

"Bir bakış, bir bakışa neler neler anlatır." Bir bakış bir aşığı saatlerce ağlatır. Bir bakış bir aşığı aşkından emin eder. Sevişenler daima gözlerle yemin eder. Sen bana bir kelime dahi yazmasan, ben senin hislerini anlayabilirim. Yalnız bazan beni yaralıyorsun. O zaman dünyanın güneşsiz kaldığı zamanki gibi çok heyecanlı oluyorum. Bunu sana belli etmiyorum, ama çok üzülüyorum Sermet.

Artık yazamıyorum Yeşilim. Ateşim; güneş dünyaya tamamen ışıklarını serpmediği zaman belki seni unutabilirim. Senin sevgilerin beni yaşatacak. Yollarında sendelemeden yürüyeceğim. Beni ancak sen yükseltirsin, fakat batırmak da elinde.

Erbil.

26 Şubat 1952
Ankara

Sermet !

Evvela sana bir bilmece sorayım. Nokta noktam. Uzadıkça kısalan nedir ? Şu bilmeceyi asla bir şey düşünerek yazmadım. Biraz önce arkadaşlar bana sormuşlardı. Benim de aklıma geldi, yazdım. Yalnız aklıma gelen şu idi, bu mektubum neş'eli olsun.

Mektebe gayet neş'eli başladım. Allah sonunu getirsin. Bir arkadaş gelmişti. Ona hoşgeldin demek için koştum. Benden sonra da birisi geldi, o da sarıldı. Yumruğu burnuma rastlamaz mı ? Fazla kanımı orada vermiş oldum. Gerisi faso fiso.

Asıl söylememin elzem olduğu şeyi sana yazmayı biraz geciktirdim. Özür dilersem estağfurullah deme. Yanımda muntazam kağıdım yoktu. Vaktim olduğu için hemen bu kağıtlara yazdım, affedersiniz.

Çıkanların ne alemde. Cumartesi'den beri hiç soramadım. Nasılsın ? İştahın da iyi mi ? Günlük sıhhat bültenin ne durum arzediyor ? Dereceni kullanıyor musun ?

Sermet, geldim asıl pençeleşeceğimiz kısma. Benim yazdığım kısmı hep ben mi halledeceğim canım hayatım ? Bu hafta Pazartesi günü 5.30'da seni yine aynı yerimizde görebilirim ve artık inşallah karar veririz. Ve eskisi gibi bir neticeye varırız. Daha neler neler yazarak senin hiç olmazsa yarım saatini almak istiyorum. Fakat evde yazdığım için kaçamak yazıyorum. Az ve fena oluyor. Beni affet. Etmezsen karşılaşınca affettiririm.

En iyi günleri dilerim.

Erbil.

3 Mart 1952
Ankara

Can Erbil.

Kıymetli mektubun beni pek çok sevindirdi. Yazıların neş'e ile başlıyor .. Ben nasıl başlayayım .. Benim de mektubum neş'eli olsun diyorum, ama .. kabiliyet yok ki .. Ne kadar neşeli yazmaya gayret etsem gene arada bir şey olur .. seni üzerim, değil mi ?

"Uzadıkça kısalan nedir", diye bana bilmece soruyorsun. Bilmeceni bilemedim, sen söyler misin ? "Uzadıkça uzayan nedir ?" diye sormuş olsaydın, seninle buluşma günü derdim.

Kaç gündür görmedim .. öyle özledim ki .. Çok şükür, arada bir tatlı sesini telefonda işitiyorum. O da pek çabuk sona eriyor.

İstiyorum ki saatlerce konuşalım. Konuşmak mümkün olmuyor. Sana doyamadan kapıyorum. Sen de bana kızıyorsun, ama elden ne gelir ? Buluştuğumuzda konuşuruz.

O gün hava da çok iyi idi. Ne yazık ki işim iyi değildi. Sevgilimi elimde olmayarak gene refüze ettim. Kabahatlıyım. Özür dilerim. Özürler de çoğaldıkça çoğalıyor .. Sonunda ne olacak bilmem ? Sen özür dile, ben özür dileyim. Korkarım bir günü hep özür dilemekle, estağfurullahla .. geçireceğiz.

Zarf ve kağıt için özür dilemeye lüzum yok. Bana senin yazıların lazım, gerisi gösteriş olmaz mı ? Hem böyle daha iyi oluyor. Hem çabuk geliyor (T.B.M.M.) olunca şüpheler de kalkıyor ve kaybolmuyor.

Beni soruyorsun. İyiyim, ama bu sefer de nezle gibiyim. Çerden çöpten olunca böyle oluyor işte. Cebimde derece var, ama kendi ateşimi ölçmek için değil. İstanbul'dan gelirken cebime koymuştum, hala duruyor. Mübarek şeyi kullanmaz, ezbere yazdırırsın. Ateş yok. Benim ateşimin sebebi başka. Onu ancak senin derecen ölçebilir.

Maamafih günlük yahutta Cumartesi'den beri olan sıhhat bültenine göre vaziyet normal. İştahım iyi. Tabağıma az koyarlarsa, hepsini yiyip, bitiriyorum. 5 kilo almışım, boyum da 2 santim uzamış. Elbiseler dar gelmeye başladı. Yan taraflardan biraz içeriye aldırttım, iyi mi ? Hep kendimden bahsediyorum.

Sen nasılsın ? İştahın, kilon, neş'en iyi mi ? Sen iyi olursan, ben daha iyi olurum.

Şimdi boyuna dua ediyorum .. Saat 4'de mani çıkmasa diye dua ediyorum. Benim şansımı bilirsin ..

Yazılarımı burada keseceğim. Seni kızdırmak için yazmayayım dedim, ama gene gönlüm razı olmadı. Zira kabahatlarım çoğalıyor. O zaman elinden çekerim diye korkuyorum. Daha fazla yazamayacağım. O zaman da buluştuğumuz zamana sermaye kalmaz belki ..

Biraz evvel beraberdik, değil mi ? Şimdi sen bu satırlarımı okuyorsun. Belki ben de senin yanındayım. Ve seni düşünüyorum .. günler geçse .. gene beraber olsak diyorum.

İyi geceler temennisi ile ..
Hoşçakal sevgilim .. Can Erbil'im.
Yaramaz kızım ..

Sermet.
Son dakika: Cepten bir şey çıkarırken derece düştü ve kırıldı. Nazarın değdi. Gülesin diye yolluyorum. Belki tamir edersin.


10 Mart 1952
Ankara

Canım Kızım.

Sevinçli mektubunu kuçu kuçu getirdi ve beni de çok sevindirdi. Çoktan beri kuçumu görmemiştim. Yaramaz öyle büyümüş, öyle tüylenmiş ki .. Seveyim dedim, hırçınlık etti. Kendini pek sevdirmedi. Yarın ona iyi bak emi ?

Sevgili yavrum, canım Erbil'im, bana göreceğin geldiğini yazıyorsun .. Ya benim .. bunu hiç düşündün mü ? Benim de seni öyle çok .. öyle çok göreceğim geldi ki .. anlatamam. Seni görmeyeli pek çok oldu .. Artık sabrım da kalmadı. Günler uzadıkça uzadı .. Bugünü zor yaptım. Ah .. sevgili kızıma kavuşsam .. onu kucaklasam .. yanaklarından öpsem .. öpsem .. acaba bu uzun hasretimi giderebilecek miyim ? Ve acaba sevgili kızım da benim boynuma sarılacak .. beni kucaklamak isteyecek mi ?

Sevgili Erbil'im, henüz saat 15.10. Hem yazıyor .. hem de seni düşünüyorum. Acaba sevgilim şu anda ne yapıyor .. yarını bekliyor mu, yoksa .. unuttu mu ..?

Hava bugün ne güzel. Fakat yarın bizim şansımız havayı ne hale sokacak ? İstediği gibi esip tozabilir. Gene beraber olacağız. Yarının sevinci içindeyim. Onun için hiç çalışmıyorum. Kafamda, ruhumda hep sen varsın.

Erbil'im seni düşünmek, yazmaktan daha güzel oluyor. Onun için istemeden burada keseceğim.

Yarın, güzel anlarımızdan sonra eve döndüğünde bu satırları okursun .. Böylece gene ayrılmış olmayız.

Sevgilime iyi geceler .. Güzel rüyalı uykular diler .. bir kere de şimdi bütün kuvvetimle kucaklar, öperim canımı.

Sermet.

31 Mart 1952
Ankara

Bana resim verecektin, değil mi ?

Sevgili Sermet, canım babacığım.

Sevimli günlerimizin sonunda teyzemin hastalığına çok üzüldüm. Hala da asabım bozuk. Senin doktor çağırdık şeklinde haber vermen çok sarstı. Sinemaya götürmedi diye sinirlendiğimi zannetme. Birden duyunca fena oldum. Söyleyecek söz bulamadım. Benim çocukluğuma ver, ne yapayım. Hareketlerim çocukça oluyor. Şimdi anlıyorum, sen bana bu hareketlerim için çocuksun diyorsun.

Geçmiş olsun deyip demediğimi bile bilmiyorum. Beni affetme ! Karşı karşıya olduğumuz zaman affettiririm. Şimdi saat 13. Ajans veriyor. Yemeği yedik. Ve senin oturduğun yere oturdum, sana seni düşünerek mektup yazıyorum. İmkan nisbetinde uzun yazacağım.

Sevgilim, canım, Sermet'im, güzel, çok güzel bir günü beraber geçirdikten sonra Pazar'ı çok sıkıntılı geçirdim de diyemem, ama ne de olsa günler senin yanında olduğum zaman daha başka ve renkli .. hatta çok parkak ve kelebekler kadar, kuşlar kadar hareketli oluyor. Bunun da dışındaki günler çekilmez bir sıkıntı içinde geçiyor. Evimi çok arıyorum. Hele Sermet'i o zaman daha çok anlıyor, arıyor ve daha çok seviyorum.

Sermet, "Aloma"ya gittin mi ? Güzel bir filmdi. Ne kadar güzel yerleri vardı. Filmi seyrederken daima seni yanımda hisediyordum. Hatta şunu da söylemeliyim ki, filmde bir ara yengem bir yerini beğenmiş, bak Erbil, ne güzel, değil mi ? diye bana dokundu. O zaman ben uyuklayan birisinin gözüne kuvvetli bir ışık gelmiş gibi sıçrayarak, silkinerek evet, evet çok güzel diye cevap verdim, uyandım.

Sermet şimdi ne yapıyorsun ? Ne ile vakit öldürüyorsun ? Bak, bugün ayın biri. Yani Nisan 1 ! Eğer İstanbul'da olsaydım sana öyle bir oyun oynayacaktım ki bilemezsin ve tahmin de edemezsin. Şimdi merak edeceğini biliyorum. Fakat böyle düşünüyorsan bulamazsın. Zaten yapmayacağım. Çünkü yaparsam acısını bende bırakmazsın. Elinden kurtulamam sonra. Ama aklımda idi, sana söyleyecektim de sen başkasına yap diyecektim, unutmuşum. Fakat yine ne yazarım, ne söylerim, ne olur ne olmaz. Başka zaman yaparsın, ben de anlamam, çünkü o kadar düşünmem.

Sermet, şimdi de saat 13.30, Şen Parçalar diye bir yayın var. Saksafonla çalıyor galiba. Arada bir de çın, çınlar var. Seni bilmem, ama ben çok gülüyorum. Şimdi de sanki (benim gibi) şımarık bir kız ağzı yaparak garip sesler çıkararak, hatta piyanoya uyarak gülüşleri ile şarkı söylüyor.

Canım hayatım,

Sen bunları duymuyorsun, yalnız tahmin ediyorsun. Sana tango söyleyeyim mi ? Bilmem bunu sever misin ?

Bal çiçeği !

Gözler söylemez yalan
Sana aşıkım inan
Hayatım ruhum sensin
Ruhumdur senin yerin
Ben kendimin değilim
Kendimden çok seninim
Bal çiçeği sevgilim
Yaşadıkça seninim !
Aşk bitmeyen saadettir
Aşksız hayat felakettir
Teselli eder sevgili sesi
Kırılsa kalplerin hevesi
Bir hayat düşünki emelsiz
Balçiçeğim olma kalpsiz
Ben değilsem de sevdiğin senin
Değişmez ruhumdaki yerin !

Bak hayatım, hala yazıyorum. Hem küçük, hem sık, hem sıcak ve kucak kucak sevgilerle dolu olarak hala yazıyorum. Sen de bana yazacak mısın ? Bilmiyorum. Yine aklıma bir tangonun bazı kısımları geldi. Mırıldanmasam olmayacak.

Bu sevgi işi

Habersizce gözden kalbe akar
Düştüğü yeri hemen yakar
Dertsiz başı derde sokar
Bir sürü çıkmaza sapar
Yarası unutmaz çaresi bulunmaz
Dertleri sorulmaz ah ah aah .. vs

Sermet, canım sevgilim, babacığım. Size biraz da şiir yazayım mı ?

Mademki !

Mademki istiyorsun vazgeçerim şarkıdan
Mademki istiyorsun yüzüne bakmam bir an
Ve eğer korkuyorsan böyle tesadüflerden
Başka yerden giderim değiştirir yolu ben
Benden sıkılıyorsan eğer demet yaparken
Ben bahçenden kaçarım yeterki devam et
Eğer çektiğim kürek o tarafa saparsa
Ve senin sularında çalkantılar yaparsa
Ben sularda koşup, suda sekmem sevgilim

Senin sahillerinde kürek çekmem sevgilim

S. R. Tagore

Sermet'im bu şiirler ve tangolar lüzumsuz yer kapladılar. Fakat benim maksadım sana vakit geçirtmekti. Artık allahaısmarladık. İyi hatıralarımız kavuşacağımız günü çabuk getirsinler.

Erbil.

1 Nisan 1952
Ankara

Eşek babacığım,

Niçin mektubunu sokağa çıkmadığın için postaya veremedin ? Eşek dedim diye, kızdın mı ? Evet, seni kızdırmak için yazdım zaten. Sen beni kızdırırken iyi de, ben seni kızdırırken kötü mü ? Oh, azıcık kız, emi !

Canım sevgili babacığım, sakın kızmayın. Benim sizi ne kadar çok sevdiğimi ancak allah bilir ve ölçer. Sevgili babacığım, sizi dünyalar kadar, yeşil ufuklar kadar çok, çok seviyorum. Beni Çiftlik'e götürdüğünüz gün sizi çok iyi anlamıştım. Onun için hiç eve dönmek istemiyordum. Canım babacığım niçin beni eve götürdünüz ? Ben o gün hiç sizden ayrılmak istemiyordum.

Sermet ! Sevgilim,

Seni hakikaten Cumartesi günü bir sözünle gayet iyi anladım, bunu sana yazmayacağım. Çok hoşuma gitti. İstersen söylerim, fakat kıymeti kalmaz.

Seni her gün daha çok seviyorum.

Sermet, senin bende hiç resmin yok. Bana bir resmini versene. Özlediğim zaman bakmam için. Film olması hiç mahsur değil, hatta daha iyi. Her yerde taşınabilir. Dün gece seni rüyamda gördüm. Seninle baraja gitmişiz. Ben yüksek bir yere çıkacakmışım. Oraya çıkabilmem için senin yardımına ihtiyacım var. Ama sana söyleyemiyorum. Sen anlıyorsun. Ve beni önce kucağına alıyorsun. Sonra karnım senin başının üstünde olmak üzere beni çıkacağım yere çıkarıyorsun. Ben senin başının üstünde iken uyanmışım.

Sonra bir kere de şöyle gördüm. Senin yeşili sevmen ve resim isteğim rüyama girmiş. Şöyle görüyorum. Benim bir kitap şeklinde çantam varya, sen onu alıyorsun, içini açıyorsun. İçinde hani İstanbul'da bir arkadaş bizim beraber bir resmimizi çekmişti, hatırladın mı ? İşte onu alıyorsun. Ben ne yapacaksın diye bakıyorum. Sen benim yeşil kalemimle onu imzalıyorsun ve bana veriyorsun.

Bir de ben sizin evinize gelmişim. Teyzem başka bir odada imiş. Sen bana çok güzel ve yeşil bir vazoyu gösteriyorsun. Hemen kollarımı açıyorum, sana koşuyorum. Rüyamda sana sarılarak, öpüyorum galiba, onu hatırlamıyorum. Sonra sen yeşil ve güzel vazoyu bana veriyorsun. Benim, yalnız benim yeşil sevgilim sensin ! Bak Sermet, neler yazıyorum.

Sen bana en iyi şeyleri müjdelediğin gibi, en fena havadisleri de yine rüyamda anlatıyor ve söylüyorsun.

Bu üçüncü rüya, bundan öncekileri tecrübe ettim. Bunun sonu inşallah iyi gelir. Adeta ne çıkacak diye endişe ile bekliyorum. Hayırdır inşallah.

Hayatım, eşeğim Sermet, geçen Cumartesi günü Ferhan gelmişti. Bilmem bu ismi tanıdın mı ? İstanbul'da gelirdi. Dayımın oğlu, terfi etmiş, onun için gelmiş. Gelmişken beni aldı, gezmeye götürdü. Şimdi boyunu bosunu anlatayım, belki tanırsın. Bir kere sana çok benziyor. Sarışındır. Uzun boylu, kumral saçlı ve saçları daima muntazamdır. Hatta onu İstanbul'lular bir artiste benzetmişlerdi. İsmini hatırlayamadım. Onun da elbiseleri ve gömlekleri daima temiz ve ütülüdür. Nereye gidelim, nereyi istiyorsun, dedi. Sen bilirsin, dedim. Sakın aklına bir şey gelmesin. Keçiören'e gitti. 3 - 4 saat gezdik. Neler söyledi, neler. Bir ara sandala da bindik, hiç oturacak yer yoktu. Haliyle kucağına oturmak mecburiyetinde kaldım. Aksi halde ayakta durmalıydım. Bir ara bana ne dedi, biliyor musun ? Erbil beni öp ! Bende hiç ısrar etmedim ve onu, onun kucağında olduğum zaman boynundan öptüm. Daha sonra artık vakit dolmuştu. Trene geç kalacaktık. Ayaklarım şişmişti. Yine o halde koşuyorduk ve halimizden çok memnunduk. Trene yetişip de yerimize oturduğumuzda, karşımızda iki tane moruk vardı. Yanımdaki adam, onların içi geçmiş falan diye konuştu. Gara geldik. Ve asfaltta konuşarak mektebin önünden kah hızlı, kah yavaş eve kadar yürüdük. Birbirimizi hiç bırakmak istemezken, bıraktık. İşte o adamın trençkotu yeşil, gömleği yeşil, kravatı yeşil, çorapları yeşil, kendisi de yeşildi. Ve onda bahar her şeyi ile gelmişti. Rüzgar onu çok yormuş, sarhoş etmişti. Bu halde o beni bıraktı ve gitti. Günler geçti ve ben onu hala göremedim. Herhalde anladın Sermet, o da sendin, değil mi ? Azıcık seni kızdırayım dedim, fakat yine olmadı.

Sermet, karşılaşacağımız günler yaklaştıkça, her gün birer birer bittikçe anlıyorum. Karşılaşacağımız günlerin sevinci beni yaşatır sevgilim.

Erbil.

14 Nisan 1952
Ankara

Eşek'im,
Bir tanecik canım babacığım.

Sizi görmeyeli gene pek çok oldu. Ne zaman göreceğim ? Artık hiç sabrım kalmadı. Siz de herkesin babası gibi benim yanımda olsanıza. Benimle oynar mıydınız o zaman ?!

Babacığım bu Cumartesi günü öğleden sonra evde kimse yoktu. Annemin rujunu aldım. Aynanın önüne oturdum. Önce dudaklarımı boyadım. Bu gözüme az göründü. Daha pek çok boyanmak istiyordum. O an aklıma çok parlak bir fikir geldi. Sinemalarda gördüğümüz acaip insanlara benzeyebilmek. Ve derhal bu fikrimi tatbik ettim, ama hiç düşünmeden işe başladım. Neye ve kime benzeyecektim ? Hiç, yalnız kesif boyanmak, niye olursa olsun boyanmak. İşte böyle, elimde ruj başladım suratımda peysaja .. Önce, dedim ya dudaklarımı boyadım. Sonra burun deliklerimin kenarlarını ve çizerek onları hudutlandırdım. İlk hamlede işim muvaffakiyetle devam etti. O hal bana yakışacağını tahmin ettiriyordu. Böylece burun deliklerimden başlayarak kaşlarımın ucundan iki paralel sıra halinde çizgiler çektim ve arasını enine çizgilerle doldurarak güzel bir eşeğin sırtına benzettim. İşim çok iyi ilerliyor ve beni de keyiflendiriyordu. Daha sonra gözlerim morukların çukura kaçmış gözlerine benzemeliydi. Bunu da gözlerimi bir beyzi daire içine almakla becerdim. Şimdi sıra alnımda ve yanaklarımda. Çünkü onlar bütün güzelliği ile, haşmeti ile ortaya çıktılar. Onlara da hayvan ve çiçek yapmayı düşündüm. Sonra yapamam diye vazgeçtim. Çünkü aklıma daha esaslı bir fikir gelmişti. Sayılar yazacaktım. Bir kaç tane sayı yazdım. Hoşuma gitmedi sildim. Ve gene ilk ilhamda karar kıldım. Şimdi onları da yaparsam tam istediğim gibi acaip bir surat elde edecektim. İşin sonuna geldikçe heyecanım bir kat daha artıyordu. Derken alnımın ortasına bir martı ve yanaklarıma da birer tane papatya, ama en irilerinden ve saplı olarak. Saplarının mutlaka bir vazoya konarak beslenmesi lazım. Onlara vazolarını buldum ve koydum. Şimdi artık işim bitmiş gibi bir şeydi. Ama bu kadar güzel, acaip surat muhakkak ortada kalmamalıydı. Onu da bir sürü uzun, kısa, enine ve boyuna çizgilerle birleştirerek bu işi de bitirdim. Artık işim bitmişti ve gülme faslının başlaması lazımdı. Ama evde kimse yokki. Yarım saat yorularak bekledikten sonra sıra ile hepsi geldiler. Beni o şekilde gören gülüyor, gülüyor, gülüyordu.

Sonra ne oldu bilir misin ? Misafir gelecekmiş diye bir haber geldi. Yıkanmak lazım. Ne ile ? Su ısıttım, soda attım, sabunlu bezle iyice ovdum. Çıkmaz allah, çıkmaz. Şimdi ne yapacaktım ? Bu allahın belası surat temizlenmeli idi. Artık bütün kuvvetimle çıkması için ovuşturuyordum. Ama ne gezer. Suratım artık acımaya başladı. İş olacak gibi değil. Annem, Erbil, bir de gazla temizle, çıkar dedi. Artık biz mobilya temizlemeye başlamıştık. Yüzüm cayır cayır yanıyordu. Suratım iyice (çamaşır yıkayanların elleri gibi) açılmıştı. Dehşetli yanıyordu. Sonra da talk pudrası sürdüm. İstediğim acaip suratı şimdi bulmuş oldum. Ve çılgınlığım sona erdi.

Bugün Pazartesi, mektebe gidemedim. Yarın da şüpheli. İşin sanırım böyle biteceğini bilsem, yapmazdım galiba. Son pişmanlık fayda vermedi. Şimdi suratım hala acıyor. İnşallah ayın 21'ine kadar bir şeyim kalmaz. Geçmezse o suratla gelmem, ama herhalde geçer.

İşte canım babacığım tatilimi can acısı içinde geçirdim. Başka hiç bir şeyim yok. Siz nasılsınız ? Siz ne ile vakit geçiriyorsunuz ? Bana artık herhalde benim mektuplarım kadar kısa bir mektup yazarsınız, değil mi ?

Eşek babacığım sizi artık pek çok özledim. Siz beni sevmiyor musunuz ? Hiç aramadınız, ama ben sizi hep arıyorum. Bize geldiğiniz zaman artık sizi hiç bırakmayacağım.

Sermet, sana iyi günler, iyi hafta günleri diler, mektubuma son verir, sonsuz sevgilerimi mektubumun her sayfasına yükleyerek yollarım. Senden ayrı olduğumuz günlerin bir, beraber olduğumuz günün ise sonsuz saatler olmasını istiyorum.

Erbil.

16 Nisan 1952
Ankara

Sevgili Erbil'im.

Bundan evvel yazdığım mektubu telefonla yaptığımız konuşmada beğenmediğinizi söylemiş ve sert bir hareketle telefonu kapamıştınız. Maalesef mektup yazmak kabiliyetim olmadığı için, bu seferki mektubum da maalesef geçen seferki mektubumdan farklı olmayacaktır.

Geçen sefer yumurta kapıya geldiği zaman yazarsan öyle olur demiştin. Bu sefer ise yumurtanın kapıya gelmesini beklemeden, hatta yola çıkmadan yazmaya başladım, ama neye yarar ..

Resim istemiştin .. ben de temin ettiğimde vereceğimi söylemiştim .. vermeye kalmadan taarruza geçtiniz. Bombardımanlarınız karşısında tutunamadım. Bu kadar asabiyet, şiddet ve dehşet niye idi bilmem. Beni ihmalcilikle, size kıymet vermemekle itham ediyorsanız aldanıyorsunuz. Bu gibi şeyleri, o gibi şeylerle ölçmemenizi bilhassa rica edeceğim.

Telefonda müjdelediğiniz mektubunuzu da büyük bir sabırsızlıktan sonra aldım. Telefonla fazla konuşamadığımız için bilmem bana kızdınız mı ? Zira bugünlerde bana fazla kızıyorsunuz. Öyle tahmin ediyorum. O gün bozuk telefonu söküyorlardı. Aradınız. O vaziyette konuşamayacağım için müsaadenizi istedim. O durumun da seni sinirlendirdiğini tahmin ediyorum. Her nedense bugünlerde fazla sinirli gözüküyorsunuz. Bu haliniz mektubunuzdan da belli. Birçok şeyler yapmışsınız, ama ben bunlardan pek birşey anlamadım. Daha doğrusu anlayamadım. Yalnız iyi alaylı mektup yazma kabiliyetinizi öğrendim, o kadar.

Senden de benimki kadar uzun mektup beklerim diyorsunuz. Alaylı mektup yazamadığım için benimki sizinki kadar uzun olmayacak. Maamafih mektubunuzun alaylı tarafını çıkarırsak geri kalan kısmının da bir hayli uzun olduğunda müsterihim. Onun için burada da kesebilirim, ama bu sefer de darılacaksın, o ne biçim mektup, nasıl ifade, falan, filan ..

Can Erbil, niye böyle her şeyden mana çıkarıyorsun .. en ufak bir kelimeyi tefsire kalkıyorsun .. halbuki ben, bir çok defalar da söylediğim gibi, öyle manalı, üstü örtülü kelimelerle konuşmuyorum .. her şey üzerinde de durmuyorum .. Senin de öyle olmanı istiyorum. Fakat bu isteğim herhalde yerine gelmeyecek gibi ..

Bu mektubumun içine bir de resim koyayım dedim. Sonra vazgeçtim. Zira geçen sefer, artık kıymeti yok .. istemem demiştin. Bu sebeple resim koyup seni üzmek istemedim.

Erbil, günler, uzun ve sıkıcı olmasına rağmen geçiyor .. dört gün sonra beraber olacağız. Bu satırları okurken ise önümüzdeki buluşma günümüzü beklemeye başlayacağız. Beklemek .. ah .. bu beklemek ..

Sen sevmiyorsun .. hiç aramıyorsun, diyorsun. Sevmeyi aramakla ölçüyorsan haklısın Erbil .. içinde bulunduğum şartlar maalesef seni aratmıyor. Ben de bunun ıstırabı içindeyim. Ne yapayım ki, bu hayata boyun eğmeye mecburum. 9 - 12, 2 - 6'dan sonraki bütün gün ve saatlerim senin. Fakat o zaman da senin imkansızlıkların karşımıza dikiliyor .. böylece günlerimiz hep ayrı geçiyor.

Pazartesi buluşmak ümidiyle allahaısmarladık. Güzel ve sevinçli günler dilerim.

Sermet

16 Nisan 1952
Ankara

Yeşil yaramaz.

Tekrar telefon etmeye cesaretim olmadığı için ikinci defa mektup yazıyorum. Sakın mektupları dağıtan arkadaşı da aldılar deme. Çünkü telefondaki halin ne idi ? Kısa, kısa cevaplar ve kapatmak. Herhalde mühim bir vaziyet olması lazımdı. Ne kadar tahmin etsem isabet ettiremem. Onu yapabildiğim an hiç üzülmeden yaşamanın yolunu bulmuş olurum ki, bu da insanlık için önemli bir keşif sayılır.

Dediğin gibi, Pazartesi günü gelecek misin ? Yahut izin alabilecek misin ? Onlar hakkında benim nereden haberim olacak ? Eve mektup yazamazsın, telefonu aldılar, peki ben ne yapayım ? Sabırla beklemekten başka çarem yok. O gün tam 14'e 20 kala oraya gelirim. Seni bulamazsam dönerim. Buda benim için bilmiyorum ne demektir. Nisan'ın insanı aldatan havası bize de tesir etti. Asabımızı bozdu. Belki de telefonu kapatman bana bir ceza idi.

Gelelim benim hava işine. Dün akşam amcama, bizim mektebin arka tarafındaki Verem Pavyonu'ndan havamı almak istediğimi, herhalde daha iyi ve acıtmadan veriyorlardır diye belirttim. Uygun dedi. Bu Pazartesi biliyorsun havam var. Erol'u da o gün beraber gidelim, sen benim vaziyetimi öğren, bana söylemiyorlar diye razı ettim. Yine kimsenin bir şeyden haberi yok. İşte benim hava işim de böyle.

Seni hiç sormadım. Hayatım nasılsın ? Ne alemdesin ? Seni görmeyeli bir hayli oldu. Pek çok da özledim. Sıhhatin nasıl ? Nezle filan olmamaya dikkat ediyorsundur, ama benim aklıma geldiği için hatırlattım. Çünkü ben bugünlerde nezle olmuşum. Allahtan ilk duam önce ikimizin sıhhatlerinin normal olmasıdır. Ondan sonra da bu buluşma günlerinin muntazam olamasıdır. İnşallah dualarım kabul olur ve seni 21 Pazartesi günü 14'e 20 kala görürüm.

Bu mektubu derste acele olarak yazdım. Herhalde anlamışsındır. Önce sana ve bana neş'eler diler, sonra seni göreceğim günlerin de şen ve sıhhatli olmasını diler, mektubuma son veririm. Sonsuz sevgi ve ... gönderirim.

Erbil.

19 Nisan 1952
Ankara

Canım.

İkinci mektubun beni çok sevindirdi .. Hele şükür .. bu mektupta seni sevinçli ve neş'eli buldum .. Bilakis sen de beni asabı bozuk buluyorsun. Gerçi içimde sebepsiz bir üzüntü var, ama senin izam ettiğin kadar değil. Neş'em, sıhhatim fena değil. Bütün üzüntüm, öbür mektupta da yazdığım gibi, imkansızlıklar karşısında buluşamamaktır. Ben de özledim. Hem de pek çok .. Pazartesi'ni iple çekiyorum. Zorla Cumartesi geldi. Arada bir Pazar var. Allah acırsa Pazartesi'ye bir mani çıkmaz.

Benim kısa kısa konuşmam, telefonun kapanması gibi ufak tefek seni üzen nahoş şeyler oluyorsa da .. bunları hoş görmen, büyütüp sinirlenmemen lazımdı. Zira bu kabil hadiseler isteğim dışında oluyor. Yoksa seni hiç bir zaman üzmek, kırmak istemem .. hem de niye .. ortada böyle şeyleri yaptıracak bir hadise de yok ki .. ama sen gene kurar, tefsir eder, kendini üzecek bir şey bulursun .. o da başka, değil mi ?

Telefonumuz sadece değiştirildi. Temelli kaldırılmadı. Onun için görüşebiliriz. O kadar üzülme canım.

Hava yerini değiştirdiğini yazıyorsun. Buna çok sevindim. Oradan kurtulduğun için gözün aydın diyecek .. fazla bir şey yazmayacağım.

Bugün Cumartesi .. neredesin .. ne yapıyorsun .. sinemada mısın .. allah bilir ? İki saat sonra da ben hürriyete kavuşacağım. Öğleden sonrası için hiç bir programım yok. Üç haftadır Cumartesi'leri programsız gidiyor. Sinemayı da bıraktık.

İşte böyle canım. Daha fazla yazarsam Pazartesi'ye bir şey kalmayacak. Onun için müsaade et burada bırakayım.

Sevgilerimi yollar .. iyi günler dilerim.

Sermet.
(Mektubun son sayfasına, sayfa büyüklüğünde nefesi burnunda, kulağında 'ET' küpesi olan bir eşşek çizilmiş.)


27 Nisan 1952

Biricik sevgilim

Bugün Pazar. Annem mutfakta, babam da dipteki odada. Ben de seninle beraberim. Biraz itersem suya düşeceksin. Suya mı düşeceksin ? Hayır, doğruca benim kollarıma düşeceksin. Çünkü avucumdasın. Saat bir hayli ilerlemesine rağmen miskinlik kalkmamı güçleştiriyor. Yatağım sıcacık. Hava da ne kadar tuhaf. Önce yine biraz kendimden bahsedeyim. Sonra dağınık odamı anlatayım. Yatağım ve sen, ayak ucunda bana ait bir yer var ve onun yanında bir sehpa var. Üzerinde büyük bir vazo, içinde çok güzel leylaklar var. O kadar güzel kokuyor ki ! Bu kokular insanları (bazılarını) belki düşündürürler, ama sakin yerde herhalde. Gürültülü hava içinde olmuyor. Şimdi radyo denen gürültü kutusu da haykırıyor.

Bir haftadır ne yaptın ? Pazar'ı nasıl geçirdin ? Yine aynı şekilde yoruldun mu ? Bunu okuduğunda herhalde Pazartesi ve saat da 11 vardır. Hayırlı haftayı geçirdikten sonra inşallah güzel bir Pazartesi'ye kavuşacağız. En güzel günlerimize kavuşacağız, ama nasıl olacak ? Saat 4 ve 6 arası, peki ayrılış saati memurların sokakta olduğu zaman, değil mi ? Kimsenin hiç bir şey bilmesini istemediğimize göre bu saati de değiştirmeliyiz. Sermet, sana şimdi bir çare yazacağım. Muafık görürsen Salı günü telefon edeceğim. O zaman müsbet veya menfi cevap verirsin. Eğer uygun değilse eskisi gibi kalsın.

Diyorum ki, Pazartesi günü siz 12'de çıkıyorsunuz 1.30'a kadar yemeğini yersin, Ulus'a inersin. Ve saat 3.30'a kadar Meclis Parkı'nda beraber oluruz. Veya başka yerde. Maksat 1.30 - 3.30 arasına rastlatmak olsa eskisi gibi veya bu şekilde karşılaştığımız zaman bu günleri kararlaştıralım. Tatil günlerinden hiç istifade mümkün olmuyor. Hafta tatilleri de işe yaramıyor. Geride kalan günler de mahdut. Asıl bunda fedakarlığa sen katlanıyorsun. İzin almak için boyun eğmek mecburiyetinde kalıyorsun ki bu her şey için yapılamaz. Şimdi benim de buna karşı yapacak bir çarem var. 15 gün sonra sen izin alma, bir Cumartesi veya Pazar günümü sana veririm. Böylece ayda bir sen izin almış, ben de günümü vermiş olurum. Ondan sonra da hayırlısı. Zaten ben 1 veya 1.5 ay sonra İstanbul'a gidiyorum. Allah kısmet ederse, mektuplaşarak o zaman da hiç ayrılık hissettirmem. Gelince de yine mektep ve kış mevsimi başlıyor. İnşallah yine ışıklarda bir arıza olur. Yahut da biz açığa vururuz. Yahut güzel bir hal çaresi bulur, tatlıya bağlarız. Sen biraz istekle işe başlasan, öyle tahmin ediyorum ki tatsız hayat sona erecektir. Hayata darılma. Kendine azap çektirmekle beni kahrediyorsun. Yine de bu yazdıklarım bir şeye istinat etmiyor. Yalnız şimdiye kadar seni tanımakla beraber, yine seni hiç bilmiyorum. Sen yine bana Lütfiye hanım teyzenin anlattığı Sermet'sin, yahut bana karşı çapkın sevgilim Sermet'sin. Ne sen beni biliyorsun, ne ben seni. Sana istediğim gibi arkadaş olamıyorum. Ve hallerim şımarık bir çocuktan da ileri gidemiyordu. Bunun için bana hayali bir plan anlat. Ona göre hareketlerimde çok samimi olayım. Ve beni o kadınlardan birisi olmak mevkiinden kurtar. Şimdi bir nida. Sermet bu yazdıklarımı asla derinleştirme ! Beni pek çok üzersin.

İstediğin her şeyi yapabilirim. Yalnız hayata biraz istekle başla, senden yalnız rica ile bunu istiyorum. Kabul etmek senin meziyetin olacak. Sevgili Sermet, hiç bir şeyi tefsir etmem. Bilhassa aptallığa varacak kadar saf bir insanımdır. Bu ondan da fena bir hal gerçi, ama işte ne yapayım. İçinde bulunduğum hayat beni bu şekilde yetiştirdi. Mektuplarını okuduğum zaman kendimi ağlamaktan alıkoyamadım. Ben bu kadar kötü bir insanmıyım, diye. Şakalarım (Sermet'çe) alay mı kabul edilecekti ? Bunu ben yapabiliyor muyum ? Ve söz verdim, bu şakalarıma elveda. Gör ne kadar olgun ve senin istediğin gibi ve sana layık bir insan olacağım. Eğer sen benim böyle olmamı arzu ediyorsan, arzuların var demektir ve hayata emin olarak bakabilirim. Aksi halde hayat hiç bir şey ifade etmezleşir. Gayesiz yürüyüş nerede biter ? Bizim ideallerimiz olmayacak mı ? Sen susacaksın, ben cesaret almayacağım ve ben de susacağım. Sermet, bunlara rağmen susmak ve sabır yalnız benim prensibimdir. Bu fikirler beynimi en kızgın bir vida gibi her gün oysa bile ben yine susacağım. Ve senin düşüncelerini sabırla bekleyeceğim. Her geçen gün ömrümüzden eksilmiyor, karşılaşacağımız günleri yaklaştırıyor biricik canım.

Erbil.

1. Pişmanlıklarım için özür dilerim.
2. Bu mektubu gören karınca duası zannedecek, Erbil.
3. Muhabbet bağına girdim bu gece.
4. Ağlamakla, inlemekle ömrüm gelip, geçiyor.
5. E. S.
6. E. Kayıhan.
7. En güzel günlerimizi geçirebiliyorsak ne mutlu bize, Erbil.
8. Hiç boş yer bırakmayacağım.
9. Kendimi anlattım, seni sormadım diye kızma. Seni gördüğümde bunların cevabını bakışlarından alıyorum. Senin sıhhatin benim demektir sevgilim.
10. Şuraya da ne yazayım ! Ha: Sermet ne olur bu mektubumu neş'e ile mi, yoksa öfke ile mi okuyacaksın, bana anlat emi ?
11. Sermet gülsene. Haydi birkahkaha at.
12. Hayatı gel içelim, gel içelim bu sedef kadehlerden.
13. Sermet kızma emi, seni oyalamak için bunları yazıyorum.
14. Sensiz geçen her günüm gecelerden de siyahtır.
15. Hayatım - Ümidim - Sevgilim - Canım - Sermet'im.
16. Sermet, şimdi ne yapıyorsun ? Vaktini almadım, değil mi ? Bunu nerede okuyorsun ? Hele bunları yazdım diye, kimbilir ne kadar kızıyorsun, değil mi ? Hayır, kızma sevgilim. Ancak ayrı olduğum zaman teselliyi böyle buluyorum. Saat şimdi tam 3. Artık seni bekliyorum, belki gelirsin (eve).
17. Artık yazacak yer bulamadım. Burası son olsun. Sevgiliye öpücükler, Erbil.

5 Mayıs 1952
Ankara

Canım Erbil'im.

Nihayet beklediğim gün geldi. Ama şimdi de bir türlü öğle olmak bilmiyor .. Günlerimi ne kadar sıkıntılı geçirdiğimi anlatamam. En güzel anlarım yanında olduğum anlardır.

Canım .. Bana ateşim diyorsun .. Bu ateş senin sevginle yanıyor .. Bu ateşi yakan sensin .. Sen olmadınmı ateş .. sönük bir kömürden farksız oluyor ..

Hayatım .. mektubunda bahsettiğin hususlara burada cevap veremeyeceğim, gene susacağım. Fakat hakikatte sustuğumu zannetme, her zaman seni ve o .. mevzuyu düşünüyorum. Kafamın içi hep onlarla meşgul .. Bunları yazı ile izah etmek ve anlaşmak güç olacağı için bu hususları beraber olduğumuzda, vaktimizin bol olduğu bir zaman uzun uzun konuşuruz, olur mu hayatım ?

Seni gene özledim .. zaten özlemediğim gün yokki .. Şairin dediği gibi senin yanında bile sana hasretim. Can Erbil'im dün Pazar'dı, bekledim .. Belki sen de bekledin .. Her ikimiz de beklediğimiz için birbirimizi bulamadık. Hiç olmazsa birimiz beklemeseydi de buluşsaydık .. olmadı tabii ..

Kadere boyun eğmeye alıştık, değil mi ? Her zamanki gibi dün de bahçede, öğleden sonra da içerde bir hayli çalıştım. Şimdi kollarım gene ağrı içinde .. Dairede arkadaşların izinli ve hasta olmaları ile de işler bir hayli arttı. Velhasıl hiç bir yerde rahat yok.

Sen nasılsın, sıhhatin, neş'en yerinde mi ? Her şeyi ince ince düşünüp, kurmuyorsun ya ..? Bu sefer hava için nereye gittin ? Eskisine mi yoksa yeni yere mi ? Beraber olduğumuzda havadis alırım. Bir Mayıs günü de kimbilir ne kadar gezip, eğlendin .. Ben de hiç bir yere çıkmadım, iyi mi ?

Canım, hayatım, burada son vereceğim, biraz da buluştuğumuz zamana havadis kalsın ..

Hasretle kucaklar, en iyi temennilerimi yollarım.

Daima şen ve sevinçli ol.

Sermet.
(Bu mektup Olgunlaşma Enstitüsü ve Gençlik Parkı'nın fotoğraflarının arkasına yazılmış.)

14 Mayıs 1952
Ankara

Canım ateşim.

Sana Yarasa'ya gittiğim zamana ait bir söz söylemiştim. "Rüyalarımda bile bu kadar güzel bir şey görmedim", demiştim. Şimdi bu düşüncemin yanlış olduğunu bana verdiğin iki mükemmel kartınla anladım. Birincisi Gençlik Parkı: İlk defa ateşi üflediğimiz unutulmaz güzelliğin, yeşil hatıralarımızın saklandığı şirin köşemiz. İkincisi okulumuzun camı ! Hayatta bir yolum ve idealim var. Sen bunları bana öğrettiğin gibi, ince zevkinle, canlı hatıralarınla renklerim, kendinle de kuvvetim oluyorum.

"Ateş Sermet, yeşil ateş, ümidimin ateşi ve hayatımı ısıtan, ısıtacak ateş", işte hayatımın en kısa özeti.

Bu kadar güzel hediyeler için teşekkür edebilmek mükemmel, ama hangi kelime ile ? Yanında olsam belki memnuniyetim bunu anlatabilir. Ama şimdi sen görmüyorsun. Hiç olmazsa Sermet, ifademden anla ! Yeşili çok seviyorsun. O rengin genişliği bir teşekküre denk olsun.

İstediğimi onların üzerinde bulamamakla beraber, o kadar da sıkılmıyorum. Bana vaadediyorsun, bununla avunabilirim ve düşünerek günlerimi geçirebilirim.

(17 Mayıs Cumartesi ve 14.30) en uzak gün ve saat. Bazan saatler bir koşucu gibi hızla geçip, giderler. Ama bazısı bu gidişin aksine sanki geri geri giden bir insanın varacağı yere ancak 1.5 misli geç gitmesi gibi sıkıntılıdır, öldürücüdür, kahredicidir.

Sermet - Sen - Sevgi: En güzel kelimeler -S- ile mi başlıyor ? Nedir bilmem. Bazı başka -S- harfli isimler: Sevinç - Su - Serin - Serap - Susamak - Sümbül - Seher ..vs Görüyorsun en güzel kelimeler -S- ile başlayanlardır.

En fena kelimeler alfabemizin baş ve son harflerine rastlıyor: Ayrılmakla Zehir gibi. Şimdi mektup yazarken nerelere gittim. Bilmecemsi bir oyun gibi bir şey oldu.

Şimdiye kadar geçen haftalar içinde seni bu kadar çok özlememiştim. Şu an mektubuma başlayalı hiç olmadıysa 4 kere kalktım, oturdum. Mektepte yazayım dedim, o da böyle muratsız oldu. Bu gün yemek atelyesindeyiz. 9'a çeyrek kala işlerimiz bitmiş olurdu, yazabilecektim ama .. O bir şey söylüyor, o güldürüyor. Doğru dürüst kafamı yorup yazmaya vakit bulamıyorum.Yine de postaya yetiştireceğim. O kadar neş'eliyim ki Sermet, bu kadar olur.

Şimdi de Amerikalı 4 hanım geldi. Bizim atelyelerin böyle davetsiz misafirleri pek fazladır. Yalnız giyimleri gözümüzü alır. İçlerinde bir tanesi hoşuma gitti. Tıpkı renkli filmlerdeki renkli artistlere benziyordu. Lacivert incecik bir elbise giymişti. Kendisi de beyaz ve pembe. Sarı saçlarını da topuz yapmış. Çok hafif de makyajı vardı. Öyle şirin olmuştu ki. Bir çocuk gibi boynuna sarılıp sevmek istedim, sevemedim. Bak yine -S- ile başlayan iki kelime buldum: Sarılmak ve sevmek.

Şimdi bana müsaade et sana bu kelimelerle allahaısmarladık diyeyim.

En iyi günler -S- harfi ile başladığına göre, günlerimiz onlarla geçsin. Sermet, Erbil -S- harflerinde daima beraber olsun.

Erbil.

17 Mayıs 1952
Ankara

Erbil'im.

Mektubumun tarihini görüp de, gene mektup yazmayı son güne bırakmış, bugüne kadar ihmal etmiş diyeceğini tahmin ettiğim için işe bundan başlıyorum .. Evet .. maalesef gene öyle oldu.

On gündür dairede boş vaktim yok. Sabah 8.30'da geliyorum, akşam da 7, 7.30'dan evvel çıktığım yok. Evde de son günlerde gördüğüm misafirlerle huzurum kaçtı. İyiler, hoşlar, ama gördüğüm çocuk herşeye tuz, biber ekiyor. Duman attırıyor. Biz böyle şeylere alışmadığımız için çok zor oluyor ..

Bu bir kaç satırı da iş arası yazmaya gayret ediyorum. Fakat mütemadiyen oturup, kalkmak şartı ile ..

Erbil'im bana hayat ve neş'e veren her iki mektubunu da aldım, teşekkür ederim.

Günlerdir büyük sabırsızlıklarla beklediğim gün de geldi .. geldi ama .. benim meşhur şansızlığım da beraber tabii .. yağmur bütün hızı ile devam ediyor .. Saat 11.45. Yazdığım bu satırların cebimde kalacağından korkuyorum. Sabah evden çıkarken her zamanki gibi tedbirsiz çıktım .. Trençkot almadım .. Yağmur yağar da gelemezsem ve seni oralarda bekletirsem diye korkuyor ve üzülü (kelimeyi tamamlayamadım, telefon çaldı .. ve sevgili Erbil'ime kavuştum) şimdi kelimeyi tamamlıyorum; üzülüyorum.

Şimdi de 2'ye 10 kala yağmur dinse diye dua etmeye başladım.

Erbil'im, bugün seninle güzel güzel konuşacağımızı ümit ediyordum. Fakat olmayacak .. bu kavuşmamızı gene ileriki günlerden birine bırakacağız.

Artık sükut etme .. ille yaz diye israr ediyorsun .. Bu israrına rağmen yazmayarak bu mevzuyu konuşarak halletmek fikri ve kararında israr edeceğim. Yalnız senden ricam .. isteğimi yerine getirmedi, beni kırdı dememen. Zira böyle düşünüyorum .. Senin dediğin gibi de sükut etmek istemiyorum, ama çok seyrek buluşmalarımız ve buluşmalarımızın kısa ve konuşulacak yerde olmaması gibi sebeplerle konuşamıyorum .. nitekim bugün de sinemada konuşmamız mümkün olamayacak. Konuşmaya başlasak etrafı rahatsız ederiz, değil mi ateş kız ?

Gene mektubunda seninle anlaşamayacak acaba ne gibi hatıralarım var .. bana söyle tashih edeyim diyorsun .. Ben böyle bir şey kastetmemiştim. Üzerinde durduğum noktalar sana değil, kendime aittir.

Zaman kalmadığı için burada kesmek mecburiyetinde kaldığım için özür dilerim. Çok kısa oldu, değil mi ?

Şimdilik allahaısmarladık ..

Biraz sonra beraber olmanın sevinci içinde bırakıyorum.

Şimdilik sevgiler ve iyi günler.

Sermet.

20 Mayıs 1952
Ankara

Canım Erbil'im.

Üzücü bir tatilden sonra bu sabah işime dönmüş bulunuyorum. Üç gün yağmur .. Tabii bu aynı zamanda içime de yağdı. Ve korktuğum da başıma geldi. Yazdığım mektup da cebimde kaldı.

Günlerce beklemek .. ve ondan sonra buluşmanın sevinci ile koşup gitmek .. ve nihayet ümit kesilerek dönüş ..

Sevgili Erbil'im, seni pek çok özlemiştim. Cumartesi günü öğleni zor yaptım. Yağmur başlayınca neş'em kaçtı, ya gelemezse diyordum .. Yemekten çıkınca yağmur çiseleme halinde idi. Koşarak durağa geldim. Troleybüsten indiğimde saat 2'ye çeyrek vardı .. Sinemanın (Büyük) antresine girip seni aradım, yoktun. Antrede de daireden arkadaşlarlar vardı, onlarla selamlaştım .. ve daha vakit var diyerek kapıya çıktım. Yağmuru seyrediyor ve yolunu bekliyordum .. henüz gelen giden yoktu. Bu arada Nesin arkadaşı ile gelmez mi ? Aksilikler birbirini kovalıyordu. Onunla da biraz konuştuk, içeri girdiler .. Ben de sabırsızlık içinde kıvranıyordum. Niyetim seni alıp Ankara'ya gitmekti .. Zira Büyük Sinema bizim için buluşulacak yer olmaktan çıkmıştı.

Fakat bu beklemek netice vermedi. Yağmur sebebiyle gelemeyeceğini düşünerek içeri girdim, ama o da yağmurda gidememek mecburiyetinden .. İçeride film mi seyrettim, azap mı çektim, onu allah ile ben bilirim.

Bir taraftan da yağmur da gelemeyişine iyi ettin .. Benim yüzümden hastalanabilirdi de diyerek kendi kendimi teselli ediyorum.

Sinemadan çıktığımda yağmur dinmişti. Antrede biraz daha bekledim .. çaresiz .. otobüs ve dolmuşa atlaya atlaya ve bir hayli ıslanarak eve geldim.

İşte sevgilim Cumartesi gününün hikayesi. Sen ne yaptın bilemiyorum ?

Tatil günleri de yağmur, evin kalabalığı ve seninle buluşamamanın ıstırabı ile nasıl geçti bilmiyorum ..?

Belki bir mektubunu bulurum diye daireye kendimi zor attım. Birşeyler yoktu .. Senden bir şey çıkıncaya kadar sükut etmek kararı ile yazılarıma burada son vereceğim .. Güzel günlerde seni görmek ümidi ile allahaısmarladık sevgili Erbil.

Sermet

20 Mayıs 1952.
S. 17.-

Erbil !

Nihayet sesin duyuldu. Telefona çağrıldığım zaman sevinçle koştum. Fakat bu senin için pek azdan daha az sürdü.

Cumartesi günü gelemedin mi ? Geldi isen nasıl oldu da birbirimizi göremedik ? Hiç bir şey öğrenemedim.

Yalnız soğuk bir telefon konuşmasından sonra "dona kaldığını" öğrendim ve ben de "dona kaldım". Ve şimdi yazacak kelime bulamıyorum. Zira beklediğimi söylediğim halde yalancı mevkiine düştüm.

Hoşçakalın.

Sermet.
(Bu mektup bir önceki aynı tarihi taşıyan mektup ile aynı kağıda yazılmış.)

25 Mayıs 1952
Ankara

Özlediğim ateşim.

Mektuplarını alalı bugün 5 gün oldu. Cevap veremediğim için bana kızma. Her gün istediğim halde yazamadım. Sebepleri muhtelif. Kah Erol, kah Erkul haydi bir yerlere gidelim diye alıp alıp götürdüler. Gündüzleri de - tahmin edersin mektep devresi olduğu için - yazamadım. Bir hayli sıkıştık. Bazan çalışma saatleri kafi gelmiyor. Eve bile geç geldiğim oluyor. Bu sıkışık durum 31 Mayıs Cumartesi günü bitecek. Sonra 2 tane imtihana gireceğiz. Ayın 9'unda serbestim demektir.

Gittiğim yerleri kısaca yazayım mı ? İster misin ? İlk defa Muammer Karaca'ya gittik. Ben ilk defa göreceğim için çok merak ediyordum. Ama hiç hoşuma gitmedi. Tıpkı İstanbul çiçekleri gibi idi. Sonra biz okulla Baraj'a gittik. O gün çok eğlendik. Perşembe günü gittik, kimsecikler yoktu. Yalnız 4 çift vardı. Sonradan gördüm. Gezen 2 çifte rastladık. Başka hiç kimsecikler yoktu. Çok güzel eğlendik. Akşam 18.30'da Ulus'ta idik. Şoföre rica ettik, Çankaya'ya da çıkardı. İyice yorulduk ve döndük. O gün de öyle geçti. Dün yengemler geldi, oturduk, konuştuk. Sonra Hamiyet'e gidelim dedik. Karar verildi, biletler alındı. 10'a 5 kala da evden çıktık. Oraya gittimizde de yağmur yine hafif çiseler halinde vardı. Meğer yazlık bahçede söyleyeceklermiş, tehir edilmiş. Neyse dönüşümüz bir ömür oldu. Belki Hamiyet'i dinleseydim bu kadar eğlenmezdim. Çok güldüm. Eve geldik. Erkul, "hadisenize bir Baraj", demez mi ? Hepimiz de hevesli bindik, ver elini Baraj. Saat de herhalde 10.30 oldu. Şarkılar başladı. Kocaman, havaleli otobüs, zaten bende bir zıp zıp topundan farksız. Bir zıplatıyor, kafam tavana çarpıyor. Kah sağa, kah sola fırlatılıyorum. Halimi görüp de gülmemek elde mi ? Gidip gelinceye kadar gülmekten hiç halim kalmadı. Hepsi de aynı şekilde.

Bugün Pazar. Erkul Sivas'a gitti. Mühendisleri götürdü. Erol da amcama yardım etmek için gitti. Annem dikiş dikiyor. Ben de ders çalışıyor pozunda kağıt defterin arasında sana bunu yazıyorum. Babam da mutfakta tamirle meşgul. Bu haftam seni neş'eli gördüğüm için çok neş'eli geçti.

Bu gün ve günler çok iyiyim. Ancak kendimi iyi gördüğüm zaman seni iyi görmek arzusu ile seni her zamanki gibi iyi hatırlıyorum. Nasılsın ? Sağlık raporunu bugünlerde hiç ağzına aldığın yok. Eh, yemeklerini kafi miktarda yiyorsundur, değil mi ?

Yine kendimi işin içine sokacağım: Bu 4 - 5 gündür bir iştahım açıldı, yelken gibi dilimleri silip süpürüyorum.

Nasıl evinizi boyattırdınız mı, yaptırdınız mı ? Ne renk yaptırdınız ? Evinize Ramazan girdi mi ? Misafirleriniz gitti mi ? Allah yine kavuştursun. Canım ateşim ! Bu gün Pazar biliyorsun. Bizim evde kimse yok. Can sıkıntısından patlayacağım. En son ve iyi çare radyoyu dinlemek. Ama nasıl dinlemek, hiç fasılasız. Temsili de kendi kendime .. talihim nedir acaba ? Bu temsil benim olsun dedim. İsmi; "Bir yılbaşı hediyesi", idi. Çok hoşuma gitti. Bilmem dinleyebildin mi ? Sermet sermaye tükendi. Yazılacak şey kalmadı. Sana şiir yazayım, okur musun ?

Bir dost isterim

Bir dost isterim
Öyle bir dost ki
Beni dudaklarımda Fuzuli'nin gazeli
Davut'un sesi olduğunda değil
Ben olduğum için sevsin
Dante'yi sen de tanırsın
Hayranıyım Rousseau'nun, Lamartine'nin Balzac'ın
Neye yarar
Aradığım ne bir şiir mecmuası ne roman
Ben
Benim için çarpan bir kalp isterim
Öyle bir kalp ve dost ki
Gözlerinde dürüstlüğün ışığını
Samimiyetin kıvılcımını
Görebileyim
Onun yanındayken
Hatta sükutun kanatlarında
Bir huzur alemine uçayım
İçimde kopan fırtınalar, önünde çırpınırlar
O bana
Emniyetle sığınabileceğim bir liman olsun
Kederlerimin tesellisi
Neş'emin mevzuu
"Arkadaşın" diyen değil
"Arkadaşım" diyeceğim bir dost isterim

S. R. Tagor'dan.

O bir kır çiçeğinin, arza yakın oluşu gibi kalbine yakındır. Ona karşı aşkım sonbahar sellerinin bastığı zamanki bir nehir gibi bütün dolgunluğu ile akan, ve asude bir feragatle koşan hayatımdır. Şarkılarım küçücük bir derenin çağıltısı gibi aşkınla doludur.

Bütün yıldızları ile semaya ve bütün güzelliği ile dünyaya sahip olmak isterdim. Fakat sadece o benim olsaydı, bu arzın en küçük bir köşesi ile iktifa ederdim.


V. Hugo'dan.

Sevgiliye

Eğer kral olsaydım, çiğneyerek tahtımı
Memleketin halkını, dizlerine sererdim
O kudretli hükmünü, bütün tacı, tahtımı
Bir tek bakışın için sana feda ederdim.
Eğer allah olsaydım, şu kıymetli, şu derin
Denizlerin, göklerin, semaların, her yerin
İrademin önünde eğilen meleklerin
Sevgilim bir busene hepsi senindir, derdim.


Ateş ! Biraz önce sermaye tükendi demiştim. Meğer yeni yeni yazmaya başlıyormuşum.

Biraz da mektuplarına döneyim. O gün yan yana olduğumuzda, bunun içinde üzülecek kısımlar varsa muteber değil dedin. Öyle merak ediyordum ki, ne yazdı, kızdığı zaman ne yazıyor diye. Açtım, okudum. Beni üzecek manalar yoktu. Yalnız senin üzüntülerin belli olmuştu. Onun için üzüldüm. Sermet, nedense ben istediğim manevi şeyleri bulamadığım an çok sarsılırım (Maddiyat benim alakamı çekmez). İşte o zaman, kısa bir an hayattan dahi uzaklaşmak aklıma gelir. Fakat bu hal bana yakın birisinin ehemmiyetsiz denilecek kadar bir alakası ile yok olur. Tamamiyle hareket tarzımı bir ilkbahara benzetirim. Ufacık bir hareket beni azapla kıvrandırmaya yeter. Bu uzun sürmez. Çünkü huyum ihtizarı böyle olamam. Ağlarken dahi güldüğüm anlarım olmuştur. İşte benim en kötü huyum budur.

Sen daima bana her şeyi iltizam ediyorsun diyorsun. Halbuki bunun aksini sana ispat etmek isterdim. İzam etmek, kin tutmak gibi kütü his, huyun karşılığıdır. Tıpkı bir kelimenin baştan sona, sondan başa doğru okunuşu gibi. O gün bana kin tutarmısın diye sordun. Şimdi de yine belki bana izam ediyor diyeceksin. Ama bunlar senin aklına nereden geliyor ? Benim zerre kadar aklımdan geçmeyen şeyleri şimdiye kadar ilk defa senden duyuyorum.

Hakikaten Sermet, çok üzülüyorum. Bana öyle geliyor ki, sen beni bu şekilde diline doladın. Şaka yapıyorsun. Her neyse, ben de buluştuğumuzda sonucu getiririm.

"Fakat ben bir şeyi izam etmem."

Yine bugün kalemim hafif, kollarım kuvvetliymiş. Bir hayli yazdım. Buluşacağımız günün saatinin ve neresinin olduğunu hiç konuşmamıştık. Telefon ederim, ama benim teklif etmem lazım. Vaziyetin icabı. Mektup yazabilirsen bu kısmı da yaz. Yahut telefonda söyle. Nasıl istersen.

Sermet, bana gönderdiğin kartlarını nereden aldığını bildirir misin, çok rica ediyorum ?

Artık bu sayfada da işi tatlıya bağlayıp mektubuma son vereyim, değil mi ? Ateş sevgilim, buluşacağımız günlerin yaklaşması için dua ederken, sermaye bu sefer tükendi. Yeşilim iyi günler, neş'eli haftalar ve en mesut günler dilerim.

En güzel, en güneşli ve en parlak günler bizim olsun, buluşacağımız gönlerimiz olsun.

Dualarımın doğruluğunu allahtan niyaz eder, her iki ellerinden hararetle öperim !

Erbil.

30 Mayıs 1952
Ankara

Canım Sevgilim.

Neş'e ve sevinç veren kıymetli mektubunu aldım. Bir kaç satırla cevap vererek buluşacağımız zamanı kararlaştırmak istiyorum. Bu seferki buluşmamız çok uzadı. Hasretim o kadar arttı ki tarif edemem. Senden uzak olmak .. Son günlerin yağmurlarını da bunun üstüne koy ve ıstırabımı düşün.

Nasıl olduğumu soruyorsun. Görünüşte iyiyim, ama on gündür huzursuzluk ve yorgunluk içindeyim. Biliyorsun evi tamir ve badanaya kalkıştık. Bir taraftan da bahçe duvarını yaptırıyorum. Bir hayli zor şeyler, uğraşmak istiyor. Daireden ayrılamıyorum. Yağmur ve soğuk da işleri alt üst etti.

Misafirler gider gitmez badana işine başladık, o bitti, ama bir türlü yerleşemedik. Temizlikle uğraşayım derken annemin de keyfi bozuldu. Şu işler bir bitse de oh .. diyebilsem, ben de rahatlayacağım.

Erbil'im, sen buluşmamızda vaziyete göre 5. Haz. günü buluşuruz demiştin. Ben o günü ileriki günleri düşünmeden konuştuğum için, şimdi özür dileyerek o günü değiştirmek istiyorum.

Evin tamiri vesilesi ile bu sırada bir kaç defa izin almak mecburiyetinde kaldım. Bizim bir ay içinde alacağımız izinler yekünu muayyendir. Haziran içinde Şükrü'nün nikahı ve düğünü için mecburi olarak bir kaç defa izin almam icabedecek. Bu sebeple, sizin vaziyetiniz, vaktiniz müsait olursa Haziran'ın ilk Cumartesi'si olan 7'sinde saat 2'de Opera Durağı'nda buluşmamız kabil olursa çok iyi olur. Ondan sonraki günler için izin almama yüzüm olur. Yalnız 7 Cumartesi günü sen gelebilir misin, ev, mektup durumu buna müsait mi bilmiyorum ? Onu sizden öğrenirim artık. Bana belki darılacak, öteki işlerini bana tercih ediyor diyeceksin. Fakat ne yapayım. Bu günlerde böyle mesai yapmaya mecburum. Beni hoş göreceğini düşünerek bu şekli teklif ettim. Cevabını mektup veya telefonla bekliyorum. Arzu edersen bu arada bir öğlen de buluşabiliriz. Fakat bu da çok kısa oluyor. 25 dakika için senin evdeki veya mektepteki durumunu sarsıyorum.

Can kız .. benden sağlık bülteni istiyorsun. Şimdilik yorgunluk ve uykusuzluktan başka kayda değer bir şey yok. Sen nasılsın ? Sıhhatinin, neş'enin yerinde olduğu mektubundan anlaşılıyor. Bir hayli gezmişin. Fırsatları kaçırmayarak gezmene, eğlenmene bak. Benim hiç bir şey yaptığım yok, imkan olmuyor.

Yazılarıma burada son vereceğim. Sonsuz selam ve sevgilerimi yollar, hasretle ateşli .. öperim.

Sermet.

8 Haziran 1952
Ankara

Ateş sevgilim.

Nasılsın ? İyi misin ? Üzüntün hafiflemişti, bitti mi ? Artık rahata kavuştun mu ? Şimdi seninle konuşmak için çok ihtiyaç duyuyorum. Bu ihtiyacımı yazmak suretiyle gidermek istiyorum. Büyük bir kararsızlık içindeyim. Hadiseler tekrar canlandıkça eridiğimi hissediyorum. Hala huzura erişemedim. Her an kendimi onların arasında buluyorum. Yanımda seni görünce biraz ferahlıyorum. Bir an dalıyorum, bir kahkaha ve sonra tabii halimi buluyorum.

Fakat yine de soğuk kanlıyım. Senden ayrıldıktan sonra eve geldiğimde, hepsini bekler buldum. Meraktan bitmişler, neredeyse mektebe geleceklermiş. Gözlerinin altı morarmış. Annem, ne oldu, korktum, diye sordu. Ne dersin ? Çok çalıştık, dedim, inandılar.

Söylediğim yere gittik. Orada da oturamadım. Zaten çok kalabalık gitmiştik. Yemek ye, kalk, bir hayli yoruldum. İş beni hiç bir yerde bırakmaz zaten. Sermet .. inan ne kadar soğuk kanlı idim. Sanki hiç düşünmeden kahkahaları bırakıyordum. Yengem, malum. Beylik sözlerden birini yine söyledi: Ne senin aldığın adam, ne de sen ihtiyarlamazsınız ! Ama senin yanında hiç böyle fütursuz kahkaha atmıyorum, değil mi canım ?

Dün ruhen yorulduk, ama bu gün çok rahatız, değil mi Sermet'im ?

Sermet, her fedakarlığı sıhhatim nisbetinde yapacağım. Kendimden çok seni düşünerek kendime bakacağım. Her istediğini yapacağım (imkan dahilinde). Ne olur, sen de benim için yalnız yemek ye, istirahat et ve hiç bir şey düşünme.

Hayat bitmedi. İyi olmak bizim elimizde. Bir seneyi sabırla geçirelim. Sonra bak ne hayat başlıyor. Sade, sade olduğu kadar sürprizler dolu, sevimli olarak devam edecek yıllar.

Sermet, ne olur, bunları biraz isteyerek başlayalım. Bana her şeyini anlat diyorum, ama haksızlık ediyorum. Çünkü seninle böyle konuşacak vakit yok. İstanbul'a gelirsem pek çok konuşuruz. Sonra oradan uzun uzun yazarım da.

Seni bir elime geçirsem, bir çocuk gibi severek, şevkat göstererek, neş'eli bir hale getirsem. Seni bambaşka bir hale soksam. Ama bu kabil, şu şekilde:

Sermet, seni çok iyi anlıyorum. Cesaretle de söyleyeceğim. Senin sevgi ile, genç bir kadının şevkatine, arkadaşa, kısaca seni anlayana ihtiyacın var. Bunu buldun mu sen değişirsin.

Misal: Güzel bir köşede oturuyorsun. O an canın bir meyve suyu içmek istiyor. Sen karşındakilerinin keyfinin bozulmamasını düşünerek - yahut istediğinin farkında olmadan isteksiz otururken - azap dahi verse buna katlanıyorsun ve bundan vazgeçiyorsun bile. Bunu ona sen söylemeden tertemiz, onu sana şevkatle birisi verse, o hareket onun seninle meşgul olduğunu gösterir ve sen rahatlık bularak neş'elenmez misin ?

Diğer bir misal: Hele bir de çocuğun olsa ! O seni akşam üzeri giydirilmiş olarak kapıda bekleyip, bahçe kapısına kadar koşarak candan, yürekten, babacığım diyerek boynuna sarılsa, evine girsen. Şirin, sade evine üzüntülerden uzak, tertemiz ve yeşil evine ve seni seven, tek gayesi eşi ve çocuğu olan bir eşin olsa ! Bu hayatı istemez misin ? Yine mi neş'elenmezsin ? Haydi, bunu görmek istiyorsan bana yardım et.

Sermet'im bu hayat birden kurulamaz bittabii. Ama biz bunu 5 - 6 sene içinde yapar, kurabiliriz canım.

Sermet'im, 1 - sıhhat ve 2 - para'yı şu şekilde halledebiliriz. Fakat sen fikirlerinde israrlı olmazsan.

1 - Nihayet ikimiz de hastayız. Birbirimizi kontrol ederek yaşarız. Bu günkü ızdıraplarımızdan çok farklı olan o hayat kısa zamanda bizi normal sağlığa geçirir. O zamanı bulmak için tecrübelerimizin yardımı ve isteklerimizle çalışalım. Hakikaten seviyorsak bunu başarmak elimizde. Maneviyatımızı düzeltelim. Sonra bugünkü yaşayışla, evlilik arasında pek fazla mı fark vardır ? O da insanların elinde.

2 - Para. Sen dün söyledin. 240 TL alıyorsun. Basit görüşümle bir hesap (misal mahiyetinde) yapacağım. Ben çalışmaya başlayınca 190 - 200 TL alacağım galiba.

240 + 200 = 440 TL

Aylık bütçemiz şöyle olacak:

40 TL Ev kirası
150 TL Yiyecek
10 TL Elektrik - su
20 TL Eğlence
5 TL Yardım
180 TL = 12x15 Yakacak
100 TL Giyecek
100 TL Bankaya 100x12= 1200 TL 1200x5= 6000 TL
440 TL

5 Sene sonra paramız 6 bin liradır. İstediğimiz evi bugünkü şartlar içinde bile yaparız. İşte senin halledilmeyecek gibi gördüğün bilmeceyi ben ne güzel hallettim. Haksız mıyım ? Cevap versene, niçin susuyorsun ?

Evet, seven her şeye katlanır, değil mi ? Buna da sen katlan. Geride kalan konuya ben bin canla katlanmaya razıyım. Canım sevgilim.

Üzülmeden işe başla. Hayat bize en kötü günlerini şimdiye kadar, dün de dahil, en feci konuları artık gösterdi. Bir sene sonra bu ızdırap bitecek, biz bitireceğiz. Şimdi de o günleri görür gibi oluyorum da Sermet, nasıl dua ediyorum ? Beni sarsmayacağını bilsem, oruç tutup, namaz kılacağım. Yapamıyorum. Fakat kalbim daima bütün, yolumdan da dönmeyeceğim.

İmtihanım olmasa, burada kesmeyerek daha da uzatacaktım. Artık izin ver çalışayım.

Sermet, gitmeden önce seni göremeyecek miyim ? Mektupla mı vedalaşacağız ? Bu olmaz. Bana mektup yaz. Bunu da yaz, olur mu canım ? 11 Haziran Perşembe günü öğleyin gelirsen de bana verirsin. 13.15'de aynı yerde.

Gitmeden önce görmek ümidi ile en iyi günler dilerim. Canım, sevgili hayatım.

Erbil.

10 Haziran 1952
Ankara

Canım sevgilim,
Özlediğim ateşim.

Bu mektubumda da yine israrla o mevzuya döneceğim. Çünkü, bize 48 saatlik bir zaman verseler de, konuşun deseler de, yine biz vakit bulamayız. Konuşmalarımızın en uzunu olan 3 - 4 saatlik bir zamanda konuşabileceğimizi hiç tahmin etmiyorum. Anlaşamayacağımızı tahmin ettiğin hususlar, karşı karşıya olduğumuzda bilmem halledilir mi ? Öyle ! Kızma, bilmiyorum, ama mesela neler olabilir ? Anlaşamadığımız hususlar benim üzerimde toplanıyorsa ikaz et ! İnsanlar kendi kusurlarını görmeye muktedir değillerdir.

Senin kafandakileri ben düşünemem. Fakat iki insanın ruhları bir olursa mes'ut arkadaş olurlarmış. Sana kendi cephemden görüşümü açacağım. Mecburum, ya mektuplaşarak sevişelim, yahut da planlarımız olarak gezelim. Mesela; beni babamın gördüğünü düşün. Derhal felaket iki yoldan inkişaf eder. Babam ve amcam. Sonra kredi = 0.

Bırak felaketi, ne olursa olun. Ben yine her şeye rağmen, her şeyi söyleyebilirim. Ama acaba söyleyebilecek kuvvetim var mı ? Sevgi onu icabettirir, ama hangi sözünden cesaret alarak bunları söylerim. Kuvvetim şu; (biz birbirimizi seviyoruz ve ileriyi görüyoruz. Planlarımız şu. Bunun için aşamıyoruz. Fakat beklediğimiz maniayı aşınca isteğimizi de aşacağız.) demek için senin söyleyeceklerini veya yazacaklarını duymam lazım. Belki de bu düşüncelerimde yanılıyorum. Hal böyle ise, ki bunu bırak yazmak, düşünmek bile öldürücü, zehirleyici. Ama bunun da elzem olduğunu unutmamamız lazım. Ateşim, canım, şimdi seninle konuşup, dertleşmeyi o kadar arzu ediyorum ki. Evet canım, sen bunun en feci, kötü yoldan inkişafını gördün. Belki onun için susuyorsun. Ama ben hiç bir şey bilmiyorum ki. Eğer seni bilmeden üzüyorsam, yine kabahat senindir. Çünkü hiç anlatmadın. Şimdi son defa rica edeceğim, bana artık yaz.

Ben senden aynı zamanda arkadaşlık da bekliyorum. Sen bana hiç bir zaman açılıp, dertlerini ve sevnçlerini anlatmıyorsun ?! Ben de yüz bulamadığım için öyle. Yoksa senin dertlerine veya sevinçlerine ortak olamaz mıyım ? Senin bu hallerin bana eski hatıralarından ayrılamayacağını ikaz ediyor sanki !

Sana üç defadır bu ve buna benzer hatırlatmalar yaptım. Şimdi vakit bulamayacağımız için şifahi anlatamayacağız demektir. Onun için bana cevap olarak bunu yaz. Kabul edersen rica edeceğim. Ondan sonra da artık sükut. Yazarsan isteklerini ve yolumu görürüm. Yazamazsan hareketlerimi kontrol etmem icabedecek.

Hülasa: Sermet bana açıkça yaz. Günden güne görenlerin sayısı birden ikiye ve üçe çıkıyor. Bunlardan haberlerinin olduğunu biliyorum. Eğer yüzüme vururlarsa susayım mı ? Bunun cevabını ver. Halledemeyeceğimiz hiç bir nokta olmadığını ümit ediyorum, belki vardır. Bütün fedakarlıkları yaparım. Sen benim huyumu öğrenmediğin için bir şey de söylemek istemiyorsun. Sana tekrar sevgimizin devamını isteyen birisi olarak rica ediyorum, cevabını ver, buluşunca da ver.

Sana süslü kelimelere başvurmadan, fanteziye kaçmadan yalnız hislerimi bir yeminle ifade edeceğim.

"Hiç bir mani beni yolumdan döndüremez. Bekliyorum, bekleyeceğim".

Tatlı bir ızdırapla her gün biraz ölsem de
Sevildiğimi yalnız tahmin etsem de
Bu günler yine hoştur
Beklemek yine hoştur

Erbil.

11 Haziran 1952.

Can Erbil.

Kıymetli satırlarını dikkatle ve severek okudum. İşte şimdi de bir çok iş arasında sana bir kaç satır yazmaya gayret ediyorum. Şimdi de kendi işimi bıraktım. Başka odalarda bambaşka işlerle meşgulüm. Kambur üstüne kambur çıkıyor.

Bugün de arkadaşların ekserisi staddaki şenlikleri görmeye gitti. Bizler de boynumuzu büküp oturduk. Allahtan yağmur yağması için dua ettik. Duamız da tutuldu. Yağmur başladı. Tabii sen de oradasın. Yengen götürmüştü. Kapalı yerde olacağın için ıslanmamışsındır.

Eğer gitti isen intibalarını yarınki (bugün) buluşmamızda dinlerim. Biz bu gibi kartlı şenliklerden amcamız, dayımız filan olmadığından maalesef mahrumuz. Gelelim mektubunun cevabına.

Evet Erbil'im, ben de yaşayan her insan gibi hayatımı tanzim etmek ve Erbil gibi ruhuma ve kafama uygun bir kimse ile beraber olmak isterim. Niçin benim de bir evim ve eşim olmasın ? Fakat beni düşündüren, bedbin eden sana anlattığım meselelerdir. Bu vaziyette hava yardımcı olduğu an tabii ancak mücadelemiz daha kolay olacak .. ve inşallah gayemize daha çabuk erişiriz.

Yaptığın hesap hoşuma gitti. Fakat biraz da güldüm. Bunu da hayat tecrübenin biraz az oluşuna haslettim. Zira yaptığın hesap biraz orta mektepte derste okuduğumuz ev idaresi hesabına benziyor. Ayda 40 lira kira, 100 lira tasarruf .. ve beş sene sonra sahip olacağımız 6000 lira ile eve başlamak pek de fena şeyler değil.

Erbil'im bunları sana müşkülat çıkartmak için yazmıyorum. Onun için sakın darılma. Listeni beraberce düzeltelim.

Eve 40 lira koyduğuna göre herhalde kaloriferli olacak. Çünkü listene kışlık kömürü ilave etmemişsin. İstenen kömürü yıllık tasarruftan alalım, ama o zaman da beş sene sonra 6000 liraya eve nasıl sahip oluruz ? Şu 6000 liraya evi de nasıl yapacağız , ondan hiç bahsetmiyorsun ? Sen ev kısmını şöyle bir 75'den yukarı çık bakalım.

Bana hiç insafın da mı yok .. yahu. Ben eve günde dört defa yürüyerek mi geleceğim. Cebime harçlık da vermiyorsun. Şimdiki halde (hiç bir fevkalade hareket ve masrafım olmadığı halde) ayda 30 lira dolmuş veya otobüse, 40 - 50 lira da günlük masraflarıma harcıyorum.

Biraz fedakarlık yap diyeceksin, ama neresinden ? Para kazanmaya başladığım günden beri en ufak bir parayı fuzuli yere harcamış değilimdir.

Nejat'ın mektebi bitirip kazanç sahibi olmasını da eklemek mecburiyetindeyim. Çünkü onun harçlık ve mektep masrafları üstümdedir.

Bütçe cetveline hiç bir seyahat masrafı da koymamışsın. Şöyle 40 yılda bir nev'inden de olsa bir aycık koyman lazım.

Günlük geçim bir tarafa, asıl mühim olan bu yuvanın kurulması için lazım olan ilk masraflardır. En mühim mesele de bunların nasıl karşılanacağıdır. Ayrı bir evimiz olacağına göre bu maşasından, sobasına, leğenine kadar bir çok şey isteyecektir. Ben evden uzaklaştığım takdirde üzerimdeki elbise ve bir iki parça çamaşırımdan başka bir şeyim yok .. Bol bol kitap, mecmua var .. Bunları düşünmemişe benziyorsun ?

Canım Erbil, önümüzde epeyce zaman var. Bu zaman içinde bu zorlukları yenebiliriz düşüncesi ile mevzuyu değiştiriyorum. Seni bugünlerde çok neş'eli gördüğüm için ben de neş'eleniyorum. Yalnız üzüldüğüm nokta uzun yaz günleri ayrılacağımızdır. Pek çabuk göreceğim geliyor. 15 - 20 dakika sana doymaya kafi gelmiyor. Seni kucaklayınca hiç bırakmamak istiyorum. Ama buluşmamızla ayrılmamız bir an meselesi oluyor. Vaktimizin ve başbaşa kalacağımız yerin olmayışına öyle üzülüyorum ki .. anlatamam canım.

Karar verdin mi ? İstanbul'a mı, köylere mi gidiyorsun ? Ve ne zaman gidip, ne vakit döneceksin ? Sanki veda buluşmamız olmayacak mı ? Kucaklaşmadan mı ayrılacağız ?

İşlerime dönmek için müsaadeni isteyeceğim. Yarın beraberiz.

Sonsuz selamlar, sevgiler .. ve ..

Sermet

13 Haziran 1952
Ankara

Bahar yüzlü yeşil sevgilim.

Şirin mektubunla bana artık biraz ümit veriyorsun. Bilsen o satırları sana ait bir vesika üzerinden okuduğum zaman ne kadar memnun oluyorum. İnşallah Sermet, arzularımızın tahakkuk etmesi için allah bize de normal değilse bile yuva kurabilmemiz için lazım olacak kadar hiç olmazsa sıhhat versin. Sen bunu istersen, yapılması lazım gelen şeyin neler olduğunu bilirsin. Artık ben sana ikaz etmeyeyim de, sen bana söylediklerinin yarısını kendi üzerinde tatbik et, olmaz mı ?

Bizim de müşterek bir gayemiz olsun. Onun için çalışalım. O zaman zannederim kendimizi düşünür, ileriye götürürüz. Bırak artık seni bedbin eden o meseleleri. Benim düşündüğüm gibi, ileriyi görürsen; hayat zaten müşterek. Asıl sıhhatlerimiz iyi olsun. Gerisini kolay, halletmek imkan dahilinde.

Gördüğün o hesap kısmını ben de gülmen için yazdım. Öyle üstün körü, basma kalıp şeyleri herkes bilir. Her evin kendine göre özel bütçesi hazırlanır.

Şimdi sana ciddi bir şeyden bahsedeceğim. Bana ikide birde - bunları müşkülat çıkarmak için yazmıyorum - sevmediğimi düşünme - seninle arkadaşlığımı yarıda bırakmak niyetinde değilim - nev'inden söylediğin sözler beni cidden çok düşündürüyor. Sonra da izam etme diyorsun. Kabul edeyim Sermet, iyi ama, bunları ben sana söylesem hakkımda ne düşünürsün ? En sonunda sen erkeksin. Her kız aynı düşünemez. Bak bir cümlen beni nerelere indirdi. Belki sen bunu işinin arasında yazdığın için şaka diye yazdın. Yazının gelişinden öyle yaptığın anlaşılıyor. Fakat benim bu kötü huyumdan vazgeçmem için hatırlatmamanı rica edeceğim.

Onun için darılma diyorsun. Niçin darılayım ? Haydi düzeltelim. Ama şakan belli. Aşkolsun Sermet. Ayda 40 TL koyduğum ev kirasının bulunduğu listede 6. sırada yardım diye işaret ettiğim yerin altında 15 lira yakacak diye yazdım. Bir aylık sarfiyat olduğu için. 12 ile çarparsan bir senelik çıkar 180 lira falan tutuyor. Senelik kömür ihtiyacı giderilemez mi ? Bu kısmı bırakacağım, çünkü pek balçıklı bir yerde yürüyorum. Biraz daha ilerlersem içinden çıkamayacağım.

Yaramaz sevgilim; mektubundan benim fikirlerimi ne kadar çocukça karşıladığını anlıyorum. Sen bana gülersin. Ben de şimdi sana gülüyorum. Bir hayli hesap veriyorsun. Ne güzel şeyler. Haydi, bu kısımda başka bir zaman incelemek üzere, hesapları burada bırakalım.

Ben seni her zaman takdir ederim. Yazmamı mı istiyorsun ? Kazanç sahibi bir kimsenin sarfiyatını düzenlemesi lazım. Dümensiz gemilerin halini görüyoruz. Seni dinliyorum. Onları da bir tarafa bırakıyorum (günlük geçim).

Mühim meselelerden birine giriyorum. Bismillahirrahmanirrahim. Nasıl yuva kurulur. Haydi Erbil, paçalarını sıva. Canım biz de önce soba ile maşasını alırız. Sonra senin partal çamaşırlarınla, benim dantelalıları yanyana getiririz. Olur biter diyeceğim, ama sen bitirmezsin. Ne kadar gözün korkmuş Sermet, bu kadar olma canım. Şaka bir tarafa, ben hiç bir şey istemem. Her yardımı da yapacağım. Yalnız mezun olmam lazım. Benim her şeyim var ! Yalnız kitaplarım yok. Sen tamamlamış oldun.

Bunları hiç düşünmemişe benziyorsun, açığa vurayım da gör.

Bize ne lazım !

1 Somya (Benim var) Senin yok mu ?
1 Yatak - -
1 Yorgan Avantam var.
1 Yastık (Yatağın ucunu kıvırırız)

 

Sonra yemek için şunlar lazım:

1 Gazocağı (Alırız)
1 Tencere (Alırız)
2 tane tabak
2 tane kaşık
2 tane bıçak Hediye gelir belki
2 tane çatal
2 tane bardak

Halam maşa getirir. Senin halan mangal getirmez mi ? Daha ne lazım, ayna. Tamam ev kuruldu. Amma da insafsız ailelerimiz varmış, doğrusu bize hiç yardım etmiyorlar. Sermet, sen böyle düşünürsen bu hiç olmaz. Yavaş yavaş hepsi yapılır, olur.

Eski mektuplarının tarihine bakıyorum da, zaman ne çabuk geçmiş. Bir seneyi çoktan devirmişiz. Zaman tahmin ettiğin kadar uzun değil, bilakis kısa. Fakat sırası ne zaman gelirse beni sen ikaz et, kavuşalım diyeceğim. Yalnız benim israrlarımla olmaz. İşi ciddiye almıyorsan, o da başka.

Elbette Sermet, tabii Nejat'a bakmaya mecbursun. Erkul'un bana baktığı gibi. Bunları ben düşünmedim mi acaba ? "İnşallah ortanca biraderinle hanımı geçinirler." Fakat teyzem daima senin yanında olmalı. Benim görüşüm. Şükrü ince düşünemez. Ve belki teyzem iki arada üzülebilir. Bunu önlemen bakımından.

Bunları düşünmek ve bunlara benim burnumu sokmaya hakkım yok. Mektubunda geçirdiğin için düşündüğümü söyledim. Beni alakadar etmez, müdahaleye de hiç hakkım yok. Orası senin halledeceğin mesele.

Gelelim yine kendi işimize. Uzun zamanda bu zorlukları yenebilmek düşüncesiyle, diyorsun. Zorluklar dediğin de şunlar, değil mi ?

I. Sıhhat (en mühim olan)
II. Para (ehemmiyetsiz)
III. Eşya -
IV. Nejat'ın bakımı (mühim)
V. Yazmamışsın, ama ben ilave edeceğim; annenin bakımı.

Sen en mühimini bırakıp, sonra düşünülecekleri önce düşünüyorsun.

Hayatım gel, el ele verelim, düşünmeye başlayalım (yiyelim - içelim - gülelim - istirahat edelim). Bize bu lazım. Mektubunu okudukça yazacaklarım artıyor. Diyorsun ki, bu yuvanın kurulabilmesi için yapılacak ilk masraflar mühimdir. Önce, bu insanlara göre değişir. Sonra biz ikimiz bu işi sipsivri mi başaracağız ? Elbette bizlere yardım edecekler bulunur. Hem bulunmasa da ne çıkar. Kısa bir zaman için olanlarla idare ederiz. Sonra her şeyin sahibi oluruz. Ne çıkar.

Aza kanaat etmeyen, çoğu bulamaz Sermet'im.

Ben istediğim kadar yazayım, senin cevaplarını duymadıktan sonra ne işe yarar. Bazan neler düşünüyorum, bilsen. Yazsam belki ona da gülersin. Doğrusunu istersen Sermet, sana kızıyorum. Haydi kendine acımıyorsun. Seni seven birisi olduğumu düşün de, birazcık bana acı. Nedir bu kadar isteksiz yaşamak ? Sebep nedir ? Zaten senin bedbinliğine sebep bir türlü kendini sıyıramadığın kuruntuların, değil mi ? Bu da mı öyle olur, acaba ? Doğrusunu söyleyeyim Sermet, sen beni sevmiyorsun. Sevsen senin için istediğim şeyleri yaparsın. Bırak artık Sermet, ne olur hayata istekle başla. Niçin küskünsün ? Eğer ayaklarına kapanmamı istiyorsan, onu da yaparım. Bir şarkı aklıma geldi:

Diz çöküp yalvarayım
Bırak dizinde ağlayayım
Canımsın, gülümsün, zalimsin, çok haşinsin
Sevdiğim son eşimsin

Haydi şarkı da böyle bitsin. Mektubumu belki şu an okuyacak zamanın bile yok. Fakat ben hala uzatıyorum. Son vermeden önce senin yaptığın gibi şimdi de son sayfaya başlıyorum. Mevzuyu değiştirip, biraz içimiz ılıklaşarak ürpersin sevdiğim. Şimdi şarkılar var, ikimiz için de tutacağım. Sermet, sana canım derken, telaffuzumu işitebilsen. Bir gün önce senin yanında idim. Ben çıplaktım. Senin nefesin üzerimde dolaşarak ısıtıyordu. Bu günü 3 - 4 aydır özlemiş ve susamışım. Pazartesi günü seni muhakkak öpeceğim. Hem sarılarak, isteyerek, severek öpeceğim. Ne kadar çapkınım, değil mi ? Öyle olsun, ne çıkar ? Ah Sermet, sen de beni öpeceksin. Telefon etme diyorsun. Lazım olunca et diyorsun. Bunu ben mi yapıyorum ? Onları çok mu üzüyorum ? Onların da başına gelince anlarlar.

Ne kadar zalimsin. Daha hala bugün ama. Artık enginlere açıldım, değil mi ? Sen yanımdasın. Gel Sermet, beni öp ! Oh, ne kadar güzel. Afiyet olsun Sermet.

En iyi günlerim senin olsun. Şarkılarımızı da yazıyorum. Arkasından da allahaısmarladık.

1 - Ey çerki sitem gel dil-i alama dokunma hicranelidir ey ettiğin efgana dolma
2 - Gittin gideli ben deli divaneye döndüm, gelmezsen eğer bilki sana doymadan öldüm.

Birincisini sen bana, ikincisini de ben sana söylüyorum farz ederek dinledim.

Güzel hafta tatilleri dilerim canım.

Erbil.

17 Haziran 1952
Ankara

Canım Erbil'im.

Dün daireye gelir gelmez yazılarını okumaya başladım. Ne güzel satırlardı onlar .. Elimden hiç bırakmak istemiyordum .. Hele son satırları .. Burada müsaade et de bir ah .. çekeyim .. Senin telefonundaki ah ..'ın gibi.

Erbil'im sen bana sayfalar dolusu yazıyorsun, ne güzel. Fakat buna mukabil ben sana hiç bir şey yazamıyorum. Kuru kısa bir mektup. Mektup yazmasını beceremediğimi de bir çok defalar söylemiştim. Yazamadığım da şuradan belli, büyük gaflar yapıyorum. Yazdıktan sonra okuyup kelimeleri tahlil etmek de adetim olmadığından bunun önüne geçemiyor, falso yapıyorum, ve sen de o zaman "beni sevmiyorsun" diye yazmaya başlıyorsun. Demek ki sen sevip sevmemeyi yapılan veya yapılacak olan hareketle ölçüyorsun. Hareketlerimde ağır ve isteksiz görünüyorsam bunu kendime ait şahsi sebeplerde aramalısın. Beni isteksiz ve bedbin yapan meseleleri de konuşmuştuk, değil mi canım ? Beni bedinliğe sevkeden amillerin başında sıhhatim geliyor. Ondan sonrakiler daha sonra. Bunları yenerek müşterek gayeye erişmek tabii ki arzu ettiğim şeydir. Yeter ki hadiseler de bize yardım etsin.

Sen, tabii bu işler yalnız olmaz, bize yardım da edecekler diyorsun. İyi, güzel ama bunları yok farzederek düşünmek daha iyidir. Zira bunlar güvenilmeyecek şeylerdir. Ben bundan evvelki tecrübemde annem, babam, kardeşlerim olduğu halde maalesef bir yardım görmedim. Her şeyi kendi yağında kavurdum. Bu zamanda da daima zamandan istifade etmeye çalıştım.

Mektubunda zamanın pek çabuk geçtiğini, bir yılı aştığımızı yazıyorsun. Evet zaman akıp gidiyor, ama 24 Ekim 1952'ye 4 ay var. O zaman sene olacak ve kutlayacağız. Şu sıralarda geçen zaman gaileleri çoklukla ileriye değil, bilakis geriye götürüyor. Daha hamleyi yapamadım.

Erbil, bu satırlarımı yazarken, bir taraftan da sen okurken, bana ne kadar kızdığını düşünüyorum. Belki bilmeyerek potlar da kırdım. Zira bu satırları bir çok hengame arasında yazıyorum. Bir taraftan iş, öte yanda gürültü ve beynimi yerinden oynatan bir diş ağrısı.

Dün akşam da size zor geldim. Her tarafım hasta idi. Erkenden de hapları yutarak yattım. Sabah kendimi biraz toparlayabildim. Şimdi gene kafam bende değil. Dişçiye gitmek lazım. Fakat şu bir iki günü geçireyim diyorum. Hepsi üst üste geldi.

Sabahki telefonunda benden başka hiç kimse ile dans etmeyeceksin diyorsun. Evvela dans denen nesneyi bir türlü beceremem. Bin müşkülatla tangonun en iptidaisini zor yapıyorum. Onun için daima bu gibi yerlerden kaçarım. Ne yapalım, öğrenemedim, öğreten de olmadı. Buna sebep de zaman ve mekanın olmayışıdır. Kabahat benim olmakla beraber, benim değildir.

Yakın dostlarımızın bir iki kızı ile belki dans etmem icabedecek, hoş görmen lazım. Bu sebeple de telefonda söz veremedim. Kendi nişan günümde bile, kendi nişanlımdan ziyade başkaları ile kalkmak zorunda kaldım. Pazarlığa pek gelemem, yanlış anlama. Muhite kısmen olsun uymak lazım. Bu kadar kıskanç ve mutaassıp olmamak lazım. Ben de başkaları ile dans etmem, etmem ama mecburiyet ve emr-i vakiler karşısında bir şey diyemem.

Yarın beraber olacaktık, o da olmadı, evdeki hesap çarşıya uymadı. Beraber olmayı çok istiyordum, olmadı. Kardeşimin sayılı günlerinde ona birazcık olsun yardım etmek herhalde iyi olacak. Darılmadığını telefonda söylediğin için pek üzülmüyorum. Başka zaman telafi ederiz. İlerideki günleri kestiremediğim için şimdiden gün tayin edemeyeceğim.

Dün size gelirken kartın arkasına vaziyeti bir iki kelime ile yazdım. Evde müsait bir vaziyet olursa eline sıkıştıracağım, olmadı çare düşüneceğim.

Can Erbil, sevgili kızım, müsaade edersen burada kesmek istiyorum.

Bu mektubu sana verebilirsem, yarın akşam düğünde vereceğim. Mektubu aldığında düğün bitmiş ve evine dönmüş olacaksın. Bu hay huy içinde ne gibi bir intiba ile ayrıldın ? Benim kabahat ve falsolarım neler oldu ..? Onları senin satırların bana anlatacak.

Artık gidiyorum sevgilim. Gel kucaklaşalım, ateşli dudaklarının hasreti ile uykuya dalalım ve rüyalarımızda da beraber olalım.

Sonsuz sevgiler ve .. Erbil'ime.

Sermet.

19 Haziran 1952.

Canım Erbil'im.

Yorgunluğumu ve uykusuzluğumu gideremeden mutat şekilde gene daireye geldim. Ayakta duracak halim yok. İlk iş olarak sevgilime bir iki satır yazayım dedim. Fakat nereden başlayacağımı bilmiyorum.

Dün gece o hay huy içinde biraz olsun sizlerle alakadar olamadığım için üzülüyorum. Bana ne kadar çok kızdığını da tahmin ediyorum. Artık vereceğin cezayı çekerim. Yalnız vereceğin ceza çok ağır olmasın, sonra altından kalkamam.

Çarşamba günü buluşmaktan vazgeçtiğimize o kadar çok iyi etmişiz ki .. Aksi halde bütün işler kalacak ve belki de kepaze olacaktık. Belki gene olduk, ama henüz kulağıma bir şey çalınmadı. Bizim damat bir çok şeyleri yarıda bırakmış. O gün öğlen eve gittiğinden, sizin oraya gelmenizden biraz evveline kadar hep sağa sola koşmak ve eksiklikleri tamamlamakla uğraştım. Çok şükür iyi veya fena her ne ise o gürültü de bitmiş oldu. Onlar muradına erdi, biz de kerevetine çıkalım.

Sevgilimi kucaklayarak burada bırakacağım. Selam, sevgi ve iyi günler.

Sermet.

1 Temmuz 1952
Ankara

Canım Erbil'im.

Bugün buluştuğumuzda ilk iş olarak benden mektup isteyeceğini bildiğim için Erbil'ime bir kaç satır olsun yazayım dedim. Artık cevabını İstanbul'dan yollarsın. Fakat geciktirme, emi ?

Bu bir iki gündür senden bir haber alamayınca gittiğini zannediyor .. postacının yolunu bekliyordum. Derken telefonda Erbil'ime kavuştum. Üç saat sonra da kendisine kavuşacağım, ne mutlu bana .. yahutta bize. Fakat ondan sonra ? Akşama sevgilim İstanbul'a gidecek ve ben .. onun hasreti ile, hayali ile, sevgisi ile başbaşa kalacak, dönüşünü bekleyeceğim. İmkan bulurda oraya gelebilirsem, muvakkat bir zaman için de olsa hasretimi gidereceğim.

Bayramda buluşmamız kısmet olmadı. Seni görmeyi, kucaklamayı o kadar arzu ediyordum ki, olmadı. Artık bugün hem bayramlaşır, hem de kucaklaşıp vedalaşırız canım.

Bana İstanbul'dan güzel havadisler verirsin. Bol bol da haşlanmış patates yer şişmanlarsın.

Akşama trendesin. Gözlerini kapa ve trenin tıkırtıları arasında beni de yanına al, beraber gidelim.

Ben de burada, şimdi Erbil'im filan yerde, şimdi Haydarpaşa'da .. şimdi Validebağı yalıda diyerek seni takip edeceğim.

Öğlene beraber olacağımız için burada istemeyerek keseceğim. Biraz da işlerimi temizleyeyim.

İyi yolculuklar ve İstanbul'da sağlık ve sevinç içinde güzel günler temennisi ile allahaısmarladık sevgilim.

Sermet.

2 Temmuz 1952
Ankara

Canım.

Ankara'dan ayrılmadan önce, bir kere daha beklemediğin bir veda mektubu yazacağım. Yine bir günlük havadis vereceğim. Dün senden ayrıdıktan sonra mektebe geldim. Halam bekliyormuş. Hadisesiz atlattım ve beraberce gezmeye başladık. Bu arada doktor Mediha hanıma gittik. Orada Arap Safiye'yi gördüm, hiç görmemiştim. Onunla da tanıştık. Daha sonra senin mektuplarını verdim. Sonra da beni ayda bir muayene eden doktora gittik. Gelmişken, soyun bir dinleyeyim, dedi. Bir güzel soydu, dinledi, hiç bir şey bulamadı. Hava vaziyetini - sıkışmayı - beğendi. Asıl sıhhatim hakkında haberi İstanbul'dan göndereceğim mektuplarda okuyacaksın.

Sayfa bitti, öbür taraffa çevirip devam edeceğim.

Kısa yazdım diye kızma. İstanbul'dan hemen yazıp (mümkün olduğu kadar uzun) yollarım. Dün senin yanında neş'eli olacağıma, bilakis sıkıcı idim. Bu senin ihtarlarınla büsbütün meydana çıkmasına rağmen, ben düzelemedim. Sermet, istediğim halde şimdi seni öpemeden pişman olmuş bir durumda İstanbul'a gidiyorum. Beni affedecek misin, bilmiyorum ? Sen beni öpmeseydin, ben seni affedebilir miydim ? Ben kusurumu biliyorum ve pek çok üzülüyorum. Hoş gör ne olur. Dün zaten belli etmemeye çalışmama rağmen, ellerimin bir türlü ısınmaması ne kadar üzüldüğümü sana anlatır. Perşembe sabahı, allah kısmet ederse, sen daireye geldiğinde muktubumu okurken ben Ankara'dan pek çok uzaklarda olacağım. Ruhsuz bir seyahat ne kadar çok sıkıcıdır, değil mi ? Allahaısmarladık canım, yeşil sevgilim.

Erbil.

5 Temmuz 1952
İstanbul

Adres: M. Eğ. Bakanlığı, Validebağ Prevantoryumu,
Kızlar kısmı, Kadıköy, Haydarpaşa.

Alev'im.

Bugün artık hasretini çektiğim İstanbul'a geleli 2 gün oldu. Zülfü hayatı artık gelince görürsün. Birazdan bahsedeceğim tabii. Canım, trene bindikten sonraki hadiseleri ve sonra da haberlerimi beklediğin İstanbul'undan bahsedeceğim. Babacığım, tren vaziyeti tahmin edebileceğin gibi kalabalıktı. Motorlu için bir hafta beklemem lazımmış. Haliyle trenle gelecektim. Yer bulamasaydım, yine iyi idi. Nasıl oldu, bileti nasıl aldım, anlatayım. Canım pek kötü bir mektup olduğu için beni ayıplama. Toz, toprak içinde, yatağın içinde kucağımda yazıyorum. Derece tahtası da yok. Sanatoryum çok rahattı (bu bakımlardan tabii).

İstasyona geldikten biraz sonra gidemeyecek durumdaydım. Çünkü ne birincide, ne de ikinci de kuşetli yoktu. Onun için şaşırdım. Ya kuşetliyi bekleyip 4 gün sonra gelmeliydim, yahut da bir hafta sonra motorlu ile. Ben ya ikinci mevki ile, yahut üçüncü ile gitsem diye düşünürken, bir talebe İzmit'e gelecekmiş, yalnışlıkla Haydarpaşa almaz mı ?! Onu değiştirecek memur zorluk çıkardı. Ben de uyuşukluktan vazgeçtim. Kardeşim ben alırım dedim. Yani bu suretle kuşetli aldık. Yerim çok iyi idi. Senin dediğin gibi kapı dibi idi. Pek rahat geldim. Ertesi gün İstanbul'a geldim. Hemen taksiye atladım, ver elini Validebağı ve prevantoryum. Ne kadar rahat olsa Sermet'ciğim, yine rahat değil. Ceryan da düşük değildi. Karşılıklı pencereler açıktı. Hava da o kadar sıcak ve bunaltıcı idi ki, haliyle açık kalması lazımdı. Bütün gece seni de yanımda taşıdım. Bir ara trende, Ankara'dan ayrılalı henüz 2 - 3 saat olmuştu ki, alaca karanlık arasında, ufacık bir tepe üstünde çelimsiz ve bodur, tek başına kalmış, rüzgarın tesiri ile muttasıl sarsılan bir ağaçcık gördüm. O bana tesir etti. İşte o an tamamen ben ona benziyordum. Kendimi tutamadım. O zaman hiç kimsenin bulunmadığı tren penceresinde yaşlarımı içime akıtarak ağladım. Böyle sıkıntılı ve yorgun bir gecenin sonunda da İstanbul'da idim. Geldiğimde eski arkadaşlardan birisi ile karşılaştım. İyi anlaşıyoruz, hep beraberiz. Onun yardımı ile hiç bir şeyin sıkıntısını çekmedim.

Trende simsiyah olmuştum. Kendi kendime, gidince bir banyo olsa, diyordum. Allahtan gelir gelmez hemen banyoya girebildim. Banyo günü Cuma imiş. Ve sonra yattım, hemen uyumuşum. Sermet, İstanbul Ankara'dan serince. Yalnız gece biraz sıkıntılı idi. Gündüz yattığımız yer yol üstü. Yerim de yol kenarında. Bir yer boşalınca iç kısımlara gideceğim. Bir bakıma iyi, bir bakıma kötü, her neyse. Gece yattığımız oda çok iyi. Bir kere o binanın en iyi yerinde ve iyi bir odası. Bütün öğretmenler var. Yalnız ben talebeyim. Bir oda içinde 10 kişi yatıyoruz. Dışarısı ile de alakası yok. Yat zili çaldıktan sonra yatabiliyoruz. İçimizde yaşlı öğretmen ablalar olmasına rağmen, çok samimi bir hava var.

Böyle bir muhit bulmasaydım, çok fena, bunaltıcı olacaktı. Sen artık gel. Ne zaman geleceksin ? Sermet, denizi anlatmamı istiyorsan, onu buradan anlatmam mümkün değil. Etraf hep ağaç ve ağaçlık. Yalnız hava rüzgarlı. Hele şimdi bir esti ki, sorma. Bütün yerdeki tozlar kağıdın üstüne toplantı. İstanbul'un taşını, toprağını kokla, muhakkak toz kokacaktır. Mektubumu çabuk ver emi ? Yine şaka yapma, yazmadım filan diye. Canım sevgilim, rüzgar sersem etti. Başım çok ağrıyor. Yazmak istediğim halde, yazacak çok şey bulamamaktan yazamıyorum. Şimdilik başımın ağrısından ve ruhen yalnızlıktan başka derdim yok. Hep kendimden söz ettim işte. Senden de böyle mektup istiyorum.

Dertsiz insan yok vallahi Sermet, herkesin ne dertleri var. Box diye bir yer var, hep alçıda yatanlar orada. Of, neler, neler. Dua edelim kendi halimize. Doğrusu ben her an halime şükrediyorum. Ediyorum ama, bakıyorum da şu işi sana bir öğretseler, o zaman sana neler neler vaadetmezdim.

Canım, bana izin ver, yemeğe gideyim, pek çok acıktım. Zira patates kızartması da var, pek severim. Çok çok yiyeceğim. Yediğim yemeklerin ve istirahatlerin yarısını da sana verebilsem. O zaman daha da gayret ederdim.

Can sevgili, burada son vererek ayrılıyorum. Bu akşam postaya yetişsin. Yarın sen al. Pazartesi günü eline geçer. İstanbul'dan deniz ve yeşil kokular, iyi günler, pek çok sevgiler.

Erbil.

5 Temmuz 1952
İstanbul

Canım yaramazım.

Yine mektubunu almayalı epey oldu. Senden mektup almadan yazmaya başladım. Belki senin mektubunu bugün öğleden sonra alırım diye düşünüyorum. Ama sen daha hala yazmamış olabilirsin ?

Yine söze İstanbul'u hatırlatmakla başlayacağım. İstanbul'da da Ankara kadar değilse bile, bunaltıcı sıcaklar varmış. Biz burada anlıyoruz. Hele benim yerim de pek esintili. Canım, her mektubumda yazıyorum, sakın bana kızma, mektuplarımı (kür bahçede olduğu için) bahçede yazıyorum. Rüzgar da var. Sık sık kağıdın sağ tarafı rüzgarın tesiriyle kıvrılıyor. Hem yazımı bozuyor, hem satırları bozuyor. İşte bu sebepten mektuplarım bozuk düzen oluyor. Kür saati bitmediği için doktor ve hemşire korkusu da mevcut. Gelirken yorganın arasına saklıyorum. Dün ayın 14'ü idi. Mehtap 4 gündür çok güzeldi. İfade edebildiğim kadar sana da anlatayım istersen (lütfen sayfayı çeviriniz).

Prevantoryum, sanatoryumdan daha yüksek, hem bina da yüksek. Ne de olsa saray penceresinden boğazın kalıntıları ile Kınalı'ya kadar görünüyor. Kadıköy'de bir gemi var, ışıklar içinde, çok güzel. Kadıköy'de de projektörler tutuyorlardı. Kınalı'nın önünde (buradan öyle görünüyor) denize bir dil gibi uzanmış, ucunda da bir fener var, yanıp sönüyor. Deniz lacivert. Ay ışıkları bir şelale gibi denize dökülüyordu. Artık yeter. Manzara şairane idi. Belki şimdi sana mektup yazmaya başlamasaydım şiir yazardım. Ama kabiliyet bana her zaman uğramaz. İlhami bey bize çok seyrek uğrar. Uğrasa bile hemen gider. Gurup da güzel oluyor, ama onu ağaçların arasından yalnız kızgın bir alev gibi görüyorum, o kadar.

Erdal 3 haftadır gelmiyor. Ankara'ya gitti zannettim. Mektup aldım gitmemiş. Mektebe telefon ettim, bulamadılar. Afacan denize giriyordu. Ya bir şey olsa. Kimseye bir şey söylemiyor.

Bugünlerin nasıl geçtiğini sorma. İzin alıp çıkarmıyım, hiç bilmem ? Sevim gelecek, beni alacak, mektebe gideceğiz. Üzüntü beni derhal süzüyor. Neş'eli olursam da gören anlıyor. Kilo vermiş gibi oluyorum. Kilo vermedim, muntazam alıyorum. Bu 10 günlük tartıda 1,5 kg aldım. İştahım iyi. Yemekler düzeldi. Ben de biraz güzelleşmeye başladım. Sıhhatim iyi. Yüzümü de Puro ile yıkıyorum. Gelince hiç tanıyamayacaksın. Şaka ediyorum sanma ! Hele haber vermeden gelirsen, sahi söylüyorum tanıyamazsın. Cadı gibi geziyorum. Arada bir, kırk yılda bir, giyiniyorum. O zaman da onların gözü alışık olmadığı için, beni pek güzel görüyorlar. Hatta arada bazıları, siz niçin müsabakaya iştirak etmiyorsunuz, diye beni memnun edenler de var ! Burası o kadar çabuk değişiyor ki, benimle gelenlerden kimse kalmadı. Hep çoluk çocuk doldu. Dedikodu da hani pek az ! Çok yatsan laf olur. Ne düşünüyorsun ?! Derdini söylemeyen, derman bulamazmış ..vs. Gezenlerimiz var. Onlara da hemen bir şey yakıştırırlar ! Onun için geziyor, derler. Hademeleri amir olan bir müessesede kilo almaya çalışıyoruz. İdari maslahat ediyoruz. İşte, aptal denmeyecek kadar.

Hayatım, bu sayfayı da doldurayım, dedim. Rüzgar fazlalaştı. Gazeteci de başımda, haydi abla, haydi abla, diye sabırsızlanıyor. Mektuplarını bekler, yanaklarından candan sevgilerle ö .. sevgili canım.

Erbil.
(Teyzem nasıl, Nejat nasıl ? Yeni evliler ne alemde ? Sen nasılsın ? Bütün mektubunu bu konuda doldur. İyi günler diler, çabuk gelmeni arzu eder, en çok samimi sevgilerimi yollarım cici sevgilim. Erbil)

10 Temmuz 1952
Ankara

Erbil'im.

Beklemekte olduğum kıymetli mektubunu alalı bir kaç gün oldu. Bilmem cevabı gecikti diye bana kızmaya başladın mı ? Ankara'dan ayrılırken gönderdiğin veda mektubunu da almıştım. Her ikisine de pek çok teşekkürler.

Yolculuğunun rahat geçişine, oradaki muhitinin iyiliğine sevindim. Bu sefer hasta olarak değilde, istirahat için isteğinle gittiğinden, emin ol ki istifaden pek çok olacak. Yeterki sen lüzumsuz kuruntular yapmayasın ve gününü gün etmeye çalışasın.

Benim ne zaman geleceğimi soruyorsun. Şimdiki vaziyete göre bayramdan evvel gelmeme pek imkan yok. Şimdilik kısmet diyelim.

Erbil, sen gittikten sonra artık beni sevgilim Gençlik Parkı'nın köşesinde beklemez oldu .. telefon da etmiyor .. O kadar yalnızım ki .. Şimdi benim en iyi dostum postacı oldu, sabırsızlıkla onun yolunu gözlüyorum.

Bugünlerde düğünden yana talihimiz açıldı. Bir kaç gün evvel iki gün ara ile orduevinde iki düğüne gittik. O kadar çok dansettim ki sorma. Raspa, kaspa, samba hepsini sıraladım, başım hala dönüyor.

İki gün evvel de annem size gitti ve dönüşünde senin İstanbul'a gittiğini söyledi. Haber de vermezsin kafir. Alacağım olsun .. alacaklarım da, vereceklerim de çoğaldı ona göre .. hareket et.

Mektubunda o gün senden ayrılırken sen beni öptün, ben ise istediğim halde öpemediğim için üzülüyorum diyorsun. Üzülme sevgilim, ben alacaklarımı unutmam. Borcunu günün birinde elbette alırım. O zaman sen de üzüntüden kurtulursun. İstersen şimdi de koklaşabiliriz. Dudaklarını uzatsana .. niye duruyorsun ..

Orada yaramazlık yapıyor musun ..? Yahut da bir şeyler yapmadan nasıl uslu uslu duruyorsun .. haydi .. şimdi de kolumu, burnumu çeksene .. yaramaz sevgili, can Erbil.

Şu anda saat 10.35. Dairede penceremin yanında hem etrafı seyrediyorum, hem de hayatıma bir iki satır yazıyorum. Herhalde sen de yatağına veya kürsüne uzanmış kimbilir neler düşünüyorsun .. acaba bu arada Ankara'daki sevgilini de düşünüyor musun, bilmiyorum ?

Biraz da havadis yazayım mı ? Sıcaklar biraz arttı. Fakat akşamları serin oluyor. Şükrü bey de eşi ile birlikte Kastamonu'ya gittiler. Evde yalnızız. Nevin de kurayı çekti, Çanakkale'ye gidiyor. Arkadaşı modacı Neriman da Erzurum'u çekmiş. Kura içinde İstanbul'a en yakın yer Çanakkale olduğu için Nevin memnun. Fakat öteki müteessir. Darısı senin başına, ama senin mecburi hizmetin yok. Tayinle olacak.

Oradaki günlerin nasıl geçiyor ? Herhalde bugüne kadar muhite alıştın, resimler (!) çektirmeye başladın. Hala H. da seni bu hafta ziyaret edebilmek için İstanbul'a geliyor. Haberin olsun. Şimdi burada mevsimi geçmeden kayısı çekirdeği topluyor .. Sana ballı marmelat yapacakmış.

Erbil, Ankara, kuru bir muhit olduğu için mektubum seninki kadar uzun olmadı. Onun için bana darılma, emi canım. Sana geçmiş olsun demeyeceğim, çünkü hastanede değil, istirahathanedesin.

Güzel ve neş'eli günler dileyerek yazılarıma son vereceğim. Sonsuz selam ve sevgiler Erbil'ime. Yanaklarından öperim.

Sermet.

14 Temmuz 1952
İstanbul

Canım.

Burada hiç işim olmadığı halde, Cuma'dan beri sana mektup yazamadım. Sebebi ziyaret günlerine tesadüf etmesinden oldu. Onun için özür dileyeyim mi ? Hayır. Affettirmek için pek çok uzun yazacağım. Önce yeknesak geçen günlerin çok sıkıntılı olduğunu kaydedip, derhal eğlenceli geçen bir günü anlatmaya başlayacağım. Sevgili canım, geçen Çarşamba günü sabah saat 7'de otobüsle yalnız prevantoryum kimseleri - hemşireleri, doktorları - Küçüksu'ya gittik. Çok güzel eğlendik. Senin hep, boğaza gideriz, orası başlıbaşına bir eğlencedir, sözün kulaklarımda yankılanır gibi tekrar tekrar çınladı. Yaramazım, oraya gidinceye kadar otobüste kızlar söylenmedik türkü bırakmadılar.

Gazinoya indik. Pikapa filan hiç lüzum yoktu. Güzel sesli arkadaşlar, komik kimseler epeyce idiler. Orasının şarkıcılara mahsus sahnesine çıktılar. Aman neler neler. Emin ol ben de bir iki kere oynadım. Doktorları kıramadım. Bu fasıl bitti. Dans başladı. Plaklar güzeldi. İlk dansı baş hemşire hanım ile yaptık. İyi, güzel dans ediyor, ama dans bitince temiz bir nefes aldığım zaman yaşadığımı anladım. Aman, o ağız ne pis kokuyor. Ben hayatımda böylesine rastlamadım. Sigara içiyor. Her neyse, bitti, oturdum. Allaha dua ettim, tekrar kaldırmasın diye. Aradan pek az geçmiştiki, baş hemşire hanım bir doktorla beraber geldi. Haydi dedi. Bir kere de onunla yaptık. Pardon bir kere de küçüklerden birisi ile dans ettik. Başka hiç dans etmedim. Yemek yedikten sonra, yürüye yürüye Küçüksu'dan Kanlıca'ya gittik. Saat 13'de çıkmıştık. Kanlıca'daki 15.20 vapuruna zor yetiştik. Vapurla tekrar Küçüksu'ya döndük. Döndük ama, Erzurum Öğretmen Okulu talebeleriymişiz, İstanbul'u hiç tanımıyormuşuz gibi yaptık. İçimizde bir hoca vardı. Pek komikti, neler söylemiyordu ki ! Coğrafi malumatımızı güya arttırıyorduk. Tontonum, böylece Küçüksu'ya geldik. Burada da gördüğün resimleri çektirdim. Gördüğün resimler benim makinemle çekildi. Ben de çektim. Çıkmış, ama daha iyi çekmek için tecrübe şart !

Saat 17.30'da gördüğün arkadaşlarla boğazın bir kısmını gezmeye çıktık. Arkada daha 3 kayık vardı. Tekrar Kanlıca'ya ve Küçüksu'ya geldik. Bir çok kimselerin yalılarını gördük. Arada çok güzelleri olmakla beraber, baykuş yuvasına benzeyen yerler de vardı. Oradan döndük, mısır aldırttık ve Göksu'ya yollandık. Dört Kardeşler'e kadar gittik. Artık keyfim sonsuzdu. Çünkü rahatça seninle başbaşa olabilme fırsatını bulabilmiş, yanyana Göksu'dan dönüyorduk. Orada testici vardı. Ankara'da iken ismini duymuştum (vazo satıldığını). Kayıktan indik, ben iki tane vazo aldım. Odamın bir gül bahçesi var. Görülecek yer. Vazolarıma üçer tane gonca koydum. Sen de görseydin, belki benden de çok sevinirdin. Böylece döndük yerimize.

Derken yemeklerimizi yedik. Artık yorulmuştuk da zaten. Orasının da hali çekilmez oldu. Serinlik de başladı. Saat 21 - 22'de otobüse bindik. O ana kadar doktorlar hiç oynamamıştı. Otobüste bir doktoru oturtmadık. Geldik, hemen şöyle böyle elimi, yüzümü yıkadım, yattık. Hemen uyumuşum. Bir Küçüksu ne kadar uzadı, gördün mü ? Canım sevgilim, şimdi de yeknesak günlerin raporunu vereceğim.

Alev Kayıhan'cığım: Şimdi yemekten geldim. Saat 14'de uyumak için yatacağız. Sabahları güya 7'de uyanmamız lazım, fakat uyumak çok güç. 5 - 6'da uyanıyoruz. 7'ye kadar matrak geç dur. Ama nerede, yatakhanede. Bir tane Bakırköy'den çıkmış hoca var. 152'liklerden. Gün yok ki kavga etmesin. Ağzında erkek küfürlerinin hiç duymadıklarımı var. Bazan iyi zamanına rastlıyor, o zaman Bakırköy'de nasıl günler geçirdiğini anlatıyor. Ama umumiyetle kaçık. Gece yatarken hepimiz birbirimize bağlı yatıyoruz. Allah korusun, gece kalkıp bir makas batırsa suratımıza, çek dur. Her neyse, daha neler neler. Gece uykusunda gezdiği geceler oluyor. Hepimiz uyanıyoruz. Ne yapacak diye bekliyoruz. Uyandıramıyoruz da, büsbütün kötü olurmuş.

Asıl işin kötüsü, Perşembe günü sanatoryumdaki hemşire hanım bizim serviste işe başlayacakmış. Yine neş'emizi bozacak sayın bayan ! Pis, onu hiç sevmem. Eritim çıkarıyormuş, sana bahsetmiştim. Hastalarından birisi ile, hem 14 yaş küçük birisi ile yıldırım nikahı ile evlenmişti. Kocasını da öldüreli henüz 3,5 - 4 ay olmuştu. Şimdi yeni birisi ile alakadar olmaya başlamış. Elbiseler, kombinezonlar faaliyette. Müdürle de arası açılmış. Vaziyet nazik. Şu hemşiler pek ömür mahluklar doğrusu.

Ankara'nın sıcak olduğunu yazmışsın. İstanbul da sıcak, ama bizim yattığımız yer esintili ve yeşillik olduğu için muhakkak yün giymek icap ediyor. İştahım iyi. Sen inanmazsın, ama ben daima yaptığım gibi yine doğru yazıyorum. Sabahları iki dilim ekmek yiyorum. Öğleyin dört dilim, akşam da üç dilim yiyorum. Böyle giderse sen gelinceye kadar epey kilo alacağım.

Şimdi kür saati. Tam saat 14. Saat 16.30'a kadar müsaade. Uykum yok. Devam etmek istiyorum, ama bırakmazlarki.

Günaydın Sermet ! Saat 16.30 olmadı, daha henüz 15.45. İki saate yakın uyumuşum, az deme. Her gün bu kadar muntazam uyuyorum. Bakalım geldiğinde beni tanıyacak mısın ?

Şimdi herkes uyuyor. Kimi arka üstü yatmış, kimi yan, kimi yüzükoyun. Ben daima sol tarafıma yatarım. Ekserisinin ayakları dışarda. Bundan da dışarıda çok sıcak olduğu belli. Kalemi değiştirdim. Çok fena oluyor, değil mi ? Ama ne yapayım Sermet, burası böyle işte, berbat. Kusurumu affedersin. İptidailik. Geldiğinde göreceksin, uymak lazım. Rüzgar da çok.

Bir hayli uzadıkça, uzadı. Hep kendimden bahsettim. Bu senin isteğini yerine getirmek içindi. Şimdi de ben sana bir isteğimden bahsedeceğim ve rica edeceğim canım hayatım. Sen de bana yazabildiğin kadar uzunca bir mektupla kendinden bahset, emi ? Mektubumu vermek için gazeteciyi bekliyorum, bir an önce alman için.

En erken seni görmek ümit ve arzularımla canım, artık allahaısmarladık. Sevgilim İstanbul ellerinden, ben de gözlerinden, yanaklarından öper, mektuplarını 10 gözle beklerim.

Erbil.

22 Temmuz 1952
Ankara

Canım Erbil'im.

Mektup ve resimlerin beni o kadar çok sevindirdi ki .. tarif edemem. Hele güzel resimlerin ? Bana senin ve İstanbul'un kokularını getirdi. Onları çekmeceye koydum. Sık sık çıkarıp bakıyor .. fakat doyamıyorum. Senin yerini tutmuyor .. Yalnız teselli ediyor.

İstanbul'u biraz olsun gezip tanıyabildiğine ve sıhhatinin iyiliğine çok sevindim. İnşallah bundan sonraki günlerde daha neş'eli ve güzel eğlenme imkanları bulursun. Bu arada biraz etrafı beni için de seyredersen memnun olurum. Şimdiki halde biz İstanbul'u uzaktan bile seyretmek imkanına malik değiliz.

Ankara'mızda hava o kadar berbat ki. Sıcak, rüzgar ve yağmur sıkıntısı. Arada sırada atıştırıyor. Şubat, Mart daha iyi idi. Orası nasıl bilmiyorum. İçerde olduğun için iyilik veya fenalığı seni pek ilgilendirmez, ama güzel olması tabii ruhunun sıkılmaması için lazımdır.

Erbil'im, mektubunda gezintinizi tatlı tatlı anlatmışsın. Ben de büyük bir zevkle okudum ve seninle beraber bir kere de ben oralara gittim, sandalınıza bindim ve seni kucakladım.

Biraz havadis toplayayım diye bugüne kadar bekledim, ama pek fazla bir şey toplayamadım. Ankara'dan ne toplayabilirsin ki ? Ankara'nın bütün neş'esini, güzelliğini, sevincini Erbil getiriyordu. O yok .. Gençlik Parkı'nın köşesinde artık beni bekleyen biri yok. O köşe bomboş duruyor. Artık telefonum da çalmaz oldu. O aşina, tatlı ses de bir zaman için kesilmiş bulunuyor .. Arkadaşların dikkatini çekmiş .. artık seni aramıyorlar .. ne oldu .. aranız bozuk mu, diye takılıyorlar.

Can kız, istersen sana biraz havadis yazayım. Geçen Pazar sabah bizim evin karşısındaki mühendis arkadaşla (kendi arabası ile) Kızılcahamam'a gittik. Arkadaş kendi mıntıkasına ait olan inşa halindeki yolları kontrol etti. Ben de muavinlik yaptım. Dağlarda epeyce yürüdük. Gök gürlemeye başlayınca, arabaya atlayıp tekrar yola revan olup Kızılcahamam'a geldik. Şantiye binasına girer girmez yağmur indirdi. Saat da 1.30 olmuştu. Mühendis ve müteahhitlerle esaslı bir yemek yedik. Bir hayli de bira içtik. Şaka söylemiyorum. Hava değişince boğazım da açıldı. Hakikaten bir hayli yemişim. İki şişe de bira cabası. Yağmur dinince çamlar altında topluca bir gezinti yaptık ve mesire yeri olan bir kır kahvesinde oturduk, oldukça kalabalıktı. Orada da biraz bira içtik. 8'de şantiyeye döndük. Gene sofra başına oturduk. Öğlenki gibi yiyip içtik. 9.30'da da yola çıktık. Bir hayli gittikten sonra, yolun orta yerinde bir kalabalık gördük. Hendekte bir otobüs yan yatıyordu. İstanbul'dan gelmekte olan iki otobüs yarışa başlamışlar. Netice malum. Biri kaçmış gitmiş. Öteki de yan gelmiş. Manzara bir hayli üzücü ve heyecanlı idi. İnleyenler .. yerde yatanlar .. eşyasını arayanlar. Karanlıkta ne bulursun ? Ağır hastalara yardımımız olamadı. Kolu kırılan bir genci arabamıza alıp, yola çıktık. Cankurtaran da geliyordu. Gencin şansı gene kendini gösterdi. Bizim arabanın tekerleği patlamaz mı ? Allah bize gayret verdi, çabucacık yedek tekerleği takıp, hareket ettik. Ancak 11'de hastaneye geldik. Hastamızı bırakıp eve döndük. Bizim seyahat de böylece eğlenceli ve sonu da üzüntülü oldu.

Dün akşam da bir komşu kızın orduevinde düğünü vardı. Yorgun olduğum için isteksiz gittim. 9.30'da düğün açıldı. Ben büyükleri orada bırakarak dolmuşa atladım ve erkenden yattım, ama gene saat 10.30 oldu.

Bugünlerde dairede gene işler arttı, arkadaşlar izindeler, hemşiremiz de hasta. İşler aksamasın diye orada olanlar elbirliği ile yapıyoruz. Ne yaparsın .. vazife mukaddes. Akşam üstleri de yorgun argın eve dönüyorum. Canım gezmek de istediği halde, maalesef yalnızlık ve yorgunluktan hiç bir şey yapamıyorum. İşte sevgilim bugünlerdeki hayatım. Yemeklerden bahsetmeyeceğim, vaziyet malum. Arif'e tarif ne hacet, değil mi ?

Sen nasılsın canım, yeni gezintiler tertip ettiniz mi ? Ankara'yı özledin mi (!) ? Yeni havadislerle, resimlerle dolu mektuplarını sabırsızlıkla bekliyorum.

Hasret dolu sevgilerimi yollar, yanaklarından öperim canım.

Sermet.

27 Temmuz 1952
İstanbul

Canım.

Mürekkebim için özür dilerim.

Şimdi saatim olmadığı için kat'i söyleyemeyeceğim, her halde vakit 19.30'dan fazla. Bunu sana yazdığım vakit İstanbul'un her şeyi çok güzel. Deniz mavi bir kadife kadar mat ve düzgün. Bu güzellikler arasında daima seni anıyor, düşünüyorum. İşte şimdi sanki bu güzellikler bana ikaz etti de yazıyorum.

Sermet, bulunduğum yerden görebildiğim kadar ulaştıracağım. (Geldiğinde göreceksin) Yattığım yer yemyeşil, ağaçlar arasında bir yer. Şimdi kesip radyodaki şarkıyı da koyacağım. Bir erkek okuyucu ÖMRÜMCE O SAF AŞKINI KALBİMDE YAŞATSAM şarkısını okuyor. Zemin ve zaman müzik için sanki dekor, belki bu ses senin kulağına kadar geliyor. Bu yeşillikler arasında daima konuşmayan, fakat anlatan bir sevgili ve sen var. Of Sermet, yine bahsettiğim kadın vaazlarına başladı.

Kedinin üstüne basmış, ayağını tırmalamış, çok korkmuş. Acaip bir ses çıkarttı, halini görsen. Sermet, sinirli olmak için bu hanım insana yeter. Herkes korkar, ama bu başka, hiç alakası olmayan nice kapağı kalkmamış küfürler ..vs

Hı, hı, ah, ah ! Bak bir asab bozukluğu deyip geçme. Sana bile elimde olmadan ulaştırdım. Kötü hareketimi hoş gör.

Canıııım, şimdi sana o can'ın bana hissettirdiklerini yazacak kadar kelimeler bulamıyorum. Yalnız rüzgar çamların arasından geçerken hazin hazin hasret üflüyor. Sevgi fısıldıyor. Ama bu sesi hemen kaybediyorum.

Aya şimdi neler söylüyorum, neler. Benimle beraber olanlar da var.

Ay ışığı
Sana imreniyorum
Onun odasını
Dilediğin kadar aydınlatıyorsun
Ben ise
Seni uzun uzun seyrediyorum
Gözlerinin nurundan bir damla
Katabilsem diye ..

Ama henüz bu isteklerim olamaz, çünkü ay çok ufak, küçük. Ay büyüdüğü zaman, ışıkları fazlalaştıkça, işte ben böyle düşünüyorum.

İstanbul'un pembe ufukları bana sevgi ışıklarını getirir. Sermet, hava karardı. Işıksız bir yerde kür yaptığımız için şimdi kesmek mecburiyetinde kalacağım. Bir saat sonra uyumak için çok kalabalık bir yatakhaneye çıkacağız, orada yazamam. Şimdi herkes (göreceksin) saadet yolunu katediyor. Bu yol müdüriyetle prevantoryum arasında bir asfalt yol. İki tarafı ağaçlıktır. Canım sevgilim, allah rahatlık versin, yarın devam edeceğim. Güzel sevgi rüyalarım senin de rüyalarını süslesin.

Erbil.

28 Temmuz 1952
Ankara

Günaydın canımın canı.

Canımın yanında, canıma birisi şimdi yine yazmaya başlıyor, değil mi ? Ha, hı, hı, hı. Gülme of ! Niye güldün ? Sermet'im şimdi şakayı bırakalım da mektuba devam edelim. Saat 9'a 10 var. Hava öğleden sonra yağacak gibiydi, şimdi kah çok parlak, güneşli, kah kapalı ve rüzgarlı. Hiç yapmak istediği belli değil. Önce çok güzel, biraz sonra asabiyeti gelmiş insanlar gibi yüzü karmakarışık, çok kötü. İşte hava böyle. Fakat deniz henüz mavi ve durgun. Vapurlar geçtiği zaman bembeyaz bir köpük izi bırakıyor. Hiç sis de yok. Hayırsız Adalar gözüküyor. Çamlıca'nın ufukları bir deniz gibi mavi. Ancak bizim üstümüzde gök, yer yer beyaz pamuklarla serpilmişti ki, biraz da sağıma gözümü çeviriyorum. Oh, ne güzel yeşil selvilik. A ! Karacaahmet bile bugün pek hoş. Ama orası daima siyah, yeşil değil. Özlediğin İstanbul'un güzel yeşilleri benim gözümün arasında, önünde.

Aklıma geldikçe edebiyat parçalarım. Şimdi biraz havadis faslına geçelim. Önce hicaz.

Canım sevgilim, yaramazım,yeşilim.

Sen ne yazmışsın ! Ah seni ah, demek postacı senin dostun oldu. Yine de öyle olsun. Ben hoşum, ama postacı benim düşmanım oldu. Çok geç mektup getiriyor. 15 - 20 günde. Mektubunu aldığım günden iki gün önce muayene oldum. Ancak bir ay daha kalabilirsin dedi. O da müdürle konuştum, onun için. Yani bir ay sonra yine Ankara. Sen bu bir ay içinde gelebilecek misin ? Eğer ben Ankara'ya geldikten sonra sen buraya gelirsen çok üzülürüm. Hayatım, muntazam kilo alıyorum, iştahım da yerinde. Cuma günü yaptığımı sana anlatayım da, bir gül. O gün akşam dolma içi gibi iri diri, taneli pilav vardı, hoşuma gitti. İki tabak dolu dolu yeim. Altı bardak da su içtim. Ooooh ! deme, yedim işte ! O beni bir sıksın, baygınlıklar geçirdim. Çok az sürdü, ama epeyce sarstı. Ondan sonra aldılar beni dik işlerler, ha işlerler, daha da sonrası var. Bu baygınlık sırasında doktor çağırmışlar, bütün doktorlar toplanmışlar. Mühim olsa gelmezler. Gelinceye kadar benim bir şeyim kalmadı. Bütün arkadaşlar başladılar gülmeye. E benimki de can, nasıl sabredebilirim ? Ben de güldüm. Doktorlar da oturdular karyolaya, başladık gülmeye. Vaziyet öyle komikti ki, sorma ! İki kolum doktorların elinde, güya nabız sayıyorlar. Halbuki hepimiz gülüyorduk. İşlerini gördüler, bana bir koca kapsül Promidon yazdılar gittiler. Sonra özür diledim tabii. Şimdi nerede görseler başlarını çevirip, gülüyorlar. İlahi Erbil diyorlar, ölsen inanmayacaklar diyorlar. Doktorlar gittikten sonra bir ter, bir ter bende sucuk gibi. Kürde ne varsa, kimin hırkası varsa hepsi sırtımda. Giderken onları taşıyacak halim yok. Yine de şeytanlıkta "eskiiiiciii !" diye gülüşe gülüşe yatakhaneye gelip, yattık. Rahatça uyumuşum. Uyanınca çok iyi idim.

Benim için de gez diyorsun. İnşallah olursa, pek iyi. Fakat daima kalbimdesin. Zaten benimlesin, artık hayalimdesin. Kafiyeli de yazıyormuşum hani. Arkadaşlarının takıldığını bahsediyorsun ? Verdiğin cevabı duymak isterdim.

Havadislerine memnun oldum. Senin yerine sanki ben gezmişim gibi oldum. Ama sonunda zehir olmuş.

Düğünlere gidersin ha ? Kimlerle dans ettin ? Raspaları, sambaları ha, bir de bilmem dersin, allah versin, ama niye olsun. Sen benim elime geçmeyecek misin ? Resim istiyorsun ? Peki göndereyim, ama sen gönderme, e mi ? Sen söz tutarsın, bilirim. Gönderdiğim resim güzel değil, ama onu büyüttürdüm, o güzel oldu. Daha bulursam yine gönderirim.

Şu arkadaşlarının izinleri de ne zaman bitecek, bilmiyorum. Sana ne zaman sıra gelecek ? 15 gündür sağ gözüm seyiriyor. Sonu ne olacak, bilmem. Sevinirim, ama bu nesi ? Mukaddes vazifelerinizi elbirliği ile yapacak sabır versin, kim verecekse ? Harman öğütleri ha ! Bizim tarlayı hasat edince öyle yaparız, ama onu aldığım zaman çok hayret ettim. Bir gün önce mektubunu almıştım. Başak'ı görünce, allah allah, dedim. Hemşire dağıtıyordu. Bu öğütler de kimden, dedi. Şaşkınlığımı görünce, bıraktı, gitti. Halam da geldi, gözüm aydın, ama Ayvalık'a gitti. O da senin gözün aydın. Artık yeter Sermet'ciğim, postaya yetişsin de, sen de yarın oku. Ankara'daki sevgilimi özledim. 15 gün sonra inşallah mektubu gelir. İyi günler canım, binlerce öpücükler ve sevgiler.

Erbil.

4 Ağustos 1952
Ankara

Erbil'im.

Maalesef bugünlerde mektubuna cevap yazabilmek kabil olmadı. İstemeyerek gene gecikti. Fakat bu seferki işlerden veya ihmalcilikten değil, sıhhatimin bozukluğundan. Fakat gene ne oldu diye merak etme, malum şeyler.

Mektubunda kendimden bahsetmemi istiyorsun. Kendim bahsedecek birşeyim olmadığı için bahsedemiyorum. Hayatım malum, monoton. Nasıl oldu ise evvelki hafta fevkaladeden bir gezinti yaptık. Hikayesini de geçen mektubumda anlatmıştım. Tamamen aksine oldu, çile doldurduk. Sol gözümde de muazzam bir arpacık çıktı. Onun ağrısı ve sızısı yetmiyormuş gibi dişlerden sağ yanağım da şişmez mi ? Yalnız şişse iyi, ya ağrısı. Bayağı hasta oldum. Ne yemek, ne uyku. Bu da yetmedi sanki .. ille de hastaneye git diye tutturdular. Onların hali malum. Fakat hatır için Cumartesi günü gittim. Bu sabah gene gitmek lazımdı. Şimdi yorgun argın daireye döndüm. Hastanede de bir şey olmadı. Sadece süründüm. Asabım bozuldu. Bir şey yaptıkları yok. Hep şişirme. Dişi çekmek lazımdı. Sefaleti görünce ondan da vazgeçtim. Zira ağzımı çalkalayacak bir bardak su bile vermiyorlar. İşte Erbil'im kendimden bahsettim, hoşuna gitti mi ? Sen yemek ye, kendine bak dedikçe aksi oluyor. Maamafih gene de iyiyim. Dünkü Pazar günü de hiç bir yere çıkmadım. Elbise temizledim.

Can Erbil, resmin pek güzel. Orada da uslu durmadığını, yaramazlık yaptığını tamamen ifade ediyor. Seni koca balık seni. Seni havaya değil, kavanozun içine koymalı. Karşısına da geçip seyretmeli.

Sıhhatinin iyiliğine çok sevindim. Demek ki bir ay sonra kürkçü dükkanına döneceksin. Bu hesaba göre bayramda buradasın demektir. Bu gidişle seni orada göremeyecek miyim yoksa ? Maddi bakımdan bugünlerde oraya gelebilmem mümkün değil, ancak bayramda veya bayramdan sonra mümkün olabilecek. Bilmem o zamana kadar sen orada kalabilecek misin ?

Ben oraya gelebilmek için başka çareler de aramaktayım. Muvakkat bir vazife temin edebilirsem o şekilde, bu olmazsa bir kaç ay için (imkan bulabilirsem) Küçükyalı, Ortaköy Şifa Yurdu veya tekrar Erenköy'e gitmeyi bile düşünüyorum. Zira başka şekilde bir kaç ay İstanbul'da kalmamın imkanı yok. Bu günlerde Ankara'da adamakıllı bunaldım. Değişikliğe çok ihtiyacım var. Havalarda da hiç istikrar yok. Dün kısmen yağmurlu geçti. Gece yağmış, ama gene de sıkıntı gitmemiş.

Sen nasılsın, ne alemdesin ? Yanakların tombullaştı mı ? Şişmanlayacaksın diye gene fazla yiyip ayılıp, bayılma. Yeni bir gezinti yaptınız mı ? Gittiğin yerlere beni daima götür ve yaz. Mektubunu okurken ben de seninle beraber oraları gezmiş oluyorum. İşittiğime göre bikini mayo ile denize girmeye de başlamışsın. Hala hanımı da beraber götürüyor musun ? Bu hafta hala hanım bir kavanoz zerdeçal ile ziyaretine gelecek ve karanlığa kadar oturacakmış, haberin olsun. Evvelki hafta Küçüksu'ya gittiğine de çok kızmış.

Yolladığın karakediyi aramıza sokmadan karşı taraftan okudum. Şu kedinin beyazını bulamadın mı ? Aramızın bozulmasını mı istiyorsun ? Onu çekmeceye koydum, orada miyavlayıp duruyor. Senin kulaklarını, yanaklarını yemek istiyor.

Can Erbil, sana daha neler karalayayım ? Bu mektup pek derbeder ve intizamsız oldu. Kusura bakma. Yazım da iyi değil, bilmem okuyabiliyor musun ?

Önümde arkadaşa ait bir Radyo Dünya'sı var. Fahri Karpuz'a ait 8 satır fena değil. Bilmem beğenecek misin ?

Kalbimde yanarken sevgin, hasretin
Hayalin bile bir pınardır bana.
Çatladı bağrımda yaşı gurbetin
Bir kızgın çöl gibi susadım sana.

Sönmüyor içimde yanan kızıl kor
Ayrılık ne acı, özleyiş ne zor
Birleşmek bir serap gibi, gelmiyor
Ayrılış ne acı, özleyiş ne zor.

Erbil'ime sonsuz selam ve sevgiler. Güzel İstanbul'da iyi günler diler, yanaklarından öperim canım.

Sermet.

8 Ağustos 1952
İstanbul

Canım.

Beklediğim mektubunu ancak mektubuna cevap verdikten sonra, aynı gün öğleden sonra aldım. İnsan tahmin ettiği bir olayla karşılaşınca memnuniyeti sonsuz oluyor. Bak Sermet, kalbim her an kalbine karşı. Bazan biraz dalıyorum, o zaman senin ne yaptığını, o an ne ile meşgul olduğunu düşünüyorum. Senin işlerinin çokluğu belki seni düşündürüyor. Belki yine onların arasında azıcık da olsa beni hatırlıyorsun. İşte o an mümkün olsa ben sana gelebilsem, kimse görmese .. ama olsa ile bulsa bir araya gelse ! Neler olmazdı sevgilim ?

Canım, mektubunda bana uzun uzun her şeyden bahsettiğin için, bana da bol bol vakit ayırdığın için hem seviniyorum, hem de pek çok teşekkür ediyorum.

Sevgili canım, mektubunda rahatsızlığını okuduğum zaman emin ol ağlayamadım. Sarardım, okudukça bozuldum. Geçmiş olsun demek adet olmuş, inşallah dualarım kabul olur, çok çabuk geçer. Fakat dişini çektirdin mi ? Asabın bozuk olduğu halde neden o pis yerlere gidiyorsun. Dişini dışarda çektirsen belki asabın bozulmadan alırlar. Rica etsem canım, yapar mısın ?

Tontonum, biraz ara vermek mecburiyeti hasıl oldu. Bu ara hem vizit, hem banyo ve hem de yemek yedim. Şimdi tertemiz, tok karnımla başladım yazmaya. Yediğim yemekleri yazayım mı ? Belki mektubumu yemekten önce alırsın da karnın doyar. Ama şimdi bunu yazmadan önce iki tane kocaman şeftali yedim. Zaten çok severim. O da miğdeyi şişirdi, her neyse.

Sermet, canım: Bu rahatsızlık yine sana halsizlik verdirmiştir herhalde. Çünkü bir hayli seni yormuş. Onu aldır Sermet, tekrar tekrar seni harap etmesin. Bir kerede kurtulursun. Bu nedir her zaman seni yoruyor ? Biz beyimize kendine iyi bak dedikçe, o kendine tam bakıyor !

Sermet, bu mektubunda F harfini bana benzetmişsin. 17 tane F harfi var, hepsi de selvi boylu. Uzunlukları üç satırı kaplamış.

Canım, beni balığa benzetmişsin. İyi ama sen böyle yazınca şeytan aklıma getiriverdi. Demek sen de bir avcısın. Beni kavanoza kapatacaksın. Sonra da seyredeceksin ! Ben bunu tek olarak düşünmezdim. Gönül ister ki; sen yeşil bir balık, ben de kırmızı balık, kavanozda değil, denizde kimsenin seyretmediği bir yerde senelerce yüzelim. Ah !

Gelelim Ankara'ya gelme işine. Evdekiler hariç, sen de dahil hiç kimse kürkçü dükkanına dönüşümü istemiyor. Ben hele hiç istemiyorum. Bu hususta müdür beyle konuşup, tekrar iki ay daha kalabilmek için rica yollu izin isteyeceğim. İstediğimi kabul ettirirsem, kısmet olur sen de bayramdan sonra gelirsen, bir ay beraber oluruz. Olmazsa kürkçüde ne zaman olursa tekrar buluşuruz.

Buraya gelmek için bazı çarelerden bahsediyorsun. Hepsi de iyi. Yalnız tahakkuk ettirebilecek misin ? Sen istesen yaparsın, ama inadın da tutarsa hani israr eder yapmazsın. Birisinin bir sözü seni kırar, lanet olsun gitmem gibi ve benzeri şeylere aldırma. Elini çabuk tut. Ve İstanbul'una yağmurlar başlamadan gel.

Muvakkat bir vazife bulman çok güzel. Ama bu sefer dönmemezlik etme sakın. O zaman kara kedi senin ağzını yer. Onu da nereden çıkardın. Her şeyin bir manası mı olmalı ? Ben onu aramıza girsin diye nasıl gönderirim. Bu alacak iş mi ? Laf olsun, şaka olsun, dedim, sen yine ne anladın.

Fahri Kopuz'a ait 8 satır güzel, aklımda kalanları da ben göndereyim.

Kalbimde yanarken sevgin, hasretin
Ayrılış ne acı ne zor bana

Evet ne zor bana şimdi. Ama sen ve hayallerin daima benimlesin.Yeşil İstanbul'undan yosun kokulu yanaklarımı uzatıyorum. Öp beni ! İyi günler, şen ve sıhhatli vakitler dilerim canım, hoşça kal.

Erbil.
(Resimlere ait 3 - 5 satır ilave etmeyi unutmuşum. Onları burada çektirdik, arkasına öyle yazdım. Gittiğim her yerde seni kokladım, rüzgarda sen varsın. Onları beni gördüğünde istersen veririm. Şişmanlamış mıyım ? İntibalarını bekliyorum. Bende de birer taneleri var.)

13 Ağustos 1952
Ankara

Canım Erbil'im.

Beklediğim mektubunu alınca ne kadar sevindiğimi anlatamam. Hele o resimlerin .. Ne kadar canlı .. Ne kadar güzel ve cana yakın .. Hele birinde kollarını açmışsın. O kollara insanın atılacağı geliyor. O kadar özledim ki, sorma. İnşallah yakında karşılaşırız. Resimlere henüz doyamadım. İstediğin zaman veririm. Yanındaki arkadaşların da (kulağımı çekme) fena şeyler değilmiş. Geldiğinde takdim edersin, olur mu ?

Mektubunda verdiğin havadisler güzel. Hele neş'enin yerinde oluşu. Şişmanlamaya başlayışın hepsinden güzel. Resimlerin de birazcık topladığını gösteriyor. yalnız "f"leri çok uzattığımdan şikayetçisin. Bu mektubumda mümkün mertebe kısa kuyruklu yazmaya gayret edeceğim. Benim yazılarımı görüyorsun, reçete gibi. Sen "f"lerin uzunluğuna değil, okunduğuna şükret. Bana oku desen, okuyamam da. Yarım kalmasın diye çabuk çabuk yazıyorum, berbat oluyor. Özene bezene yazsam o zaman bir sürü iş çıkar, yarım kalır. Onun için sen buna razı ol, emi canım ?

Erbil, hastalığıma çok üzülmüşsün, işte bu olmadı. Benim üzüldüğüm yok. Ağrıdı, şişti, geçti, gitti. Niye hastaneye gittin diyorsun. Oraya gitmezdim, ama arkadaşlar halimi görünce hastaneye tezkere yazmışlar. Resmi formalite icabı ben de gittim. Adet yerini buldu. Şimdiki halde iyiyim, merak etme. Yalnız yalnızlıktan, sensizlikten hastayım. Onu da ancak sen tedavi edermişsin. Edersen geleyim mi ?

Erbil, oraya gelebilme çarelerinden bahsetmiştim. Paramla gelsem nihayet 3 - 4 gün kalabileceğim. Onun için başka çareler düşündüm. Evvela vazife ile gelmeyi düşündüm. Maalesef bunda muvaffak olamadım. Evvela arka yok. Sonra bizim patron İstanbul'da, sen boş durmazsın diyerek buna razı olmadı. Şimdi ben de istirahat alıp oraya gelmeyi ve Erenköy'e yatıp 3 - 4 ay istirahat etmek daha doğrusu, orasını otel ve lokanta olarak kullanmak istiyorum. Bu arada bir iki hap yutarak da tedavi oluruz, olmaz mı ? Yalnız oraya gelmek istediğimi evdekilerle, arkadaşlar bilmiyor. Hiç kimseye söylemeden vazife ile gidiyormuş gibi ortadan kaybolacağım. Zira aksi halde annem manasız yere üzülecek ve arkadan gene bir sürü laf. Onun için işi mahrem tutacağım. Sen bu ay sonunda çıkmaya bakma. Forsunu kullan ve Eylül sonuna kadar kalmaya bak. O zaman istifaden fazla olur. Geleceksin de ne olacak ? Onun için acele etme. Benim oraya gelme fikrimi nasıl buluyorsun ?

Benim niyetim ayın 20'sinden sonra buradan ayrılmak. Ay sonuna değin veya bayram ertesi (ev vaziyetine göre) oraya gelmektir. Mektubumun cevabını 20'sinden evvel daireye yaz. Ondan sonra ben yazarım. Arkadan da kendim gelirim, olmaz mı (seni kızdırmak için yazıyorum ->) ŞEKERİM.

Havalara gelelim. Çok sıcaktı. Bugün biraz serinledi. Annem iyice. Şükrü ve karısı keyiflerindeler. Nejat da bildiğin alemde. Ben de İYİYİM, iyi mi ? İyiyimi mahsus büyük yazdım. İyi olduğum belli olsun diye.

Sen nasılsın, geziyor, yaramazlık yapıyor, eğleniyor musun ?

Yazılarıma istemeyerek burada son vereceğim. Hasret dolu selam ve sevgilerimi yollar, uzatmış olduğun yanaklarından öperim.

Sermet.

16 Ağustos 1952
İstanbul

Canım.

Mektubunu iki gündür bekliyordum. Aldığım zamandan biraz önce durgun, mıymıntı mıymıntı oturuyordum. O an bendeki değişikliği görseydin, belki de halime zıplaya zıplaya gülerdin. Ama diyeceksin, o işi ben değil sen yaparsın. Çok doğru, her neyse.

Artık sayılı günler geldi. Demek 15 gün sonra buradasın. Bayram tatilini evde yapacaksın, değil mi ? Ah, burada olsaydın, ne gezerdik, ne gezerdik, ama neyse. Tek sen gel. Sıhhatin iyi olsun da, ne zaman istersen gel. İstanbul'a gelişimi nasıl buluyorsun, diyorsun. Bu benim aklıma gelmişti, ama teklif etmek için kendimde cesaret bulamamıştım. Tabii pek iyi karşıladım. Hiç olmazsa sıhhatin etraflıca kontrol edilmiş olur ki, bu da benim arayıp bulamadığım nimet. Okuduğum zaman inanamadım. Seni şeytan şaşırtmış bu sefer. Nasıl oldu da kendi isteğinle, kimseye söylemeden istirahata ihtiyaç duyabildin, şaştım doğrusu.

Diyorsun ki acele edip gelme ! Ankara'da ne var, doğru söylüyorsun. Doktor kilo aldın, dinlendin, 25 günde bir de hava alıyorsun, ne lüzum var burada fazla kalmana, diyor. Bu senin hatırın için bayramdan sonra hiç olmazsa (15 gün daha Ankara'nın çok sıcak oluşunu ileri sürerek) kalmak istiyorum.

Ayın 20'sinde daireden ayrıldığın için hemen cevap vermek istedim. Bunun için ne kağıdımda, ne de kalemimde hayır var, ne de yazıda. Kür yaparken yatarak yazıyorum. Kalkıp oturarak yazmak tehlikeli. Belki bir doktor görebilir. Bu bakımdan hoş gör.

Sonra bir de sayfaları oraya buraya yazarak sırasını da bozdum. Okurken sıkıntı basacağı muhakkak. Kulaklarım çınlayınca okumaya başladığını anlayacağım. Bugün öğleden sonra Çamlıca'ya gideceğiz. Resimlerini gördüğün grup, onların hepsi öğretmen. Yalnız ben talebe. Hemşireyi ve doktoru da alıyoruz. Onu da yazmak isterdim, ama bırakırsam iki gün sonraya kalacak.

Fakat dört gün önce Örnek Bağı'na gittik. Onu sonra anlatacağım. Çok eğlendik. Şimdi başlıyorum. Önce yazıyorum, daima beraber gidiyoruz. O gün pek sıcaktı, Ankara'nızda 40O olduğu gün, hiç uyuyamadık. Ben kalktım, silindim filan. İşim bitti, gelim, yattım. Saat 4'de bir liste geldi. Bütün öğretmenler doktor tarafından çağrılmaz mı ? Ben de beraber. İstirahat yapmamışız, uyumamışız. Haberimiz yok, bir korktuk. Kimimiz ben uyudum, bu olmaz der, kimi vay terbiyesiz bir günden ne olur, neyse. Yukarı gittik iş başka. Giyindik döndük. Kızların önünden geçerken uyumayanlar doktora gidiyorlar ! Ne iyi ceza filan diye alay ediyorlar. O gün de saçlarım bir güzel, bu kadar olur. Tahmin et, bağladım da gittim.

Allahtan hiç kimse yoktu bizden başka. Bu anlattığım yeri bilirsin herhalde. Bizim otelin karşısında - Örnek Bağı - fakat daha üzümleri olmamış. Bütün arkadaşlar birbirine uygun, doktoru, hemşireyi de uydurduk kendimize, artık görmeliydin halimizi. Buraya kadar acele acele yazdım. Sebebine gelince, barsaklarım bozulmuş. Gülme, herkesin makinesi bozuk. Herhalde dokunan var. Bütün doktorların da öyleymiş.

F'lerin güya kuyruklarını kısa yapıyorsun, sonra da kuyruğunu kesiyorsun. Yazdığın reçetelerini alıyorum. İlaçlarını yaptırdım. Gelince tabletleri vereceğim, yutturacağım. İstediğin kiloya dört kilo kaldı. Gelinceye kadar onu da alabilirsem istediğini harfiyen yapmış olacağım.

Şu arkadaşlarına mümkün olsa teşekkür ederdim. Emr-i vaki yaparak seni doktora göndermişler. Yoksa sen gider misin, allah korusun. Ama bu sefer, maşallah, allah bu fikrini hemen gerçekleştirsin.

Bütün mektuplarında yalnızlıktan şikayet ediyorsun. Eh efendi, gözün doysun. Resimleri çift çift gönderiyorum, yine mi ? Seni yaramaz, sıkılmayasın diye nasıl hareket edeceğimi şaşırdım. Haydi bu sefer arkadaşlarla gelelim dedim. Hayran mı oluyorsun, bayram geliyor diye nedir bilmem. Fena şeyler değil, diyorsun. Niye, beğenmedin mi ? Öyle söylenir mi ? Kızın kötüsü olur mu ? Seni kocaman yaramaz, seni. Eh, bu sefer de yalnız olanı beğenme, e mi. Daha güzeli can sağlığı. Lokman hekimin ye dediği gibi, doğrusu öyleyim.

Eh, bu mektubu birisi okusa, benim için kendini ne metetmiş der. Bilmezki sahibi şu anda ne cadaloz. Evet, ben tedavi ederim seni canım, şekerim ! Sen gel artık of, çok sıkıldım. Bu ne kadar naz.

Ne zaman geleceğin henüz gün olarak belli değil. Hoş bilsem elimden ne gelir. Seni pinti, lokantaya gelince bana pilav yedir emi, parasız tarafından. Üzüm üzüme baka baka kararırmış, ne yapalım hoş gör.

Gelirken bana toplu iğne verseydin hemen gelirdim. Senin kabahatin. Bana iğne verenlerin hepsi şimdi burada, yeşil İstanbul'da, güzel İstanbul'unda.

Şimdiye kadar muhtelif vesilelerle kendimden bahsettim. Bir kere de tasdik edeyim: İYİYİM. Nasıl, oldu mu ? Mahsus küçük yazdım, şirin olsun diye.

Hep sen yanaklarımdan öp, değil mi ? Olmaz. Artık yok. Ne zaman sen de uzatırsan, o zaman ben de yanağımı sana veririm.

Gelelim İstanbul'daki havalara, hiç sorma dehşetli sıcaklar var. Yani bazan isyan ediyorum, yanımızdaki havuza gireyim, diyorum. Sonra aklım başıma geliyor, vaz geçiyorum.

Tontonum şimdi radyoda; "Gurbet elde her akşam battı, bağrımda güneş" şarkısını birisi okuyor. Zemin, zamana uyarsa, insan şarkıdaki gibi, ah'ları hem de uzatarak çekiyor.

Şimdi saat 13'e pek yakın, herhalde daha ½ saat vaktimiz var, ama ben daha yemeğe gitmedim. Hem de gazetecinin geldiğini haber verdiler. Sen de bana izin ver, burada ayrılayım. Sen de mektubunun arkasından hemen gel !

Son sayfaya artık geçmiş bulunuyorum. Bunu da doldurmak isterdim, ama artık uzadıkça mektup çirkinleşiyor. Onun için keseceğim.

Uzak zannettiğin İstanbul'da buluşma günlerinin yaklaşmasını hissettikçe daha çok seviniyorum. Biricik hayatım, artık gel. Seni görmek ihtiyacını fazlası ile hissediyorum. Tekrar izin ver gideyim. Şimdi 10 dakika sonra güya uyumak için yatacağız.

Sana da iyi günler, neş'eli vakitler dilerim. İstanbul'undan bunaltıcı sıcaklar ve serin yanaklar, kızgın dudaklar yollarım.

Erbil.

15 Eylül 1952
İstanbul

Canım.

Mektubumu eline aldığın an aksilik oldu, onun için gelemeyecek diye düşüneceksin. Hayır. Tahmin ettiğin gibi olmadı. Ama ben yine bir değişiklik olsun diye yazıverdim. Pazar gününü nasıl geçirdin ? Mektup yazacaktın ! Yazıp attırabildin mi ? Ben nasıl geldim ? Çok rahat geldim Sermet. Hani o gün doktorunuzun yanında sarı elbiseli bir hanım vardı ya, kısa boylu, o da beraberdi. Kısıklı'ya gitti galiba. Tam saat 7'de burada idim. Geçelim bizim izin meselesine, bunun için de daha öncesini bilmek lazım. Cumartesi günü izin almadan çıkmıştım ya, o gün hemşire izinli gönderdi. Allahtan olacak, Pazar günü çıkmadım. Benim başım her yerde büyüktür. Korktuğum için başıma gelir. Pazar günü saat 1'de amcamlar gelmez mi ? Hem de müdürle beraber. Allahtan olacak canım, yine sevgili kuluymuşum, beni korudu. Ya bana dışarda deselerdi ! Düşün festivali. Neyse, konuştuk, gittiler. Daha önce sana da bahsettimdi ya, doktor hanım izin aldılar diye biz üç arkadaş hemşirelere haber vermedik ve hemen çıktık, gittik. Doğru Kadıköy ve elini Yakacık. Gazinoya çıktık, biraz oturduk. Otobüse bindik. Suadiye de indik. Tabii yemek ihtiyacını dışarda alamünit olarak giderdik. Saat 7'de gazinoya girdik. 12'ye kadar oturduk. Çok nezih bir muhit. Fakat o yaşayışa ayda binlik maaş lazımdır herhalde. Biz birer kahve, birer dondurma yekün 33 TL verdik. 7 kişi idik. Allah sosyete mensuplarına acısın. Ben o hayatı gördükten sonra, beni ayıplama iğrendim doğrusu. Görüş meselesi. Fazla ifrat gibi geldi.

Neyse, doktor beyle 2 veya 3 kere dans ettik. Kendi kendimize gülüştük, döndük, geldik ki kapı duvar. Hemşireler bilhassa kapıları kapattırmışlar. O vakitte kimi bulursun ? Gececi de kimbilir neredeydi ? Zili çal, çal açan yok. Bu gün herkes hastalardan ve doktorlardan mada, yalnız hemşire ordusu imalı konuşmalarla can sıkmaya uğraşıyorlar. Aldıran da yok.

Yazıyorum, yazıyorum bir türlü izin kısmına gelemiyorum. Sakın gelemezsem, istemedi, gelmedi diye düşünme. Zaten düşünmezsin de, değil mi ? Pazar günü saat tam 9'da Kadıköy İskelesi'nde bekleyeceğim. Allah kısmet ederse. Olur da gelemezsem, çok bekleme emi ? Gelemezsem, sen gel oturalım. Akşama kadar otururuz. O gün sabahtan gelmen de mümkün, ama yiyecek bir şey bulamam belki diye düşünüyorum. İstersen gel. Tabii çok memnun olurum. Yalnız gelirsen, Erbil'i çıkaracağım, onun için geldim, dersin. Ben de zaten Cumartesi'den kulağını bükerim. Gelmeye pek çok gayret edeceğim.

Sermet, Yakacık'a giderken vesaitte tam tekerleğin üstünde oturmuşuz, çok sarstı, sersem oldum. Samimi söylüyorum seni hiç aklıma getiremedim. Çok gürültülü ve sıcak bir otobüstü. Şimdi niye düşünemedim diye kendime kızıyorum. Ama Suadiye'de hep beraberdik. 7'den 12'ye kadar her an. Gözlerim hep seni gördü. Of Sermet, aynı şehir, aynı hava, aynı gök, niçin her an sen bende değilsin ?! Biz birbirimizi bu kadar tamamladığımız halde, bizi ayıran nedir ? Ayrı gösteren nedir ?

Kimbilir Pazar gününe kadar ne kadar değişirsin. İstersen Pazar günü gelme. Ama mektup yaz da, bildir, e mi ? Yazmazsan geleceğini anlarım, ama benim için gezmekten ziyade senin sıhhatin elzem. Sana ihtimamla benim bakmam mümkün değil, Sermet onu çok arzu ediyorum, fakat ne çare. Kendine bu sefer bakmasını öğren, ne olur.

O gün ben orada iken bir arkadaşın gelmişti. O şişman, belki iştahlıdır. Onunla beraber ye. İştahlı yersin belki. Kaç kilo geliyorsun Sermet, kan durumun herhalde normaldir. Rengin çok iyiydi. O zaten zayıflığa bakmazmış. Benim 3, senin ne kadar ? Bu sayı fazlalaşınca, ama 12'den sonra (12'ye kadar normalmiş) sıhhatin bozulduğuna delalet edermiş. Seni bilirim, şimdi benimle kimbilir ne kadar çok alay ediyorsundur.

Tekrar ediyorum Sermet, Pazar günü geleceğim. Şimdi sana allah rahatlık, afiyet, sabır ve kilo versin, ama manevi kilo değil, tabii.

Canım sevgilim allahaısmarladık, hoşça kal.

Erbil.

17 Eylül 1952
Erenköy

Canım Erbil'im.

Mektubun beni pek çok sevindirdi. Senin güzel yazılarını da özlemişim. Mektubun geldiği gün bahçeye inmiştim. Odama geldiğimde yatağın üzerinde zarfını buldum. Gezintinizden memnun kalışına sevindim.

Nasıl olduğumu soruyorsun. Cumartesi nasıl gördü isen öyleyim. Mektup yazacağımı söylemiştim. Maalesef hiç bir yere yazamadım. Öyle tembelleşmişim ki sorma. Yazsam da kutuya atamayacağım. Onun için bıraktım. İlk olarak sana bir kaç satır yazmaya çalışıyorum. İnan ki yazmasını unutmuşum.

Benim buradaki hayatım kuru ve basit bir şekilde akıp gidiyor. Havalar da serinledi. Rüzgarda bahçede dolaşmak da iyi olmuyor. Ben dolaşırım, ama yanımdaki arkadaş dolaşmaya korkuyor. Ben de yalnız inmiyorum.

Mektubunda Pazar günkü buluşmamız için kat'i olarak geleceğim demekle beraber gene de müphem bırakıyorsun. Senin sıhhatini düşünüyorum. İstersen gelme diyorsun. Alakana teşekkür ederim, ama bu istirahat etme lüzumu neye. Burada iken kat'i olarak kararlaştırmıştık. Buluşmamız bahis mevzuu olmasa bile, işlerimi görmek ve biraz da gezmek için çıkacağım. Bir Pazar çıkmamak bana sıhhatim bakımından ne kazandıracak ? Serbest hayatta her gün dışarıda değil miydim ? Sonra ben buraya evvela gezmek, sonra istirahat için geldim. Bugüne kadar çıkmadımsa, o da ilk günlerde ayıp olmasın diyedir.

Sen Yakacık'ta, bu yaz da gez küçük hanım. Bize gelince de otur, istirahat et, değil mi ? Pazar günü konuştuğumuz gibi, Kadıköy'de 9'da bekleyeceğim. Gelmezsen oraya gelmem ona göre. Ankara'ya dönmene 10 gün kaldı. Yahu ondan sonra birbirimizi zor buluruz. Mektup da yazmam ha .. Pazar'ı sabırsızlıkla bekliyorum, tabii seni de. Ben Cumartesi sabahı çıkacağım.

Yazılarıma burada son vereceğim. Kapıyı yumruklayan şişmanca arkadaş yanıma geldi, rahat vermiyor.

Sonsuz selam ve sevgilerimi yollar, yanaklarından öperim.

Sermet
ad. : S.K. - Erenköy Sanatoryumu - çakır .7. No.3 - Erenköy - İst.

2 Ekim 1952
Ankara

Canım.

İstediğin gibi bugün artık Ankara'dan mektup yazmaya başladım. Tabii önce biraz yolculuğumdan bahsetmemi istersin. Senden ayrıldıktan sonra prevantoryuma gittim. Ha unuttum, otobüsle inmedim, dolmuşa rastladım. Kadıköy'den de taksiye atladım. Valizlerimi indirdim. Trende yerimi bulup yerleştikten sonra, saat daha henüz 5'e 10 vardı. Sevim de henüz gelmemişti. Dedim, sana telefon edeyim. Ama ne mümkün, sanatoryumu çıkarttıramadım. Bir saat kısa fasılalarla dört kere aradım. Hep meşgul, hep meşgul .. hava sıcak, ben sinirden patlamadığımı şimdi görünce çok şaşırdım. Sonra da vakit kalmadı, Sevim geldi. Artık İstanbul'da seni arayabilme imkanlarım kalmamıştı. Şimdi radyoda şu şarkıyı birisi okuyor:

Sevmek seni bir suç ise, affet günahımı ey sevgili
Diz çöküp yalvarayım, bırak dizinde ağlayayım
Zalimsin, cazipsin, çok haşinsin, sevgilim son eşimsin
Seni görmediğim günler her şey gam kederde
İnsafa gelsin kalbin, hüznün dünden beter

Tahmin edersin, değil mi Sermet, bu şarkı nasıl tesir eder. Hatırlatayım mı, Yıldız Parkı'ndaki o yüksek ağaçlı 5 banklı yerdeki halimden fena tesir etti. Şu yazılarım şimdi sana acı bir feryat, bir ayrılık kokusu üflüyor. Daha senden ayrılalı bir gün oldu. Geleceğin günleri sayıyorum. Aman Sermet, aman, bir mektup yaz, hemen Şükrü'ye at. Gönül kaşane olsun. Of değiştireceğim, daha fazla devam edemedim.

Ayrılık yarım değil, büsbütün ölmekmiş. Şimdi her şey seni, her şey seni bana gösteriyor. Ayrılık yaman kelime, ne yazıyordum, nerelere saplandım. Ben zaten böyle şeyler yazmam. Kalemim hep böyle şeyleri çizip gidiyor.

Düşündükçe Sermet, içimde tarif edemediğim yerlerimden bir şeylerin koptuğunu hissediyorum. Üzüntüm yalnız bir iki damla sıcak su ile ıslanıp, büyüyor.

Sonra trene bindim. İstanbul'da senin nefesini rüzgarlar içinden ayırıp teneffüs ediyordum. Fakat burası Ankara, rüzgarı bile ayrılık fısıldayan hain. Tren nasıl gitti, ben nasıl indim tahlil edemiyorum. Formalite icabı işleri yapıp, günü bitirdim.

"Bıraksınlar, perişanım, sana olsun feda canım." Şimdi de bu şarkıyı okuyorlar. Her şey sanki benim kaderime iştirak ediyor. Ankara, kara Ankara. Hala kulaklarımda, kal Erbil, gitme, sözlerin. Niçin öyle yapmadım ?

Saat 9'da Ankara'ya geldik. Hemen eve geldim. Evde annemle Erdal vardı. Erol da öğleyin geldi, peder daha gelmedi. Erkul Konya'da imiş. Size yarın gideceğim. Teyzem bir ihtimal yokmuş. İki gün önce Erol Şükrü'yü görmüş, olmadığını söylemiş. Havadis olunca gene yazarım.

Bugün sokağa hiç çıkmadım, olmadı, eve geldim, çok yorgundum. Hemen kazanı yakıp, tozu toprağı attık. Büsbütün yoruldum. İki saat kadar da uyumuşum. Kısmet, dinlendim Sermet.

Canım Sermet, sual sormayayım hemen, değil mi ? Hayır. Fakat kafamı toplayıp, ikincide soracağım. Verdiğin sözü de o zaman hatırlatacağım.

Sen bir gündür ne yaptın ? Yormayacağım için bunları sana ihtar etmeyeceğim. Ama sen kızsan da yemek yemen için bir hatırlatma yapacağım. Yaramaz sevgilim, artık ne yapacaksın ? Sakın mektup yazamam deme. Yalnız istek göster ! O zaman her şey yoluna girer. Fedakar dedirtmek için değil, yeniden yaşamak için çalışıyorum. Bana acıyarak benim işimi, seviyorsan kolaylaştırırsın. Söz de vermiştin.

Şimdi Erol geldi, falso vermemek için allahaısmarladık, iyi günler tontonum. En yakın günlerde kavuşmak ümidi ile İstanbul'da iyi vakitler dilerim. Canım bugün (Cumartesi) Ankara'da üçüncü gün yine sensiz başladı. Dün size Erdal'la beraber gittik. Mektubunu bunun için veremedim. Gelen giden çok oldu. Ancak Pazartesi'ye sokağa çıkacağım.

Yenge hanım hemen seni sordu, Sermet ağabey nasıl, dedi. Bende soğuk soğuk, onu en son düğünde görmüştüm, dedim. Bir de Haydarpaşa'da gördüm, ikisi arasında epeyce fark var dedim. Yanakları dolmuş dedim. Tabii yalan söylemedim. Sen düğünde çok zayıflamış, yorulmuştun. Şimdi kilo almamış bile olsan hiç olmazsa dinlendin. Ama kilo aldığını sen de biliyorsundur. Şimdiden sonra artık kilo alabilirsin, değil mi ? Benim istediklerimi yapacaktın.

Daha ne yazayım canım. Ha, otururken mektebe gidip gitmediğimi sordular, daha olmadı, ancak Pazartesi'ye giderim dedim. Nermin'i sordum bilmiyormuş gibi, Çanakkale'de olduğunu söylediler. Bir hayli de ondan bahsettik. Daha sonra senin faslına başladık. Senin beğendiğin kadar varmış, o annenle çekilen tonton resmin ne güzel, ne kadar tonton. Ah, utanmasam elime alıp koklayıp, öpecektim.

Bir de bütün aile çekilmiş resmin var, orada tamamen benziyorsun. Suzan'ın tabiri ile aynen yazıyorum. Değişme anı geçtiği için benzer tabii, dedi. Öteki kardeşlerin hiç benzemiyorlar. Odada başka Kazım bey amcanın resimleri vardı, ha bir de akrabanız oluyormuş, Nejat'ın sözlüsü imiş, kim tanıdın mı ? Sevim'i tanıttı. Daha sonra kendi resimlerini getirdi, onlara da teker teker baktık. Niçin Nejat ve sen yoksunuz ? Bir tanesinde sen resim çekerken çıkmışsın. Sinemalarda vardır. Birisinin resmini çekerken gösterirler, onun gibi. Hepsi iyi, hoş yalnız düğün resmi çok çirkin çıkmış. Alnı köşeli olmuş. Keşke bir kere daha çektirebilselerdi. Ama geçmiş artık.

Tontonum, artık mektubumu bitirmeme izin ver. Şimdi birisi daha gelir, bu gün de atamam sonra. Yazılarımdan ne kadar acele yazdığım belli değil mi ? Resimleri vermek için Pazartesi çıktığımda trençkotlara da bakarım, ikinci mektubumla onu da bildiririm. Yine birisi geldi. Pek iyi günler dilerim canım.

Erbil.

9 Ekim 1952
Ankara

Canım

Resimleri biraz önce aldım. Hepsi de çok güzel çıkmışlar. yalnız senin yarım olarak çıkan resmimizde sen bana benzemişim. Senin de gözlerin uykudan kalkmış kadar dalgın. Şimdi resimlere isim takacağım. No 1. "Yeni zenginler İstanbul'da". No 2. "İnönü gezisinde turistler". 3 ve 4 numaralı resimler de "Aşk rüyası". No 5. "Anafor". No 6. "Hayallerim hakikat olursa !". No 7. "Çapkın aşık". No 8. "Şaban tarlada".

Şimdi senin resimlerini Cuma günü alacağım. O zaman hepsini yazıp göndereceğim. Tabii sen ne gibi şeyler yaparsan, ben de öyle. Onun için yazmadım. Bunları yaz, sen bana gönder, ben sana Cumartesi günü gönderirim. Senin mektubunu almadan Ankara'dan ikinci mektubumu da gönderiyorum. Resimleri çok merak ediyordun, değil mi ? Ben Cuma günü senin resimlerini imzalayıp göndereceğim. Sen de benim olan bu resimleri imzala gönder. Sen de resimlere bakarken isim koy, olur mu ?

Canım, trençkotlara baktım. En yüksek fiyat 110 TL. Bütün mağazalarda fiyatlar 42 TL'dan başlıyor. 55, 62, 65, 68, 72, 75, 80, 82, 85, 90, 95, 98, 100, 102, 105, 108, 110. 95 TL'dan sonrakiler çift kat. 105 liralıklar seninkilere benziyor. Yeşil ve janjanlı, ama kalitesini bilmem. Hem hiç almadım, tecrübem yok, hem yalnız vitrinlere baktık.

110 TL'lıklar fena değil. Nejat da onu talebe iken giyecek zaten, ne lüzum var, hem kendine yük edeceksin, hem de 15 - 16 lira fazla vereceksin. Gerçi iyi ise 15 - 20 lira aranmaz. Fakat görünüşte ben hiç oradailerle buradakiler arasında fark görmedim. Sen bir kere de Nejat'a yaz, kendisi beğenirse buradan, istemezse İstanbul'dan alırsın. Getirirsin veya gönderirsin.

Artık hal hatır sorma mevsimi geldi, değil mi ? K. Ortalin'lerin bitti mi ? Yeniden yaptırtma fikrin var mı ? Sen asıl iştah açacak iğneler iste, onları yaptır. 4 - 5 kilo al. Yemeklerini de iyi değil diye kendine tesir etme, kilo alacak kadar ye.

Artık yorgunlukların geçmiştir. Hiç bir yere gitmek için fikrin yok mu ? Akşamları hiç olmazsa Erenköy'de asfaltta olsun dolaştığımız gibi dolaş, vakit geçer. Bugünkü durumunda kilo almış bir hal var mı ? Ne zaman bunu müjdeleyeceksin ? Ben burada da kilo aldım. 1 kilo kadar. Pazartesi günü mektebe gitmiştik. Beni çok iyi buldular. Maşallah bir hayli de almışsın dediler. Mektepler ayın 15'inde başlayacak. Gidip geleceğiz. Hafta başları gayesiz ve sönük geçecek.

Amcamlar daha gelmemişler. Fakat benim geleceğimi biliyorlar, mektup aldım, hiç gezememişler. Ben olsaymışım gezeceklermiş. Falan filan. Bir hafta içinde geleceklermiş. Çok sıkılmışlar. Şimdi onlar gelince, ben de ballandıra ballandıra anlatırım. Dün değil, evvelki günün gecesi amcam bizde idi. Bana soruyor, nasılsın, diye. Bende iyiyim filandan sonra hemen tayin işini ortaya koydum. Bütün zorluklarını da anlattım. Tayin ettireceğine, sıra bekletmeyeceğine söz verdi. Hem de iyi bir yere. Haydi hayırlısı dedim. İşte ben böyleyim. Sermet, ben bugüne kadar ne yapmak istediğimi her fırsatta sana yazıyorum. Sende hala bir istek, hala bir şey yapmak için faaliyet görmüyorum. Bir insan bu kadar içine dönük olamaz. Bir de şu var, belki beni kendine muhatap göremiyorsun. Bunu yazdığım için şimdi kızıyorsan, hepsinin sebebi sensin. Hiç bir zaman bana iyi veya kötü yapmak istediğin bir şeyden bahsetmedin. Senin hiç bir gayen yok mu ? Evet veya hayır cevap ver artık. Her şeyin zamanı, vakti var. yazabilirsin. Yazmazsan Sermet cesaretle söylüyorum, hatıralarından ayrılamayacaksın demektir. Onu anlayacağım, bana her şeyi izah etmelisin. Bana bu hakkı verdiysen, artık bekliyorum. Yetişir artık. Bir senedir bana hiç bir şey söylemedin. Ne olursa olsun, her şeyi bana yaz. Ne kadar güzel şeyler konuştuk. Onların yanında söylenmeyecek acaba daha ne olabilir. Benim hasta olmadığımı, hiç bir şey bilmediğimi farz ederek, yalnız kendi hastalığını ileri sürüyorsun. Beraber halledebileceğimiz şeylerden niçin hala bahsetmiyorsun ? Sen değilmiydin hasta arkadaşlarının da mesut olduklarından bahseden ? Yoksa biz bu kadar mı hastayız da doktorlar bize söylemiyorlardı ? O kadar geziyorduk da niçin hiç yorgunluk hissetmiyorduk ? Normal insanlar gibi yorulmadan gezebiliyorduk. Tabii bir insan belki o kadar gezmeye hasta olurdu da bize sonradan dahi tesir etmiyordu. Senin maddi sıkıntı dediğin sıkıntı işin zahiri sebebi. Hakiki sebep yalnız senin isteksiz oluşundur.

Sermet bilmediğim şeyleri bana artık imkan nisbetinde anlat. Sen gelinceye kadar bunları halletmeliyiz. Sen gelince de artık işi ortaya dökmemiz lüzumlu. Bu benim görüşüm kendi cephemden. Belki bunu uzatmamız lazımdır. Fakat bilerek, değil mi ? Bu senem son biliyorsun. Daha da yorucu olacak, sene sonunda da, tayinden sonra belki bildiğim, belki bilmediğim bir muhite gideceğim. Artık uzatmayacağım. Gittikçe çıkmaza giriyorum. İstersen sen bana yardım edersin. Çünkü ben kendi başıma böyle bir işi senin yardımın olmazsa yapamam gibi. Bak ben kaç türlü iş becereceğim. Mektepte; sen de yazmazsan acaba Sermet'in fikri nedir ? Suali ile düşünürken dersleri kendi kendine bırakacağım. Sene sonu iyi gelmeyecek. Sen bana yardım edersin diye bu saçmaları sıralayıp durdum. İstanbul'da iken bundan artık hiç bahsetmeyeyim, sırası gelince Sermet nasıl olsa bahseder diyordum ama. Geçenlerde Maslak yolunda soracağım bütün suallere aynı izahsız cevapları vereceğini söyledin. Bu vaziyet karşısında yine benim sormam icap etti. Sermet verdiğin sözü hatırla ! "Söylediğim her şeyi yapacağım" yalnız sorduklarıma cevap ver ve yapmak istediğin şeyleri yaz. Niçin yazmıyorsun düşünüyorum, bulamıyorum. Eksik taraflarının çok olduğunu biliyorum. Onları biraz da tamamla. Ne kadar gayret ediyorum seni memnun etmek için, bunu sen bilemezsin. Çünkü benim karakterim gibi değilsin.

Şimdi burada keseceğim. Saat 12'ye 15 var. Erol'un gelmesi yakın. Acele oldu, kusurumu affet. Kağıdın kenarını düzeltirken yırttım. Ön sayfayı yazdığım için değiştiremedim. Daha şimdiden pek çok özledim. Kavuşacağımız günler her gün biraz daha yaklaşıyor. İyi günler diler, mektubumu bitirirken istediğini burada gönderirim. İstanbul dönüşü yollar soğuktu. Şimdi hafif nezle olmuşum. Sevgilerimle.

Erbil.


10 Ekim 1952
İstanbul

Sevgili Erbil'im.

Ayrılık .. ve bekleyiş .. Ne fena şeylermiş. Bana ikisini de tattırmış oldun. Evet, senin dediğin gibi ayrılık yarı ölmek değil, büsbütün ölmekmiş. Sevgili mektubuna kavuştum. Ama alır almaz ne yaptığımı tahmin edersin tabii ! Bilmem sen de zarfa kısmen dediğimi yaptın mı ?

Meyvelerine pek çok teşekkürler .. Onları da benimkilerin yanına koydum. Yolladığın o limonlar .. portakal ve elma .. nelere benziyor .. biliyor musun .. Artık anla, şimdilik birer rüya oldu ..

Erbil'im hala sarhoşum, hala başım dönüyor .. Dudaklarım ateşinle yanıyor .. kavruluyor .. Ah o, Çamlıca .. mehtap ve ilahi sevgili .. Tevekkeli şair "gel güzelim Çamlıca'ya .. bu gece .. kumrular gibi .." dememiş. Şu anda derin bir ah çekiyor ve göğüs geçiriyorum. "Neydi o akşam, neydi o akşam. Hülya gibi, rüya gibi bir şeydi o akşam ..", değil mi güzelim ? Fakat şimdi ? Başımı dizine koyduğum yerde, balkonda Erbil'ime bu satırlarımı yazıyorum. O şimdi çok uzaklarda .. hayır, yanımda .. yanımda da değil, içimde ..

Ben gittikten sonra ne yaptın diyorsan .. yapayalnız kalmış bir insan ne yapar ..? Hiç. Yalnız seni düşünüyor, senin sesini, kokunu, nefesini arıyorum. Geri kalan hayatım malum. Kalk, gazete oku, yat, ye, gene yat, gene ye .. Henüz hiç bir yere çıkmadım. Nereye gideyim ? Kime gideyim ? Artık beni bekleyen bir sevgili yok ki ..

Yemek ye dediğine kızıyorum, daha çok yemeğe gayret ediyorum. Yalnız bu günlerde yemekler çok bozuldu ve hep aynı şeylerden de bıkkınlık geldi. Bunun için bugün öğleden sonra çıkıp, işten dönüyormuş gibi eve gidecek (Üsküdar) ve iki gün kalacağım. Biraz ev yemeği yemiş, hem de muhit değiştirmiş olurum. Zira sıkıldım da. Yanımdaki Pirinçcioğlu'ndan başka konuşacak kimse yok.

Ben sıhhat bakımından da iyiyim. Bildiklerinden başka yazacak bir şey yok. Erbil'imden de sık sık mektup alırsam daha da çok iyi olacağım. Ama o da kendine baksın, üzülmesin ve zayıflayıp da o güzel halini kaybetmesin.

Bize gidişine ve ev hakkında havadislerine pek çok teşekkürler. Dediğin gibi, evde Nejat olsaydı daha iyi olurdu, fazla yabancılık çekmezdin.

Nejat'tan da mektup aldım. Sizden bahsediyordu.

Sen gittikten sonra benim gibi, havalar da kederlendi ve bir hayli yağmur yağdı. Şimdi güzel. Tatlı bir sonbahar havası, güneş de seviliyor. Radyodan işittiğime göre orası bir hayli serinlemiş. Sen kürde gene, gördüğün gibi açık saçık yatıyorum .. hava o kadar nefis, ama "neye yarar ..", "sen çok çabuk kaçtın .." sensiz İstanbul neye yarar ..

Erbil, sana adresi açıkça yazmıştım. Bu sefer de bir (Haydarpaşa / İstanbul) diye bir şey uydurmuşsun. Tabii bu sebeple mektubun bir hayli postanede kalmış. Bu sebeple de bana geç geldi. Yoksa cevabını bu kadar geciktirmiş değilim. Şu İstanbul'u sana öğretemedim gitti. Sen nereyi görsen Haydarpaşa diye tutturuyorsun. Ayol burası Erenköy .. Erenköy. biraz daha gayret etseydin mektubunu da valide hanıma kendim gönderecektim. Bu ne dalgınlık yahu ..

Adresi tekrar ediyorum: (S.K. - Erenköy Sanatoryumu . Çakır .I. No.3 - Erenköy - İstanbul) diye yaz. Buranın postanesi ayrıdır, mektuplar kayıp da olabilir.

Mektubun cevabını iki gün de ben geciktirdim. Bana kızıp da, iyi yapmışsın deme. Böyle yazmaya mecburdum. Çünkü bu mektubumu alacak olan sevgilimin doğmasına henüz iki gün var. 10 Ekim olsun da, doğsun, ondan sonra sana yazayım. Böylece onun doğum gününü de kutlayayım dedim. Böyle günler kuru bir mektupla kutlanmaz, ama ne yaparsın ? Öyle bir yerdeyim ki .. masamda iki çürük elmadan başka bir şey yok. İstersen onları sana yollayayım. Fakat yollamayacak, ben yiyeceğim. Sonra da yemedim diye darılırsın.

Erbil'im, sen nasılsın, dinlenebildin mi, mektebe başladın mı ? Resimler nasıl ? Artık bunları cevaplarını yollayacağın mektuptan öğrenirim. Görüyorsun ya, ben senin gibi bir sürü sual sormuyorum. Senin daima neş'eli ve canlı, yakıcı olmanı istiyorum. Yıldız'daki o durgunluğun ne idi öyle .. Bereket versin mehtap çabuk yetişti .. Erbil'imi bir aşk ilahesi yaptı ..

Yazılarıma burada son vereceğim. Sevgilimi hürmetlerimle kucaklar, binlerce defa öperim.

Sermet.

Tarihsiz

Canım Erbil'im.

Günlerdir seni görmüyorum. Buna rağmen her an seninle beraberim, her zaman, her yerde yanımdasın .. Bu günü sabırsızlıkla bekliyordum. Nihayet o da geldi, fakat nasıl ? Onu bana sormalı. Şimdi de öğlen olacak mı diye düşünüyorum. O kadar sabırsızım ki sorma .. Sabırsızlanmakta haklı değil miyim, bilmem ?

Mektubunu da almıştım. O ne sıcak .. o ne cana yakın mektuptu. Bir iki defa okumakla emin ol bıkmadım canım. O güzel satırları okumak benim için büyük bir zevk oldu. Demek .. birbirimizi anlayabiliyoruz. Ne mutlu .. inşallah daha da iyi anlaşırız. Yalnız ben sana karşı olan vazifelerimi yapamıyor, bunun için de üzülüyorum. seni çok ihmal ediyorum. Fakat ne yazık ki bulunduğum mevki buna sebep oluyor .. hür olamamak ne fena .. her zaman seni görmek .. seninle beraber olmak istiyorum .. Niçin senin yolunu beklemeyeyim ..? Sık sık göremeyeyim ..? Ben bunlardan mahrumum .. Konuştuğumuz gibi, sana mektup bile yazamıyorum .. telefon da edemiyorum .. buluşmalarımız da çok seyrek oluyor. İzin alıp çıkamıyorum .. Bunlar çok üzücü şeyler. beraber olabileceğimiz günler o kadar çok uzuyor ki, tarif edemem. Havalar da ekseriya istediğimiz gibi olmuyor .. Bugün de kapalı ve serin, değil mi ? Bir kaç gün evvel ne kadar güzeldi .. sıcaktı.

Canım Erbil'im, ben de senin gibi uzun yazmak istiyorum, o da olmuyor .. evde yazmak kabil değil, gelen, giden bırakmıyor. Bu satırları yazmaya başladıktan sonra da, iş icabı bir çok defalar bırakmak icabetti. Neler yazdım bilmiyorum. Sevgili canana abuk sabuk bir mektup, artık hoş görürsün.

Telefonda üzgün olduğunu söylemiştin. Kendini mümkün mertebe üzmemeye bak .. Evet, gittiğin zaman o kimse senin canını sıkıyor .. Sen de buna karşı tedbir almalısın. Ya evden birisi ile git, veyahutta bozuver .. aklı başına gelsin. Yahutta başka yere gitmek kabilse, oraya git. Zira daha bir müddet gitmen icabedecek. Her gidişte üzülecek, sinirlenecek misin ? Bu hallerin bil ki beni de pek çok üzüyor, kıskandırıyor.

Erbil'im, rüyaların ne güzel. Benim de öyle, güzel rüyalarım var .. o rüyaların hakikatları da olabilse ..

Canım sevgilim çıkmaya 10 dakika var .. Onun için burada keseceğim. Masamı toplayıp, biraz sonra yanında olacağım. Sevincim hudutsuz.

Fazla yazamadığım için beni affet canım. Beraber olunca beraberce bol bol konuşuruz.

Sonsuz selamlar .. sevgiler .. hararetle kucaklamalar.

Sermet.
(Serviste mektubumu koyabileceğim bir zarf bulamadım. Çekmecemde vardı, onu da yürütmüşler. Mektubum açıkta kaldı. Onun için utanarak zarfsız veriyorum, özür dilerim.)

Tarihsiz

Canım Erbil'im.

Mektubunu aldığım zaman duyduğum sevinci anlatacak kelime bulamıyorum .. Kaç gündür ayrıyız. Kıymetli satırların bu ayrılığı kısmen olsun giderdi. Mesai saatlerimin değişmesi hiç de iyi olmadı canım.

On iki gündür seni göremedim. Bugün göreceğim için sevinç içindeyim. Hava bile sevincime iştirak ediyor .. Bu satırları yanımdaki pencereden akseden güneşin parlak ışıkları altında yazıyorum .. Beraber olacağımız anların da böyle ışıklı olmasını temenni ediyorum.

Sevgilim, ayrı olduğumuz günler çok uzuyor .. buluşma günümüz geldikçe daha da çok geçmez oluyor .. Fakat beraber olduğumuz zamanlar ise rüzgar gibi gelip gidiyor .. Sanki bir rüya ..

Madem ki rüyadan açıldı .. devam edeyim. "Gelinin Babası"nı gördüm. Son sahneleri pek hoştu .. "Rüyalar Senin"i de gördüm. Bu renkli ve müzikal olduğu için daha çok hoşuma gitmişti .. Oradaki gibi benim de rüyalarım senin canım.

Sıhhatimi, keyfimi soruyorsun. Halimde bir değişiklik yok .. Neş'em yerinde .. eh .. karınca kararınca da yiyoruz ..

Senin iyiliğine memnun oldum. İradenle hareket ettiğin için daha da iyi olacaksın. Yalnız havada canını yakmasınlar .. Seni ağlatmasınlar. Sevgilime acırım.

Hala çocuk muamelesi gördüğünden şikayetçisin. Bundan şikayet etmemelisin. Ben de aynı vaziyetteyim. Ne kadar yaşlanırsak yaşlanalım, ailemizle beraber olduğumuz müddetçe daima çocuk muamelesi göreceğiz. Bunu hoş gör .. ve evdeki kemikleşmiş hayatı daima değiştirmeye ve renklendirmeye bak.

Buluşma işini ben sana yüklemiştim. Sen de haklı olarak çare bulamıyorsun .. Vaziyetini biliyorum .. Fakat ben de öyle bir vaziyetteyim ki .. Şu 9 - 18 arası nikahımız daireye kıyılmış. İzin almamız zor. Bir saat filan olsa kolaylaşacak. O zaman kaçarı da yarım gün olunca her zaman olmuyor .. nazla niyazlar .. Neticede o günün yevmiyesi de bazan kesiliyor .. Bunlar bir tarafa fena not alıyoruz. Bu sebeple ben de o kadar müşkül mevkideyim ki sorma .. Seninle bu hususları beraber konuşup mümkün mertebe iyi bir şekle bağlarız, olmaz mı şekerim ? İlerdeki günler için şimdiden gün vermek benim için pek mümkün olmayacak. Şu anda memur değil de, talebe olmayı çok isterdim. Ne de olsa memuriyetten çok serbest.

Erbil'im, mektubunda bir yere takıldım. " .. yalnız bazan beni yaralıyorsun ..", " .. bunu sana belli etmiyorum, ama çok üzülüyorum ..", diyorsun. Bu satırların üzerinde uzun uzun düşündüm. Prensip olarak hiç kimseyi kırmamak ister ve buna son derece dikkat ederim. Fakat buna rağmen gene de elimde olmayarak .. bilmeyerek, istemeyerek kırıyor, üzüyor muyum ? Bu hiç iyi etmediğim bir şeydir.

Seni yaraladığımı hatırlayamıyorum. Buna rağmen olabilir diyorum. Erkekler .. Ne kadar ince olsalar, gene de kadın ruhunun inceliğine sahip olamaz. Özür dilerken bu hususları da açıklamak istedim. İstemeyerek seni üzdüğüm anlar oluyorsa .. o zaman bunları bana söylemeni isterim, eminim ki o zaman daha iyi anlaşırız.

Yazılarıma burada son vereceğim. Sabırsızlıkla öğle olmasını bekliyorum.

Sonsuz selam ve sevgilerimi yollar, sevinçli ve neş'eli günler dilerim sevgilime.

Sermet.

22 Ekim 1952
Ankara

Canım.

Bu mektubun içine bunu da yazıp koymam icap etti. Dün akşam mektubunu postaya veremedim. Sebebi yengemler gelmişler. Mektebin önünde buldular. Eve gittik, müsait zaman ve yer bulup atamadım. İlk aksama bende oldu. İnşallah daha sonra olmaz. Bu mektubu şimdi yemek defterinin içinde ve sabah derste yazıyorum. Postaya yetiştirmek istiyorum. Bugün mektubunu bekliyorum. Yazdıysan inşallah alırım.

Şimdi atelye kızartma ve fırın buharları ile adeta sisli. Gözlerimiz yaşlı ve yanıyor. Yapılan yemekleri sana da anlatacağım.

Önce nasıl çalışıyoruz, onu anlatayım. Biz 4. sınıflar 15 kişiyiz. Bunun 7'si Ev İdaresi Atelye'sinde, 8'i Yemek Atelye'sinde. 8 Kişi bugün atelyede yiyeceğimiz yemekleri yapıyoruz. Müdür değiştiği için henüz değişik yemekler yapamıyoruz. Çünkü para alıp (sermayeden) çarşıya çıkmak lazım. Daha da müdürü rahatsız etmek istemiyorlar. Onun için leyli talebe ne yerse, biz onu itina ile pişirip yapıyoruz. Bugün kızartılmış patatesli köfte, etli biber ve domates dolması, şafak çorbası ve karpuz var. Yazılarım çarpuk çurpuk oluyor. Özür diliyorum. Atelyenin havası çok bozuldu. Başka enstitü sınıfları da var. Onlar da kızartma yaptılar galiba, çok pis bir yer oldu. Nefes almak dahi zor, İnsanın genzi yanıyor.

Çalıştığımız yer tıpkı patlıcan kızartılmış, yanmış yağ kokulu bir mutfak gibi. Tam benim için bir yer. Ama ne yapayım, böyle kabul ediyor ve sene sonunu bekliyorum. Sen de şimdi koklarsan kağıdı, yemek listesini bulabilirsin.

Benim umumi vaziyetim iyi, yalnız burnum yara oldu. Elim de kabuk bağladı. Yazıların çirkin oluşu elimde değil, havanın fena ve gözleri kızartıcı olmasından. Aklına bir şey gelmesin, e mi ? Çok zor durumdayım. Hatta yaramazlar gelip okuyabilirler de. Biraz kaçamak yazıyorum.

Kendimden de uzun uzun bahsettim. Ha, bu gün aşçı katından domates almak için gittim, tartıldım. Üstümde çok şey yoktu. Tartıldım, 60 kilo olmuşum. Yani senden sonra 3 kilo daha almışım. Zaten her gören, aman Erbil çok iyi olmuşsun, pek güzelleşmişin, diyor. Demek ki, zayıfken pek çirkinmişim, hayret !

Sen ne yaptın ? Bak ben de sual sormadan mektubumu bitirdim. Evden ne haber ? Teyzem ayın 15'inde gelecek diyorlardı. Geldi mi, bilmiyorum ? Tabii okullar açıldı. Artık teyzem gelse bile göremem.

Sen de benim kadar kendinden bahsederek mektubunu bitir. Pek çok iyilikler diler, şen, şuh mektuplarını bekler, yazılarımı ılık hislerle bitiririm.

Erbil.


23 Ekim 1952
İstanbul

Canım Erbil.

Mektubunu ve güzel resimleri alalı epeyce oldu. Resimler tahminimin üstünde. Çok güzel çıkmışlar. Verdiğin isimler de hoş. Ben bu güzel isimlere ne ilave edebilirim ? En çok beğendiğim resimler de şunlar: Resim 4 no'lu "Aşk Rüyası" ve resim 2 no'lu "Turistler". Hakikaten aşk rüyası .. Rüyalarımın kızı o .. Ötekisi ise turistler. "Nis"te hayatlarının ilk basamaklarındalar ..

Erbil'im sen gittikten sonra bir defa çıktım ve bir daha çıkmadım. Ay sonuna kadar da çıkmayacağım. Çünkü bu ilk partide ne fayda temin edersem hepsi odur. Onun için azami istifadeye çalışıyorum. Çok sıkılıyorum, ama buna senin için katlanmak lazım, değil mi ? Çünkü, söz vermiştim, çok yiyecek ve çok istirahat edecektim, değil mi ? İşte ben de tatbik ediyorum. Elmaları da yiyorum. Avurtlarım biraz daha doldu gibi.

Canım Erbil, bugüne kadar senden mektup beklediğim için ikinci mektubuna cevap veremedim. İki mektup gidip gelmesin dedim. Herhalde sen de aynı şeyi düşündün. Sen de benden bekliyorsun .. demek inatçılığımız başa baş geldi .. Fakat ben sabredemedim .. bir kaç satır olsun yazayım dedim. Kimbilir bana ne kadar kızıyordun .. ama ben kızmadım.

Resimlerin bu sefer yarısını yolluyorum. Buradan taahhütlü yollamak kabil olmadığı için kaybolmasından korkuyorum. Tek olanı ve müşterekleri imzalıyorum. Seninkileri imzasız yolluyorum. Onları da sen bana imzalarsın, olmaz mı canım ?

Erbil, mektubunda sorduğun suallere gelince: Bu sualleri bana Ankara'da iken de bir iki mektubunda sormuştun. Ben de cevap vermeye çalışmıştım. Bu gibi şeyleri karşı karşıya konuşmamız, münakaşa ederek kararlar vermemiz daha doğru olmaz mı ? Ben yazı ile anlatmıyorum. Maamafih ileriki mektuplarımın birinde bu hususlara da temas ederim. Ankara'da konuşmuştuk. Bunlara da bir hayli temas etmiştik. Herhalde bunlar tatminkar olmadı. Yazılı teminat istiyorsun. Bu kadar anlaşılmaz değilimdir. ama .. Şimdi benim senden ricalarım: Kendine evvela iyi bakman ve derslerinle meşgul olup üzüntüsüzce mektebi bitirmendir. Derslerine acaba Sermet'in fikri nedir ? Sualini düşünerek bakmanı ve düşünmeni arzu etmem. Sorduklarında haksız değilsin. Yukarıda dediğim gibi müsait bir zamanda cevap vereceğim. Evet şimdi vaktim var, ama yalnız vakitle olmuyor ki. Bir de gönül ferahlığı lazım ki bu da bugünlerde bende yok.

Yazılarıma burada son vereceğim. Sonsuz sevgilerimi yollar, iyi günler dilerim.

Sermet.

24 Ekim 1952
İstanbul

Canım Erbil'im.

Evet Erbil'im. 24. Ekim. 1951. Çarşamba. 1951 Yılı sonbaharının en güzel günü. Hayatımın dönüm noktası. Erbil'imi kucakladığım, kokladığım gün. Güzel günlerin başladığı, hayatımın manalandığı gün. Bugün tam bir yıl oldu. Şu anda ben de seninle beraber olmak, bir an olsun seni koklamak istedim .. fakat ne çare .. çok uzaklardayız. Erenköy'de .. odamda .. balkondayım çıt yok. Yalnız karşımda dönen bir değirmen ve önümde güzel resimlerin. Bir yılın unutulmaz tatlı hatıraları ile başbaşayım. Uzaktayım, fakat yalnız değilim. Seninle, Erbil'imle her an olduğu gibi başbaşayım. Şu anda seni her zamankinden daha çok ve daha kuvvetle kucaklıyor .. sıkıyorum .. Ruhumu titreten gözlerinde dinleniyorum .. Ateş dudaklarından en güzel buseleri alıyorum canım .. Geçen uzun bir yıldı .. fakat heyecan dolu .. sevgi dolu .. ümit dolu bir yıl .. ve ümide doğru koşan ikimiz.

Canım .. bugün hem sevinçli .. hem de yanında olamadığım için çok üzüntülüyüm. Ah .. bir an .. bir ancık yanında olabilseydim de kucaklayabilseydim seni ..

Mektubun tam zamanında geldi .. Hemşire kimden olduğunu biliyormuş gibi arkasına saklamış. Müjde almadan vermedi. Bir çikolata vaad ettim, öyle aldım. O mektup bir değil, binlerce çikolataya değerdi. Ben de bir saat evvel sana bir kaç satır yazarak, resimlerin düzeltmesini yollamıştım. Bu sabah da ikinci bir mektup yazarak sevgimizin başladığı bu güzel günü hatırlatacaktım. Sen daha evvel davrandın .. ve beni ihya ettin. Erbil'im her halinle .. her hareketinle güzelsin .. hele kollarımın arasında bir afetsin, ateşsin .. öyle bir ateşsin ki .. ateşinle yandıkça, yanmak istiyorum. Gerçi ateş mahveder, yakar .. fakat senin ateşin bana hayat veriyor. Bu mektupla beraber kalan resimleri yolluyorum. Beni onlardan uzun müddet mahrum bırakma. Elimdeki yegane maddi varlığın onlar .. senin yerine onları öpüyorum.

Erbil'im yolladığın yıllığı aldım. Çok çok teşekkür ederim, çok güzel. Yalnız bir kişi eksik .. Aradığım, özlediğim sevgilim yoktu .. ama onun kokusu .. hayali vardı .. inşallah bir yıl sonra seni de orada görecek ve sevineceğiz.

Can kız, tarih ve hadiseleri çantandaki minimini defterinde ne güzel tesbit etmişsin. Bir ay evveline rastlayan aynı günde (24. Eylül. 1952 Çarşamba) Erenköy'deki en güzel, en unutulmaz bir gündü, değil mi ? O gün de ne kadar ateşli idim .. sarhoştum .. hoştum. Senin o küçücük defterini bir elime geçirsem. Şimdi de ben seni imtihan edeyim. Tarih hocan sual sordu. Kızım, 30. Eylül. 1952 akşamı ne oldu ..? Nasıl cevap verirsin ???

İyi olduğuna çok sevindim. Hele kilo almana, biraz daha güzelleşmene diyecek yok. Kilo almadan evvel çok çirkindin, yüzüne bakılmayacak haldeydin !! Onun için karanlık kış geceleri karların içinde hiç öpmüyordun (!).

Ben de iyiyim. Yalnız, yalnızlıktan canım sıkılıyor .. Miğdem fena yemeğe alıştığı için açlık derdi zar zor yiyorum. Bir şey değil, bu sefer de oraya geldiğimde iyi yemekler fena gelecek, yiyemeyerek kokmuş yemekleri arayacağım.

Annem Ankara'ya dönmüş. Trençkotlar hakkındaki malumatlara teşekkür. Ben Nejat'a parasını yolladım. Fiyatlar makul gibi. Oradan istediği gibisini alsın, zira buradan yollamak bir mesele olacaktı.

Sevgilim, müsaade edersen burada istemeyerek son vereceğim. Saat 15.15. 16'da da üzüm yiyerek mektubumu kutuya atacağım.

En güzel günlerin yıldönümünde en iyi temennilerimi yollar, gelecek günlerin daha güzel ve sevinçli olmasını dileyerek seni kucaklarım. İyi günler .. iyi geceler ..

Sermet
(Zahmet ve yardımlarından dolayı arkadaşınız Şükriye hanıma selam ve teşekkürler.)

24 Ekim 1952
Ankara

Canım sevgilim.

Bugün mektubuma doğru bir tarih koysaydım 21. X. 1952 koymam lazımdı. Ben şimdi sana şu mektubumla iki çiçeğin birden kokusunu duyurmak istiyorum. Bir ay önce bugün, bu saatte mektubuna koyduğun (hayal hatırası gibi) serab'a tutulmuş, rüzgarında sarhoş olmuş bir kırdayım. Ve elimde o kırların çiçeklerinin yalnız gördüğün yaprağı ve kavuran ateşi var. İşte yakıcı, kavurucu bir hatırası olan bu günün üç gün sonrasını da düşünerek, yani başladığımız ilk günü de düşünerek, seni daha çok hatırlıyorum. Üzülmemek elde değil. Ama ne bakımdan üzülüyorum ? Senin sadece maddi varlığını yanımda hissedemediğim için. Bunun yanında, sen her an acaba benim içimde misin ? Bunun cevabını, evet Erbil, her an sen beni düşünüyorsun, dersen, doğru söylemiş olursun. Fakat, ben yine burada seni de kendim gibi düşündüm. Çünkü o suali sen bana sormuş olsaydın, bende onu bulurdun. Bu mektubumu belki eline daha önce alırsın. Fakat, belki bir aksama olur ihtiyadı ile önce gönderiyorum. Üzüntüm .. Güzel bir seneyi bitirip ikinci senesine döndüğümüz bu gün yine beraber olarak, hiç olmazsa bir an beraber olsaydık ! Ama ne çıkar, kalben her an beraberiz ! Acaba. Her an aynı şeyi düşünüyoruz. Senelerin ve bir ömrün ne kıymeti var. Sermet, bir ümittir, değil mi insanı yaşatan. Beni de (his hayatımı) ayakta tutan pembe bir yılbaşının alevler içinde ümit adlı yalnız bir hediyesi, yalnız bir tek ümit sözüdür. Belki Sermet bir gün benim için bir hamle yaparsa, ki ben yalnız ondan bunu, sadece bunu bekliyorum, istiyorum. O zaman, o günleri ben gönül kaşanesinde bir melek kadar hafif, daha şen, daha uçarı, adeta bulutlar içinden pembe ve yeşil bulutlardan ferahlık getiren bir peri gibi hafif hissederim. Ama şimdi dünya üzerindeki bütün bedbin insanların sıkıntıları gece sıkıyor, gündüz düşündürüyor. Görünüşümde ekseri anlar bir keder havası seziliyor. Dalgın oluşum bazı şeylere hamlediliyor. Acaba ben bunun aksini yapabilir miyim ? Yapıyorsam her neş'eli anım samimi bir gösteri mi ? Susma Sermet, bana her fena huyumu söyle, düzeltirim. Beni bazan tahlil ettiğin anların olduysa, ne olur intibalarını naklet, bekliyorum. Benim seni tahlil ettiğim çok anlarım oluyor. Seni anlayamıyorum. Şüphesiz bu senin hakkın da. Bilgim sıfır değil, ama çok noksan. Bu imkanlardan ben sevilmeyen bir insan kadar mahrumum. Hiç bir şey bana anlatılmıyor. Ben ancak, pek az gördüğüm sevgilimdeki esrarlı hisleri çözüyorum. Bu ne ile mümkün acaba ! Acaba benim bu çalışmalarım iyi mi ? Çok mu kötü ?! Yoksa, benimle ilgilenme, der gibi bir hava mı var ? Varsa bu neden ileri geliyor ? Sebebi atılabiliyorsa, bunu ben mi atabilirim, yoksa başkası mı ? Acaba ben yardımcı hiç bir materyalim olmazsa, ne ile yapacağım ? Suali kafamda olursa benim normal olmam mümkün mü ? Bütün mektuplarımda bu mevzuya dönüş artık sıkıcı duruma düşürüyor. Benden beklediğini bu sebeple veremiyorum.

Canım, ayın 10'unda yazdığın mektubuna cevap veremeyişimin sebebi önce kuvvetli bir nezle, sonra mektebin açılması, daha sonra da baş parmağımı kesişim oldu. Özür dilerim. Bu arada senden de mektup bekledim. Resimleri aldın mı ? Beğendin mi ? Sana göndereceklerimi iyi çekememişler, tekrar çektirmek icabetti, Cuma'ya alacağım.

Doğum günümü unutmayıp, bana da hatırlattığın için çok teşekkür ederim. Bunu ben de hissettirmeden almaya çalıştım. Fakat planlarım hiç netice vermedi.

İşte İstanbul artık benim için bir hayal oldu. Ama sen hayalleri yerlerinde, Yıldız'daki ihtiyar gibi hatırlarsın, anarsın. Şimdilik ben bu hatıraları hatırlamak için dahi zaman bulamıyorum. Tekrar yazacağım, o zaman anlatırım.

Erbil.

24 Ekim 1952
Ankara

Canım öğretmenim.

30 Eylül 1952 akşamı mehtapta Çamlıca işgal edildi. İşte tarih, hocama sorduğu sualin cevabını verdim. Bugün Pazartesi ve üçüncü dersteyiz. Dersimiz Almanca. Hocamız değişmiş ve halen gelmemiş. Şimdi boş geçiyor. Zaten yedi kişiyiz. Hepimiz de galiba mektup yazıyoruz.

Bulunduğumuz dershane mektebin arkasında ve köşede. Pencerede Dil Tarih'in bir kısmı ve Hacettepe'ye giden yol ve ağaçlar var. Bildiğin gibi Ankara'da yine evler, insanlar var, ağaçlar var, kuşlar var, ama sokakları hazan dolu, bazan boş. Hava bazan serin, bazan ılık. İşte kısaca Ankara.

Şimdi de asıl mektubuma giriyorum. Bak mektubunu nasıl aldığımı anlatayım da, sen de gül ! Dün, yani Pazar günü, biraz dikiş dikiyordum. Evde annemle ikimiz vardık. Saat da 2.15 idi. Annem de dışarıda idi. İçeri teyzemle birlikte girdiler, şaşkına döndüm. Kalktık öpüştük. Oturduk, hoş beşten sonra seni sordu. İşte elimden geldiği kadar anlattım. O sırada mektuplarını Şükriye ablanın kızı getirdi. Güya roman istemiş. Benim de elimde "Arzu Rüzgarı" vardı. Onu verdim gitti. Mektuplarını koynuma koydum. Tabii okuyamadım. O heyecandan hiç bahsetmeyeceğim. Ne demek olduğunu bilirsin, o hal içinde geldim yanlarında oturuyorum, sorulan suallere cevap veriyorum, ama nasıl da bir saat kadar sabrettim ? Sonra ne olursa olsun, okudum dışarıda. Geldim. Yengem seni bana sormaz mı ? Az daha, iyiymiş, istifade ediyormuş, diyordum. Hemen aklım başıma geldi. Düğün gecesinden beri epeyce farklı dedim. Yüzü renkli ve güneşten yanmış, dedim. Çok neş'eli olduğunu söyledi, ama bu sefer ben, nerede kalıyor, oradaki işi ne, diye alakadar oldum. Sualler sordum. Derince'de imişsin (hakikaten derince bir yerdesin). İşin bitince gelecekmişsin ! İyi dedim, ne dersin ? İnşallah yakında gelir, dedim. Böyle söylüyorum, dışarıda oynadığım role gülüyorum. Teyzem de, bilmem işi nasıl, ama artık döner herhalde, dedi.

Sermet ! Sen kış için bir şeyler götürmüş müydün ? Ama yalnız valizle gelişin getirmediğini anlatıyordu. Ne yapacaksın ? Keşke, sen trençkotu yine İstanbul'undan alsaydın, giyerdin. Nejat da burada seninkini giyerdi. Artık yağmurlar da başlayacak herhalde. Çare düşünmüşsündür. Teyzem senin bu 20 gün içinde filan geleceğinden bahsetti. Yoksa geliyor musun ? Her neyse, bunları düşünmüşsündür. Dün beraberce bir hayli iyi vakitler geçirdik, konuştuk. Teyzem çok iyi, 3,5 kilo almış. Ve çok neş'eli idi. Suzan ve Şükrü bey de çok iyi imişler. Yalnız Nejat biraz zayıfça imiş. Bütün her konuşmasında teyzemin başlığı sensin. Senin neş'en evin içinde aranıyormuş. Bunu duyunca ne kadar sevindiğimi bilemezsin.

Hepsi çok özlemişler. Seni bekliyorlarmış. İşte sana, istediğin mevzulardan da bildiğim kadarını anlattım. Sobanızı yine odanızda aynı yere kurmuşsunuz.

Gelelim şimdi mektuplarına ve resimlere. Mektuplarının ikisini de aynı gün aldım. Yazmayışımın sebebi hiç inat değil. Yalnız, mekteplerin açılması, hafif nezle oluşum, elimi kesişim, bu ve buna menzer manilerle aksadı.

Canım, resimleri ne güzel yapmışsın. Sulu boya alacağını söylüyordun. Yoksa sen mi boyadın. Güzel bir resim çıkarttırayım da, asıl onu bana boyayıver.

Sermet, niçin gönül ferahlığın ve huzurun yok !? Bunu kaçıran nedir ?

Yolladığım yıllığı aldın, teşekkür edersin, güzel. yalnız ben eksiğim, değil mi ? Evet, ben de şimdi öğretmendim, çalışıyordum, hayata atılmıştım. Sene kaybettin, ne çıkar, deme, sıhhatimi de kaybettim. Fakat en güzel şeyimi buldum. Onun için artık arta kalan yazı sıhhatimi bu yolda tartarak kullanmam. Bana yardımcıya da, bana da allah iyi günler ve sıhhatler versin. Bu çok kötü bir mektup oldu, beni affet. Parçalanmış, karışmış bir ruh haleti içinde sona eren mektubum da fena oldu. Öğretmenimin ellerinden (!) hasretle öperim. Resimleri ve mektubunu hemen gönderiyorum. İnşallah yine 16 gün beklemem !

Erbil.

1 Kasım 1952
Erenköy

Canım Erbil.

Beklemekte olduğum sevinçli mektubunu Cumhuriyet Bayramı akşamı aldım. Böylelikle o gün iki bayram birden yapmış oldum. Beraber olsaydık daha güzel bir bayram da yapabilirdik.

"Seni yine 16 gün bekletmemek !" için cevabını hemen yazıyorum. Geciktirdiğimin sebebini geçen sefer yazmıştım. İnşallah bundan sonra bu kadar uzatmam. Sen, artık orada bol bol vaktin var diyeceksin ama .. Emin ol ki bazan burada da yazılmıyor. Evvela miskinleştik. Kür saatleri dışında da gelen giden oluyor. Çok defa mektuplarımı gece 9.30'dan sonra oturup yazıyorum.

Gelelim havadislere: Havalar çok güzel gidiyordu .. gene de güzel. Nefis bir sonbahar hüküm sürüyor .. 28. Salı günü çıkmak ve (Üsküdar) gitmek, geceyi ve ertesi (29) günü dışarda geçirmek ve (30) akşamı mektebe dönmek niyetinde idim. Biraz hava ve muhit değişsin diyordum. Zira artık bunalmıştım. Fakat kader buna da yetişti. Gece bir fırtına, yağmur başladı. Tabii ertesi günü bozuk ve yağmurlu havada çıkamadım. (29)'uncu günü öğlene doğru çıktım. Doğru Üsküdar'a geçtim. Mektuplarımı postaya verip eve gittim. Gene yağmur başladı. Bereket versin, yemek sonuna doğru dindi, kendimi sokağa attım. Köprü, tünel, Beyoğlu'ndaydım. Dehşet kalabalık .. yapayalnız ne yapılır .. 4.30 için Atlas'tan bilet aldım. "Yavuz Sultan Selim ve Yeniçeri Hasan" Nur ve Büyük'te oynuyor .. belki sen de gördün. Bir aşağı, bir yukarı biraz vakit öldürdükten sonra içeri girdim. Hıncahınç dolu .. Film fena değildi, hoşuma gitti. Çıktıktan sonra Taksim'e kadar yürüyüp, Taksim'deki renkli suları ve atılan havai fişekleri seyrettim. Dön geri. Doğru beraber karın doyurduğumuz yere. Gene yukarı çıktım. Gene aynı masadayım. Yalnız senin yerinde oturuyorum. Karşımda bir Kuleli'li talebe. Gene aynı şeyleri, hatıralarıma dalarak, gene seninle beraber yiyorum. Fakat bu sefer garson aldanmadı, hesabı tam getirdi.

Kalkıp caddeyi tuttum. 8.15 vapuruna yetiştim. Ayaz olmasına rağmen donanmayı seyredeyim diye arkaya açığa oturdum. Gene seninle başbaşa ışık yağmurunu, denizdeki akislerini seyrederek Kadıköy'e ve arkadan da mekana döndüm ve masamda beni bekleyen zarfımı buldum. Sevincime diyecek yok. Resimleri evvela dudaklarıma götürdüm ve okumaya başladım. Yatma zamanı geldiğinde resimlerini bir kere daha koklayıp, seninle kucak kucağa .. dalıp gittim ..

Annen hakkındaki havadislerin beni sevindirdi. Bravo, sen de falso vermeden vaziyeti idare ettin. Buradan çıkınca ben artık Karaca'da oynayacağım.

Lisan dersine 7 kişi devam ettiğine ve 7'sinin de mektup yazdığına bakılırsa, her halde hepiniz de çiftsiniz demektir. Ankara'da evler .. ağaçlar .. insanlar var demek .. Burada da aynı şeyler var. Fazla olarak bir de, pardon bir değil iki, deniz de var. Sandal .. vapur .. balık da cabası.

Benim mektuplar sana gelirken bir gün yakayı ele vereceksin. Yahutta kapağı kapanmayan çantandan resimler dökülüverecek. O vakit senin halini görmeli.

Kış için bir şeyler götürmüşmüydün, diyorsun. Yola daima tedbirli çıkarım. Çantam küçük, ama içinde bir hayli eşya vardır. Sayayım mı ? Trençkot, 2 atkı, iki kollu bir kazak, 1 hırka, 7 gömlek, yazlık, kışlık çamaşır .. mendil, çorap .. kravat, ütü, ütü bezi, elbise askısı, fotoğraf makinesi, 1 iğne, bir kaç renk iplik, yedek gömlek düğmesi (kopar da kaybolursa), toplu iğne, zarf, mektupluk, evrak çantası, nenkli kalem, bardak, kaşık, ayna, mürekkep, lastik, senin resimlerin, eve ait özlediğim zaman bakayım diye resimler .. velhasıl tedarikli geldim. Onun için merak etme canım. Bunlara ilaveten aspirin ..vs de var .. hastane de bulunmaz, ama bende bulunur. Kirli çıkıyız. Henüz kış kıyafetine girmedim, bundan sonra. Şimdiki halde seninle de konuşmuştuk. Yılbaşına kadar kalmak istiyorum. Hiç olmazsa soğuklar geçsin. İstersen yaza kadar bekleyeyim, gelirsin. Adalara gider .. Çamlıca'da mehtabı (!) seyreder, beraberce döneriz, olmaz mı ?

Resimlerini renkli kalemle ben boyamıştım, sen de boyayabilirsin. Kart mat ise, evvela renkli kalemle boya, sonra üzerine pamuk sür. Lastikle de etrafa taşan boyaları sil, oldu bitti. Bu sefer de gene öğretmenlik yaptık, değil mi ? Sen öğretmen çıktıktan sonra vazifene müdahale etmem, korkma. Yalnız, burada da dediğim gibi, ilk dersini vereceğin gün ben de talebe kızların arasına oturup (!) seni seyredeceğim.

Nezle olduğunu yazıyorsun. Aman kendine dikkat et, kalın giyin, kollarını kapa. Burada aldığın kiloları sonra verirsin. Zayıflarsan seni sonra sevmem. Ben de şişmanlamaya gayret ediyorum. Bugün balkondaki masamda 7 tane elma vardı. Hepsini senin için yedim. Hele bir tanesini öyle bir ısırdım (!) ki .. içinden ah .. yapma Sermet diye bir ses geldi ..

Geçen mektupta huzurum ve gönül ferahlığım yok demiştim. Bunu yoksa kendi üzerine mi alındın (!?) da, nedir diye soruyorsun .. herhalde sen değil, değil mi ? Evimizin dahili durumu .. anlaşmazlıkları ..

Buraya kadar hep kendimden bahsettim. Buna sıhhatimin de iyi olduğunu, yalnız can sıkıntısından ve konuşacak, gezecek kimse bulamadığımdan şikayet ederek seni sorayım. Sen nasılsın ? Keyfin, neş'en yerinde mi ? Nezlen geçti mi (geçmiş olsun) ? Bayram günlerinde ne yaptın, sinemalara gidiyor musun ? Bu kış seninle gidemeyeceğiz. Senin yolunu bekleyeceğim. Gençlik Parkı'nın köşesi boş kalacak Erbil. Oradan geçerken anarsın. Ama sakın ha çiftliğe gitme, sonra yakalarlar.

Canım sevgilim, müsaade edersen burada son vereyim. Yalnız şunu sorayım, geçen mektubunu niye "parçalanmış, küsmüş bir ruh haleti içinde" sona erdirdin ?

Mektubum fena oldu, kötü yazdım diyorsun. Benimkinin yanında o kadar mükemmel ki, evvela okunuyor. Benim bütün merak ettiğim, senin bu satırları ne zorluklarla okumaya çalıştığındır. Bir türlü itinalı yazamıyorum. Gittikçe yazım berbatlaşıyor, okunulmaz hale geliyor. Ben baştan yazdıklarımı okumak istersem, okuyamayacağımı zannediyorum. Allah yardımcın olsun. Okuyamazsan yaz da daha itinalı ve okunaklı yazmaya gayret edeyim.

Hasret dolu sevgilerimi yollar, ateş dudaklarından binlerce defa öper, kucaklarım seni .. canım Erbil'im, ömre bedel sevgilim.

Sermet.

10 Kasım 1952
Ankara

Canım.

Kaç gündür sana mektup yazabilmek için müsait bir zaman aradım durdum, nihayet bu gün bulabildim. Sebebini izah etmezsem, belki de bir mana verebilirsin. Yahut da ben öyle zannediyorum.

Cuma günü Yugoslav gazetecileri mektebi ziyaret etmek istemişler. Yeni müdür de bir öğle yemeği yedirmek istemiş. İşte onun için 4 - 5 gündür onlara hazırlandık. Yalnız 4. sınıflar yaptıkları ve bütün her türlü işini de biz yaptığımız için hazırlıkları da, yorgunlukları da çokça oldu. Neyse, onların işleri bitti, ben de henüz dinlenmeden fırsat bulmuşken bir kaç satır sana yazdım.

Bu gün mektubun senden çıkalı 10 gün olmuş. Fakat ben ayın beşinde aldım. Yalnız beş gün geciktirdim. Bir ihmal veya bir şey düşünmüş değilim. Kusurum olsa, özür dilerdim canım.

Mazeretimi beyan ettikten sonra, mektubuna cevap verilecek yerlerine cevap verip, kendi kanaatlerimi de yazdıktan sonra, senden gelecek cevabı beklemek üzere mektubumu kapatıp, İstanbul'a uçuracağım.

Kuzum, İstanbul'da Cumhuriyet Bayramı'nı bana da kısmen yaşattın. Sen yaşatmasaydın bir bayramın geçmiş olduğunu hatırlamayacaktım. Kalabalık zamanlarda sokağa çıkmasını hiç sevmem. Bayramda bunun için hiç gezmedim. Kısmet olup henüz İstanbul'dan geldikten sonra sinemaya bile gidemedik. Yalnız sinemaya değil, hiç bir yere gitmedik. Havalar iyice soğumakla beraber, bazan iyi günler de olmuyor değil.

Halam da yengemlere geldi. 20 gün oluyor. Yine huzurları kaçtı. Bize de gelip dert döküyor. Bizim ev dertli dergahı oldu.

Neyse, artık yetişir.

Şimdiye kadar bana yazdığın mektupların en uzunu 1. XI. 1952 tarihlisi olduğu için, müsaade et Sermet sana bir teşekkür edeyim canım.

Ha, asıl sorduğun bir sualin cevabını vermeyi unutacaktım. "Niçin parçalanmış ruh hali içinde mektubunu bitirdin ?", diyerek cevap bekliyorsun. Ben bu sualin cevabını sana bırakmıştım. Yine de bu suale sen karşılık ver. Niçin ben böyleyim ?

Bir de, bir gün ben değil dolayısıyla sen yakayı ele vermiş olacaksın. Bunu şimdiden hallet istersen, sen bilirsin. Yakayı ele verdiğim zaman halimi görmek istiyorsun. İşte kaç zamandır ben sana benim bu vaziyetimi göz önüne almanı istiyordum. Muhakkak halimi görmek mi istiyorsun ? Görmeye ne lüzum var. Tahmin de edersin. Kardeşlerimi ve babamı tanıyorsun, değil mi ? Hakikaten, ben de halimi görmeni arzu ederdim. Çünkü, görülecek rezalet olur, herhalde tahmin edersin.

Son mektuplarını da aldıktan sonra, artık kendi kendime söz vermiştim. Senin cevap vermediğin o mevzuya tekrar dönmeyecektim. Ve hiç sual sormayacaktım. Yine de öyle yapacağım. Çünkü fazla sual sıkıcı olmaktan başka işe yaramıyor. Lüzumsuz yere beni üzüyor, seni de sıkıyor canım.

Son mektubunda da bu noktaya hafifçe temas etmişsin. Onun için, son defa ben de bazı hususları muhtasar olarak vereceğim. Diyorsun ki, benim huzurumu evin bazı şeyleri bozuyor. Haklısın, evin düzensiz oluşu insanın iştahını bile kaçırır. Hatta hiç rahat olamazsın bile. Ben de zaten sana bunları böyle düşünme demedim. Bilakis sırası geldikçe, şahsiyetim dahilinde, sana yardımcı bile olmayı istedim. Fakat ben bazan evinizin hususiyetlerini ve dertlerini dahi bilsem, susmak mecburiyetindeyim. Öyle değil mi ? Belki bu bir yakınlıktır. Ama tefsire de bağlıdır. Şahsen benim ev durumumu bilen bir kimsenin benimle alakadar olması hoşuma gider. Hatta akıl vermesini de "samimi ise", beklerim. İşte bazan sana imkan nisbetinde yardımcı olmak isteğim de bundan doğuyordu. Gerçi hem kadın olarak, hem yaşça sana akıl öğretmemem, asla.

Asıl yazmak istediğim şeyden uzaklaştım. Herkesin evinde bir üzüntüsü, bir kederi olur. Hem de nasıl ? Sıkıntısız insan olur mu ? Benim derdim yok mu ?

Fakat bunun da bir haddi var, değil mi ? Artık senin huzurunu ve keyfini kaçıracak ne olur ? Bunlar her evde rastlanan şeyler. Herkes kendini alakadar ettiği kadar nasibini alır. Şükrü bey evlendiyse, seni de vasisi mi yaptı ? Kızıyorum sana ! Önceden bu belli idi, sonunun böyle olacağı. Sana ne ? Kapıya bir ok işareti yaptın mı iş halledilir. Aklına gelince kafanı salla ve düşünceni dağıt, emi canım. Bana söylediklerini azıcık kendin tatbik et. Yaşamak istiyorsan "düşünmeyi bırak yaşamaya bak !" Bak eve gelince onların yatak odalarından başlayıp, sokak kapısına kadar bir yol çizer, okunu da dışarı korsun. Onu anlarlar herhalde. Suzan da hiç kabahat yok, hepsi sizin damat beyinizde. Onun için sen ona mektup mu yazarsın, yoksa gelince mi anlatacaksın, onunla konuş. O da erkektir. Hanımına anlatır herhalde.

Uzun uzun herşeyi anlattıktan sonra sen yine susacaksın. Yine bir şey yazmayacaksın. Ben de artık senin ne istediğini bilmeksizin israr etmeyeceğim. Fazla israr da hiç iyi değil, değil mi ? Sen bana hiç bir şeyini söylememeye ve yazmamaya karar vermişsin. Benim iyi veya kötü sözüm sana hiç tesir etmiyor. Ne söylersem susuyorsun. Nasıl hareket edeceğimi şaşırdım. Her şey kendi kendine yolunu çiziyor. Sen yapmak istediğini bana iyi söyleyerek de yapabilirsin. Bunu düşünerek her şeyi kendi haline bıraksak, eğer alnıma yazıldıysa bu iş olur. Böyle söylemekten başka hiç bir şey elimden gelmiyor. Bu faslı da bu mektubumla kapatıyorum. Artık hiç bundan bahis açmayacağım. Beraber halletmeyi pek çok arzu ederdim. Zaten her arzu edilen olsaydı lugatlerde olumsuz ve fena kelimelere rastlanmazdı, değil mi ? Sayfayı bile çevirince bu mevzuyu görmeyeceksin. Sayfayı mevzunun üstüne kapatacağım.

Paso ve şebeke için resim lazım oldu. Çarnaçar çektirdim. Senin de istediğini hemen hatırladım. Hemen bir tane de sana, dediğin usul üzere boyadım. Beğenmezsen birini de sen boya, sonra imzalayarak gönderirim.

Şimdi de yanımda bir arkadaş "Söylemek istersem gönlümdekini, dilime dolanan ızdırap olur" şarkısını söylüyor. Bu şarkıyı çok beğeniyorum. Sen de dinle, beğeneceksin.

Daha başka ne yazayım. Canım sakın sona kaldı diye unuttu deme, şirin yıllık takvime pek çok teşekkürler. Hele sonbaharın iki yaprağı ve sararmış çiçekleri İstanbul'un kokusu ile mektubun bu sefer şahane idi doğrusu. Sakın sen mektubunu uzatma, emi ? Merak ederim sonra, ne olur canım. Sonra ısırdığın elmaları sana hiç vermem, yiyemezsin. Bu sefer mektubunda resimli kısım unutulmuş. Mektubunu bir eczacıya versem, muhakkak ilaç verirdi. İyi ve neş'eli günler dilerim canım.

Erbil.

18 Kasım 1952
İstanbul

Erbil'im.

O mini mini resmin ne kadar hoşuma gitti, bilsen .. Onu dudaklarıma götürmekten kendimi alamadım. Öptüm .. kokladım onu .. Pek çok teşekkür. Çok tabii çıkmışsın. Bu tabiiliğini bozmamak için boyamadım. Bana boyalısını yollarsın, olmaz mı can sevgilim. İnşallah yakında diplomalar için de isterler .. Böylelikle ben de Erbil'imin güzel bir resmine kavuşmuş olurum. Ama bu sefer 6x9 ve biraz da yakından çektirirsen herhalde daha şişmanca çıkar.

Yolladığın biletlerle doğru Yıldız Parkı'na gittim. Önümde de o ihtiyar vardı. Fakat kapıcı beni yalnız içeri almadı. İçeri ancak hatıraları edebileşenler girebilir diyerek, ihtiyarı gösterdi ve ona yol verdi. Ben de o günün sıcaklığı içinde, o gün gibi duyduğum hatıralarla geri döndüm. Şimdi o ulu ağacın dibindeki banklarda kimler oturuyor .. sevişiyor, koklaşıyorlar, kimbilir ? Onlar ne mesut çiftlerdir, değil mi ?

Tosunoğlu'm, seni yazarlarla gazeteciler meşgul etti. Benim ise kalemim yoktu. Kurşun kalemle de yazmak istemedim. Kızlar benim kalemimi kaybettiler. Dereceleri yazmak için alıyorlar, geri almak için bir hayli uğraşıyorum .. sonra gene kaptırıyorum. Bu sefer almış, izinli de gitmiş, dönmesini bekledim.

Çoktan beri dışarı çıktığım yoktu. Evvelki Cumartesi çıkmaya karar vermiştim. Dehşetli fırtına olmasına rağmen, kararı bir kaç gün evvelinden verdiğim için çıktım. Kadıköy'e geldiğimde dehşetli bir lodos etrafı uçuruyordu. Belki gazetelerde okudun. Bu da bana rastladı. Şans. Ama fena olmadı. Vapur zorla yanaştı. Bindik. Öyle bir gidiyoruz ki, görme. Beşikte o kadar sallanmamıştım. Vapurun içerisi ise alem. Korkan, kusan, yatan hepsi var. Köprüye gelince selamete çıktık. Daireye uğrayıp paraları aldım. Sonra tünelle yukarıya çıkarak karnımı gene o yerde doyurdum ve sinemaya gittim. Bilet almak gene mesele. Onu da alıp içeri girdim. Film "Siyah Peçeli Kadın" renkli, çok güzel. Eğer sen de yanımda olsaydın daha da güzel olacaktı. Oynadığında mutlaka git, e mi ?

Sinema faslından sonra biraz dolaşayım dedim. Arkadaşsızlık çok fena imiş. Dehşetli sıkılmaya başladım. Dönmek üzere iken buranın eskilerinden bir arkadaş imdada yetişti. Epeyce dolaştık. 7'den sonra caddeyi tuttum. Köprü ana baba günü. Karşıya, hiç bir taraftan vapur yok dediler. Deniz daha fazla kabarmış. Yanımda nüfus filan da yok ki otele gideyim. Köprüde beklemede otururum dedim. Epey bekledikten sonra bir vapur verdiler. Haydarpaşa'ya zor yanaştık, öteye gidemiyor, indik. Oradan ötesi de artık malum. Maceralı bir gün. Ondan sonra bir daha çıkmadım. 11 gündür hapisim. Bu arada bir hayli de yağdı. Fakat Pazar, Pazartesi ve bugün yağmur yoktu. Doktor, hava çok güzel, bir daha bulamazsın, dedi ise de çıkmadım. Bol bol sırtüstü yatıyoruz. Öyle tembelleştim ki, sorma. Bazan gazete bile okumak istemiyorum. Dün de konuşabildiğim yegane iki arkadaş çıktılar. Biri o şişman dediğim, kapıyı vuran çocuk, öteki de Jale Pirinçcioğlu'nun kardeşi. Şimdi yalnız kaldım. Bakalım komşu kim gelecek ? Konuşabilecek bir iki kafadar olsa iş biraz daha kolaylaşacak. Belki o da var, ama ben bulamıyorum. Bu yüzden dışarıya çıkamıyor, of, pof diyip oturuyorum. Halbuki buraya niye gelmiştik ? Herhalde senin ahın tuttu. Allah yalnız gezmeme razı olmuyor.

Bu mektubu geciktirdim mi ? Bunun için de, Çamlıca'da bir rüya aleminde, mehtabın insanın içini gıcıklayan ışıkları altında seni bütün kuvvetimle kucaklayıp, o hayatımın en güzel elmalarını tekrar ısırttırmayacak mısın ..? Onları öyle özledim ki. Yalnız onları mı ? Hayır, herşeyi ile Erbil'imi.

Erbil'im şu anda kollarını uzat .. kucaklaşalım .. ateşli dudakların da dudaklarımda olsun .. oh ..

Can kız, eğer alnıma yazıldı ise diyorsun .. Evet, alın yazısına inananlardan isen mesele yok. Benim de istediğim yalnız sensin. Yeter ki bu istek her ikimizin de alnına yazılmış olsun ve bu güzel günlerin sonunda daha güzel günlere erişebilelim.

Hep kendimden bahsettim. Bu kız ne yapıyor .. sıhhati, keyfi, halası ile arası nasıl diye sormadım. Radyoda dinlediğime göre orası bugün biraz daha soğuyor .. - 6'ya kadar da düşmüş. Burası ise + 13 - 14 arasında, hiç soğuk yok. Ben bu kış yakayı soğuklardan kurtardım gibi. Sen de elden geldiği kadar kendini kollarsın. Artık her iş bitti de nasihate kalktım, değil mi ? Bize kim nasihat verecek .. Onu da sen yaparsın.

Burada bahçe renk renk krizantem içinde. Ne kadar bardak ve vazo varsa renk renk krizantemlerle doldurdum. Onların arasında senin tatlı hayalini seyrediyor, elmaların hasretini çekiyorum ve neticede masamdaki elmalara el atıyor, onları dişlemeye, mideye indirmeye başlıyorum. Bahane ile onlar yenmiş oluyor. O da bir fayda, değil mi ?

Daha pek çok yazarsın, diyorsun ama .. sermaye de bitti. Hem mektepli kızlara böyle mektuplar yazıp, onları baştan çıkartmak da olmaz. Onun için müsaadenle burada keseyim. Saat 18'e geldi.

Şimdi kafile derece almaya, nabız saymaya geldi. Her yere bir kişi, buraya en az 2 kişi geliyor. Talebeler öğreneceklermiş, onlar da öğrensinler bakalım.

Erbil'ime iyi günler diler, sonsuz selamlarım. Sevgilerimi yollar, elmaları tekrar tekrar ısırırım, onları .. dudaklarını öperim.

Sermet.
(Son paragraftaki elma ve dudaklar çizilerek gösterilmiş.)

24 Kasım 1952
Ankara

Sevgili canım.

Setmet'ciğim, bu sefer de mektubunu geç aldım. Bu seferki mektubunda yazabileceğin müddeti yaz da, kendim gidip alayım. Kış geldi. Belki çocuk gelirken üşüyor, gelemiyor.

Sana önce mektubunu nasıl aldığımdan başlayarak, uzunca bir mektup yazmak isteği ile yazmaya başlayacağım.

Tonton'um nasılsın ? Mektuplarından gezmeye gittiğin hiç anlaşılmıyor. Gerçi yalnız gidilmez, ama bu kadar da kapanıp kalma. Müsaade et de sıhhatini artık sorayım ! Nasılsın ? Ne alemdesin ? Ben sormazsam senin hiç aklına gelmiyor. Ne ile vakit geçiriyorsun ? Yemeklerini yiyor musun ? Yalnız, istirahatini iyi yaptığın anlaşılıyor. Ben çok iyiyim Sermet. Neş'eliyim, canlıyım, kısaca sıhhatliyim !

Neyse. Canım, artık başlıyorum .. Cuma günü havam vardı. Gittim ikinci havayı aldım, geldim. O gün mektebe gidemedim. Cumartesi günü de canım hiç gitmek istemedi. Zaten hava da yağışlı idi. Haydi dedim, evdeyim. Gideyim, hem Şükriye abla ile dolaşırım, hem de mektubun geldiyse alırım dedim. Gittim, evde yok. Gelmişken bir arkadaş vardı, ona uğradım. Neyse, oturduk, konuştuk, ama aklım hep sende. Acaba hala mı mektup gelmedi, diyor, sıkılıyor, hep gözüm dalıyordu. Bir ara saat 4'de Cumartesi günü Şükriye abla oraya geldi. Mektup da elinde idi, bir ara verdi. Ben kalktım (gittiğim yer malum), orada şöyle bir okudum. Fazla da okuyamadım. Ama nasıl bir hıçkırık, tıkanacağım zannettim. Kendimi tutamadım. Bilirsin, ne kadar hadiseleri soğuk kanlılıkla hallederim. Burada itidalimi tamamiyle kaybettim. Lavaboda hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Hala tıkanacak gibi oluyordum. Neyse, onları da çok üzdüm. Sancılandığımı söyledim. Zaten hava alıp onlara gittiğimi söylediğim için, üşüttüm oldu. Mektup anlaşılmadı bile. Ben neler bekliyorum, sen neler yazıyorsun. Hakikaten tefsir adetim olsa, neler çıkarılmaz. Ama yine allahtan sabır istiyorum. Çünkü elimden ne gelir ? Yalnız çok sıkılmışım demek ki, dudaklarım uçukladı. Halbuki o kadar sıkıldığımı anlayamadım. Anlasam da ne çıkar ? Benim derdimi kimse bilmiyor ki, ona açılarak biraz olsun hafifleyeyim (senden başka). Aczim ancak gözlerime yetişiyor. Bazan dışarı akarak kısmen ferahlıyorum. Bazan kalbime damlıyor (kızgın bir yere damlayan su damlaları gibi), önce kavruluyor, sonra da eriyorum. İşte mektubunu böyle aldım. Onu istediğin elmaların arasında eve kadar getirdim ve çantama koydum. Evde neş'eli olmam lazım. Yoksa şüphelenebilirler. Allahtan misafir geldi. Ve benim kederim benim oldu. Ertesi gün de zaten size gitmeyi istiyorduk. Kalktık, annem, halam ve ben gittik.

Bizi önce Suzan, sonra teyzem, sonra da B. Şükrü !! karşıladılar. Teyzem beni çok özlemiş. Hem kokluyor, hem öpüyor, hem yüzüme bakıyor, sonra tekrar öpüyordu. Senin eksikliğini her an içimde hissederek senin köşene oturdum. Sonra teyzem de yanıma geldi. Tekrar öptü, pek çok göreceği gelmiş herhalde. Ben de aynı şekilde, o öptüğü zaman sanki annem öpüyormuş gibi, sanki uzun zaman görmemişim gibi iştiyakla, gözlerim yaşararak mukabelede bulundum. Bir hayli senden ve senin iyiliklerinden bahsettik. Senin adresini (daire) aldım. Selam göndermişsin, teşekkür ederim.

Canım, Aralık'da gelecek misin ? İşin bitecek mi ? Ne zaman geleceksin ? Teyzem seni çok özlemiş, belki haberin var, İstanbul'a gelmek istiyor. Gelince iyice halleşirsiniz. Teyzem çok neş'eli, sıhhatli hamdolsun. Suzan ve beyi de iyiler. Suzan'la epeyce konuştuk. B. Şükrü nedense konuşmalara hiç iştirak etmiyor. Daha doğrusu kendi halinde. O gün çok güzel vakit geçirdik. Saat 4.30 - 5'te de Nejat geldi. Zaten bütün ev benim o gün geleceğimi biliyormuş, içlerine doğmuş. Nejat'la da epeyce konuştuk. Onu da neş'eli gördüm. Sıhhatinde hiç değişiklik yok, yani kilo almamış. Fakat vermemiş de. Sen üzülmeyesin diye yalan söylemiyorum. Sonra belki söylediklerime inanmazsın. O gün saat 6.30'a kadar oturduk, konuştuk.

Sonra da doğruca yengemlere gittik. Yengem dişini çektirmiş, ateşi çıkmış, yatıyordu. Herhalde biraz da üşütmüş. 10 - 15 dakika sonra da amcam İstanbul'dan geldi, oturduk. Saat 8'e geliyordu ki, eski ahbaplarından birisinin de hanımı geldi. Hanımı ben de tanırım. Geçen sene Amerika'ya gitmişlerdi. Bir ay önce bir tane erkek evlatları oluyor, bunlar kalkıp Niagara Şelalesi'ne gezmeye gidiyorlar. Dönüşte bir yere uğruyorlar. Tam otomobile binecekleri zaman, başka bir otomobil gelip çarpıyor. Ve yine aksi istikametten gelen bir taksinin üstüne fırlıyorlar. Ve adamcağız şoktan hemen gidiyor. Hanım buraya gelmiş, o kadar perişan ki, anlatamıyorum ben. Diyor ki, hiç bir şey istemem, yalnız işleyen bir kafası kalsaydı, diyor, ama bu ızdırabı anlatış ancak sökülen, hapsolan bir kalp gibi acı. Dinlerken halim görülecek kadar fena idi. Neyse kalktı, giderken hepimize allahaısmarladık dedi. Amcama gelince yüzünü kaldırdı, amcama baktı. Artık dayanamadı, Kerim diye inledi, yere yığıldı. Zaten ondan sonra da ben huysuz çocuklar gibi haydilemeye başladım. Kalktık, evimize geldik.

Artık gittiğim yerlerden biraz bahsedeyim de hava değişsin.

Sinemalarda epeyce güzel film vardı, fakat kısmet olmadı. Yalnız "Macera Adamı"na gittim. Clark Gable ve Ava Gardner oynuyorlardı. İki kere de operaya gittim. 1) "Elektra". Çok beğendim. Bunu da anlatırdım, ama seni ağlatmaya pek niyetim yok. 2) "Sevda İksiri". Hiç beğenmedim, uyukladım. Bir de defile oldu. Ona gittim, çok beğendim. Resimlerinden alıp sana 1 - 2 tane göndermeyi çok istedim. Şimdilik muvaffak olamadım. Fakat resim bulamazsam Hafta'da var, onu göndereceğim. Benim kadar sen de beğenirsin. Tabiri caizse o vücutlar birer balıktı. Vakit geçmiş olmasa idi, sana da gitmeni tavsiye edecektim. Belki de gitmişsindir. İnsan yalnız gördüğünü tatbik etmezse fikir alır, bilgi edinir, değil mi ? Her neyse, biricik eşsiz sevgilim, canım Sermet'im, artık o kadar çok seni özledim ki, şu misal belki bunu anlatır. Kızgın bir çölde bir hafta hiç su içmeden yolculuk yapan insanların susuzluğu gibi. Yaramaz sevgilim, dün akşam seni rüyamda gördüm. Ellerinde elmalar olduğu halde uyuyordun.

Canım, mektubunu açtığım zaman kokusundan beni mahrum etmediğin güzel renkli krizantemlerini ayrı ayrı koklayarak hepsinde seni ve kokunu buldum. İçimde ılık bir ürpermeyle hepsini okşadım, kokladım, öptüm.

Canım sevgilim, gazetede İngilizler'den birisini buldum, sana benzemiyor mu ? O bilet nedir ? O bizi nerelere götürmüştü ? İşte onlar ancak hatıralarımızın gizlendiği ne güzel yerler, değil mi ? Evet, Yıldız'daki ulu ağacın altında şimdi yanyana çiftler, eğer varsa, hakikaten ne mes'ut çiftlerdir. Allahım alnımın yazısı nedir ?

Sermet'ciğim, size gittiğimde teyzem, seninki hiç kışlık bir şey almadı, ne çamaşır, ne palto, dedi. Üşütme kendini, emi !

Evet, Jale'nin kardeşini ben de sana soracaktım. Jale'nin bu hafta içinde düğünü olacak. Konuştuğumuzda ondan bahsetmedi. Ben de sormadım. Yalnız Diyarbakır'a gidecek demişti, o kadar. Belki gelir.

Komşu arkadaş geldi mi ? İnşallah seni oradan bıktıracak birisi gelir de, sen de gelirsin. Affet Sermet, hislerimle hareket ettim. Hani her türlü düşünecektim ? Eğer istifade ediyorsan kal. Özür dilerim böyle yazdığım için.

Sermet, yine korkarak yazıyorum. Huyundan vazgeçmemiş deme. Belki bir harf eksikliği var, ama manası çok fena. Çok üzüldüm. Ne olur, izah et; "Evet alın yazısına inananlardan ise mesele yok" diye yazmışsın. Hemen neler insanın aklına gelmiyor, neler ?

Ankara'dan, evden bir şeyler istiyor musun ? Samimi isteklerini bekliyorum. Vazifelerimi yapabilirsem, ancak o zaman mes'ut bir insan olduğumu, o zaman hissediyorum. Bunu bir kere tecrübe et, ne kadar istekli olacaksın. Elmalar daima senin sevgilim. Ben de zaten böyle bir sonu olan hayatı senin ve benim için bekliyorum, istiyorum. Sıhhatimiz için bu sefer acele et canım, iyi kalpli sevglim.

Erbil.

25 Kasım 1952
Ankara

Sermet Ağabey.

Önce kağıdım için özür dileyeyim, değil mi ? Belki yazımdan anladınız, ama yine de bir heyecan vardır tabii. Acaba kimden ?!. Kimden olacak, tabii yaramaz Sevim'den.

Uzun zamandır sizi görmedim, özledim de. Bir sürpriz yapayım dedim. Ne yapıyorsunuz ? Anneniz Aralık'da gelecek dedi.

Siz yokken beni gezdiren de yok. Acaba adresimi koyarsam bana mektup yazar mısınız ? Yazarsanız pek çok memnun olrum. Artık İstanbul'dan bıkmadınız mı ?

Ankara şimdi çok iyi, havası serin. Yolları mor ışıklı, sulak ve mümbit toprakları var. Görüş mesafesi uzun ve sık sık yağışlı. Artık kar yağacak galiba. Evimizin ahalisi hepsi çok iyiler. Sobamız da çok iyi yanıyor.

Teyzem sizin çoraplarınızı bile giymişti. Ben de minare terlikleri giydim.

Biz de çok iyiyiz. Sizinkiler de çok iyi idiler.

İşiniz bittiyse artık gelin, size iyi günler dilerim.

E. Tosunoğlu
(Adres: Turgut Reis Mahallesi, Uzun yol, No 7.c., Ankara)

30 Kasım 1952
İstanbul

Canım kız.

Her iki mektubunu ve kitabını da büyük bir sevinçle aldım. Pek çok teşekkürler. İçinden resim de çıkacak diye de seviniyordum. Maalesef çıkmadı. Herhalde unuttun. Elmalardan, kirazlardan yollamamışsın .. onları da o kadar özlemiştim, o kadar susamıştım ki.

Erbil'im, ben de seni pek .. hem de pek çok özledim. Ben de senin gibi o .. kızgın, çünkü susayan bir yolcusuyum. O çölden Ankara'ya dönüp de ateşli dudaklarındaki pınara kavuşsam ve kana kana içsem, içsem ve gene içsem.

Bize gitmişsiniz. Verdiğin haberlere teşekkürler. Beni bir hayli üzüntüden kurtarmış oldun. Onlar ne kadar iyiyiz deseler de insan gene de kani olmuyor. Evdekilerden aldığım mektupta da sizlerden bahsediyorlar ve selamlarınızı iletiyorlar. Annem hep (seninki) diyormuş. Annem seni pek çok sever. Sonra da .. belki içine birşeyler doğuyordur veya düşünüyordur da onun için (seninki) diyordur.

Erbil'im mektubunun geldiği gün hava güzeldi. İstanbul'a inmiştim. Dönüşte çekmecemde mektubunu buldum. Kızlar getirip oraya koymuşlar.

Çıkmıyor musun, diyorsun. pek seyrek çıkıyorum. Yalnız ve hele sensiz hiç bir şeyin tadı olmuyorki sık sık çıkayım. Güya buraya gezmeye gelmiştim. Lafta kaldı. Bunaldım mı, afakanlar bastımı kendimi dışarıya atıyor, vitrinleri teftiş ettikten sonra sinemaya gidiyorum. bu sefer de Atlas'a "Cehennem Köşesi"ne gittim. Muharebe filmi, renkli. Fena değildi. Günlerden Çarşamba olduğu için talebe dolu idi. sinemadan çıkınca tornistan geri.

Bir kaç gündür havalar yaz gibi. balkonda yatıyor, orada yiyor ve günde 3 sefer de bahçeyi arşınlıyorum. Soğuk yok. Can sıkıntısı, yalnızlık, Erbil'sizlik, elmasızlık, kirazsızlık, şeftalisizlik var. Artık bu meyveler İstanbul'da bulunmuyormuş, yalnızca Ankara'da varmış ve yalnız onlar tatlı imiş, insan bir yedi mi baygınlıklar geçirirmiş ..

Canım kitabını okuyorum. Almayı da düşünmüştüm. Gelirken iki başka kitap almış, onu da bir dahaki çıkışa bırakmıştım. Sevgilim her şey de olduğu gibi benim neleri sevebileceğimi bildiğinden, almış, yollamış, varolsun.

Bugün Pazar, hava yazdan kalma bir gün. Gidenler gitti. Pek az kimse kaldı. Ben de buradayım. Bir hayli bahçeyi adımladım. Ölçmekle bitmiyor. Geldim, uzandım. Yanımdaki odadakine çok ziyaretçi geliyor. Gürültü gelince tabii kalktım. Gazeteleri bir daha ezberledik. Şimdi de yaramaz sevgilime mektup yazıyorum.

Kendinden bahsetmiyorsun diyorsun. Bütün mektuplarımda kendimden bahsetmiyor muyum ? Buraya kadar da gene kendimden bahsettim, sana nasılsın bile demedim.

Burada vakitlerin nasıl geçtiğini biliyorsun. Sıkıntı, okumak, yatmak, of, pof .. kokmuş yemekleri yemek, konuşacak adam bulamamak ..vs.

Sıhhatime gelince; bilirsin onunla aram iyi değildir. Pek alakadar olmam. Nasıl biliyorsan öyleyim. Değişen fazla bir şey herhalde yok. yemeklerin nefasetinden kantarın ibresini bir aydan beri oynatamıyorum. Elma ile karın doyuruyorum. Dayanıyorlar, makarna, pilav ve kemik'e (onlarca kızartmadır). Doymasına doyuyorum, aç kalmıyorum, ama kalite bozuk. İştahım yok diyorum. Kabahat iştahta da değil, yemeklerde. Sefer tasının kapağını açtım mı, hemen kapatıyorum. Dışarı çıktığımda oldukça iyi yiyorum. Velhasıl miğdem ağrımaya başladı. şimdilik dayanıyorum. İki ay daha dayanırsam madalyayı alırım.

Benim sizlerden bir isteğim yok. Geçen mektupların birinde de yazmıştım. Gelirken her şeyi getirdim. Sana yazmıştım. Annem boşuna kuruntu ediyor, merak ediyor. Burası yaz gibi, kazak bile giymiyorum. Üzerimde hırka ile dolaşıyorum. Kapıyı yatarken kapatıyorum. Trençkot bile çok geliyor. Dışarı çıktığımda elime alıyor, akşam dönerken giyiyorum (Ben şimdi İstanbul'da çalışıyor ve arkadaşın yanında kalıyorum, son vaziyet bu). Ankara'da olsam gene kılığım bu olacak. Paltoyu orada bile pek ender, soğuklarda giyiyordum. Burada o palto ile adama gülerler. Sonra bende onu taşıyacak omuz yok. Hamallığa niyetim yok. Ve sonra soğukta dışarıda işim ne, çıkmayıveririm. Zaten seyrek çıkıyorum. Kabil olsa ben fazlalıkları idare edeceğim.

Bundan sonra sana mektup yazmayacak, onun yerine boş kağıt yollayacağım. Zira yazmaya korkuyorum. Aklıma gelmeyen, hiç düşünmediğim şeyleri keskin tefsirlerinle meydana getiriyor ve ağlamaya başlıyorsun. Yazılarım daima okuduğun gibidir. Kelimelerim bir iki manalı değildir. Hepsi kendi manasını taşır. Ama sen onlardan öyle manalar çıkarıyorsun ki, şaşmamak elden gelmiyor. Benim de senin haline ağlayacağım geliyor. Bilmem bu mektupta da seni (00) da ağlatacak gizli manalı şeyler yazdım mı ? Açık konuşalım, senin bu haline kızıyorum. niye böyle yapıyorsun ? Kendini bu kadar hayale kaptırınca göz yaşlarına yazık, değil mi ? Orada olsaydım ceza olarak elmalarını yerdim vallahi.

Sen mektubunda alın yazısından bahsetmiştin. Ben de senin fikrinde olduğumu izah etmek istemiştim. Şimdi de izah et bakalım ne demek istedin diyorsun. İzahı üstünde. Neyi izah edeyim ? Müphem bir şey yazmamıştım ki. Fakat gene de izah edemedim galiba. Artık sen gene tasfir edersin. Ama bu sefer ağlama, e mi sevgilim ? Gülmelisin. Sana ağlamaktan çok gülmek yakışıyor. Daima gül ve güller gibi kokulu ol. Masamda pembe bir gül duruyor. Şu anda yanımda olsaydın da onu güzel göğsünün üstüne iliştirseydim ve sonra da onu seninle beraber o güzel şeylerin üstünde koklasaydım.

Odamı sonbaharın sarı çiçekleri ile bezedim. Bu güzel kokuların içinde yalnız Erbil'im yok .. Onun varlığını, kokusunu kalbimde, ruhumda duyuyor ve titriyorum. Canım Erbil'im dudaklarını uzat, onları öperek mektubuma son verip gecenin karanlıklarına dalayım. Bu gecenin mehtabı da o kadar güzel ki ..Çamlıca'da bizi seyreden mehtap. Yalnız sen yoksun, sonsuz hatıraların var.

Hoşçakal Erbil'im.

Sermet.

Erbil !

Mektubumda seni hiç sormadım. İyi olduğuma çok seviniyor musun, kilo alıyor musun ? Yoksa kaldı mı ? Geldiğimde seni buradakinden daha toplu görmeliyim. Ben de kilo almaya gayret ediyorum, ama olmuyor işte. Hiç olmazsa sen al. Demek ki sinemaya, operaya yalnız gidiyorsun. Sevgilin operanın köşesinde beklemiyor mu ? Ona telefon etmiyor musun ? Bu Cumartesi seni beklesin mi ?

Erbil'im, mektup yazacağın zamanı yaz, ona göre alayım diyorsun. Muayyen zamanlarda sana yazmak benim için çok sıkıcı olacak. Zira muayyen olan şeyleri pek zor yazabilirim. O gün yazamadımmı, bu sefer de sen merak etmeye, tefsire ve hatta AĞLAMAYA başlayacaksın. Belki geççe olur, ama rahat olur. O çocuk gelip gitmesin. Yazık. Belki üşütür, hasta olur. Onu hasta etmeye hakkımız yok. Mektup orada beklesin, sen Cumartesi veya Pazar günü alırsın. Ve sen oraya bana mektup yazdığın günü takip eden Cumartesi veya Pazar değil de, ondan sonraki Cumartesi veya Pazar günü uğra. Ben o güne yetiştiririm. Evvel de yazsam bekletsinler. Bu şekil olur mu ? Olursa bundan sonra böyle yazarım. Ben de muayyen bir kalıp içine girmiş olmam. Senin de fikrini bekliyorum. Bu yazıları görünce bizimki şiir yazmış gene dedin belki, ama aldandın. Maalesef şairliğim yok. İstersen bu satırları da elmalarını ısırarak bitireyim. Isıra ısıra yerim, çürüdü değil mi canım.

Sermet.
(Bu bölüm mektubun altına yan olarak yazılmış.)

11 Aralık 1952
Ankara

Canım.

Baştan başa süs olan mektubun bu sefer çok bahtsızlığa uğradı. Cevabı pek çok gecikti. Fakat kederli günlerimin en dost arkadaşı oldu. Bu gün dertlerimden kısmen sıyrılmış, biraz ferah olarak sana yazmaya başlıyorum. Sıra ile dertlerimi anlatınca 10 günü nasıl ve ne şekilde geçirdiğimi anlayacaksın.

Senin mektubunu aldığım günler evin içi bir ruh harabesi halinde idi. Sen tanımazsın, fakat belki de duymuşsundur, amcamın ilk karısından 19 yaşında, Özcan isminde bir oğlu vardı. Baba terbiyesi görmemiş, serseri bir çocuk .. İstanbul'da türlü halt karıştırmış. Evli ve çocuğu olan bir kızı kaçırmış. Kocası onun için zina davası açmış. Kaçırıyorum, oraya buraya diye bir otomobille çarpışmış, şoför de tazminat davası açmış. İş sarpa sarınca kaçıp babasına geliyormuş. Kızılcahamam'da bir kaza olmuş, dört kişi ölmüş. Yalnız bizimki ile birisi ağır yaralı olarak kurtulmuşlar. Her neyse. Hastaneye getirmişler. Kafasında mühim üç çatlak var. Hademeler görmese merdivenden kendini atıp, intihar edecekmiş. Tam ona üzülürken, ertesi gün de yengemin annesi ölmezmi, büsbütün pusulayı şaşırdık. Yengem çok fena oldu. Ben de herhalde biraz ona sıkıldım.

Mektepte bir muayene oldu. Az daha bizim otele geliyordum. Ukala bir doktor yüzünden. Neyse şimdi çok çok iyiyim. Mektebe devam ediyorum. Sakın üzülme. Dün akşam "Şeref Kraliçesi"ne, Büyük Sinema'da oynuyor, oraya gittik. Eski neş'emi buldum. Hiç merak edilecek bir şey yok. İşte bu sebepler yüzünden senin gönlünü yapamadım.

Gelelim mektubuna: Usulün muvafık, yani bu Cumartesi değil, bir dahaki Cumartesi günü gidip alırım. Yengemlerde kalıyorum, eve bırakmıyor. Eve gidiyorum diye, "gönderirsen", gidip alırım. Ondan evvel yazma. Bakalım bu satırlarımın bir gün neticesini görecek miyim ?

Her nasılsa resmimi yollamayı unutmuşum. Senin mektubunu alınca göndermediğimi hatırladım. Hemen de göndermek istedim, nasip olmadı. Kusurumu affet.

Canım Sermet'ciğim, çiçeklerinle odanı süslerken beni de aklından çıkarmayıp hatırlaman pek çok memnun etti. Hele gül yaprağındaki işaretimiz ne kadar güzeldi ! Aşık isminde bir çiçek olsaydı, herhalde yaprağı böyle olurdu, değil mi haşarı sevgilim ?

Ankara'da havalar iki gündür çok fena. Artık kar yağacak. Hele bu gün çok soğuk. Sana belli etmemek istiyordum, fakat yazılarımın ve ifademin dağınık oluşu normal bir insan olmadığımı gösteriyor. Üzülmedim değil, hem de pek çok üzüldüm. Fakat artık üzülmüyorum. Bütün kalbinle inan, yalan söylemiyorum.

Hayatım, sana ne kadar teşekkür etsem azdır. Sen öyle bir kalbe maliksin ki, "hiç bir şeye benzetemeyeceğim, çünkü benzeteceğim şeyin de belki bir babası vardır." Yalnız sende var. Bu sözlerim bir kanaatin sözle ifadesidir. Kat'iyyen samimiyetten ayrılmıyorum. Sırası gelip de bana ettiğin nasihat yollu sözlerin senin değerini göklere çıkarıyor canım.

Yalnız hayat bomboş. Kuru, soğuk. İnsan başına gelince anlıyor. Ben yalnız değilim, yalnız olan kalbim. Ankara'da yalnızım, yalnızım gurbet elde.

Sevgili canım, bu evden sana ne isterim de yollayabilirim. Bunu hiç düşündün mü ? Ben gazete, kitap gibi şeyler göndermek için söyledim.

Bu mektubuma hiç yazılmamış kağıt yollayacaksın, değil mi ?

Kafam karışık gibi, normal düşünemiyorum. Biraz daha arası geçerse kafamı toplar, senin beğeneceğin gibi mektuplar yazarım. Beyim adeta zonkluyor. Hiç bir şey düşünemiyorum.

İyi günler, hoşça kal canım sevgilim.

Erbil.

17 Aralık 1952
İstanbul

Erbil'im.

Beklemekte olduğum mektubunu aldım. Bundan evvel yazdığım gibi Cumartesi'ye yetişmesi için yazıyorum. Belki bu usul daha iyi olur. Senin için yorucu olduğu için üzülüyorum. Amcanda kaldığına göre gidip gelmen daha da zorlaşacak demektir. Müsait olmayan havalarda sakın gitme. O zaman darılırım. Varsın bir kaç gün daha mektup beklesin. Zararı yok. Şimdi kışta günlere güvenilmiyor. Üç dört gündür havalar burada yazdan farksızdı. Mektubu yazdığım şu anda (saat 10.30) dışarıda kıyamet kopuyor. Soğuk haricinde yağmur yağıyor. İstanbul'un bir iyiliği de soğuk yağmamasıdır. Kapım açık. Yatağın içine büzüldüm, Erbil'ime yazıyorum.

Bu seferki mektubuna sevindim diyemeyeceğim. Başınız sağ olsun ve geçmiş olsun. Orada olsaydım elden geldiği kadar seni teselliye ve ızdıraplarını unutturmaya çalışırdım. Bunalıma girmemek istersen üzülmemeye gayret etmelisin. Çünkü sen hadiseler karşısında lüzumundan fazla heyecana ve teessüre kapılıyorsun. İnşallah bu güne kadar sükunete kavuşmuşsundur.

Mektubunda mektepteki muayeneden geliyordum diyorsun, gene ne oldu ? Doktor tedavi gördüğünü, hava aldığını bilmiyor muydu ? Ve görmedi mi ? Böyle aksilik yaptı ve seni lüzumsuz yere üzdü. Bu üzüntülerden sonra sarsıldın mı ? İstanbul'da aldığın kilolar gitti mi ? Geldiğimde kollarını, elmalarını ısıracağım. Ona göre. Zayıflamamalısın. Gönderdiğin resmi de aldım ve defalarca öptüm. Ben de resim yolluyorum. Sen de al canım. Ve tekrar yolla, olur mu ? Ama en tatlı yerinden.

Sana havadis yazayım diyorum, ama bir fevkaladelik de yok ki. Uzun zamandır dışarı çıkmamıştım. Geçen Cumartesi günü erkenden kaçıp ofise gittim. Mesai bitince arkadaşlarla çıkıp sinemaya gittik. Fena değildi. Sinemadan sonra da bir hayli dolaşıp, vitrin seyrettik. Saat 9.30'da son otobüsle karargaha döndüm. Pazar günü de hava ilkbahar gibi idi. Buradan bir arkadaşla çıktık. İstanbul'u pek tanımıyor. Onu gezdireyim dedim. Otobüsle Feneryolu'na inerek, ara yollardan Kalamış ve Fener'e gittik, dolaştık. Her taraf yemyeşil. Papatyalar da açmış. Senin için de bir kaç tane koparttım. İkimizin beraber gezeceği bir yer. Tek tük çiftler vardı, ağaç arkalarına ve köşelere gizleniyorlardı .. İstanbul'da daha bol vakitlerimiz olsaydı da bütün güzel yerlere gidebilseydik .. İstanbul'un her güzel yeri seni aratıyor. Buralarda Erbil'siz gezilmez diyor.

Ben bildiğinden farklı değilim. Yemeklerle de aram hiç iyi değil, çok bozuk. Akşamları miğde ağrım başlıyor. Aç kalmıyorum, ama yağlar bozuk, dokunuyor. Elmalara dayanamıyorum, ama bunlar acı ..

Sizlerin iyiliğinden başka hiç bir isteğim yok. Gazete, mecmua, kitap ..vs yanımda var. onları da gazete hariç pek okuyamıyorum. Gözlerim acıyor. Alakana pek çok teşekkür ederim.

Sen nasılsın, asabın düzeldi mi ? Yaralanan hastanız iyileşti mi ? Aman Erbil'im kendini üzme, biraz soğuk kanlı ol. Mektep işini de yarıladın demektir. Sömestr de nereye gidiyorlar ? Sen de gidecek misin ? Teşvik et de İstanbul'a getirsinler. Malum, her sene bir yere götürürler.

Yazılarıma bu sefer de burada son vereceğim. Hasretle kucaklar, ateş dudaklarından öperim sevgilim, canım Erbil'im.

Sermet.

29 Aralık 1952
Ankara

Canım.

Papatya ve krizantemlerin için de çok teşekkürler. Hala ruh ferahlığın yok mu ?

Mektubuna cevap vermek için epeyce geciktim. Fakat bu gecikme ile yeni yıl için gönderdiğin şirin kartını alıp, ona da cevap verme fırsatını buldum. Pek çok teşekkür ederim. Hem hiç gecikmeden elime geçti. Geldiği gün getirmişler.

Erdal geldi. Onun bahanesi ile eve kaçabildim. İstanbul buradan soğuk ve yağışlı imiş.

Hem İstanbul yalnız güzel değil diye şikayet edersin, hem de gelmezsin. Artık gel, yoksa benden mi kaçtın ? Söyleseydin seni 15 günden daha çok zamanda görmeye tahammül ederdim. Asıl senin doktorunda kabahat, artık seni tutmasınlar, göndersinler.

Çarşamba günü az daha halt yiyordum. Anlatayım da gör vesvesemi. Mektubunu kısa yazmışsın, hem de miğdem ağrıyor demişsin. Ben onu kurdum, kurdum kimbilir gözümde ne oldu ? Evde de kimse yoktu. Haydi telefon edeyim dedim. Ne olursa olsun, anlaşılırsa anlaşılsın. Bunların hiç biri aklıma gelmedi.

Şehirlerarası telefonunda bulunan kız 20 dakika sonra seni bana verecekti. Hemen aklıma senin hastanede olduğunu kimsenin bilmediği geldi. Tekrar açtım. Şimdi mektubunu aldık, iptal edin, dedim. Ve hallettim. Yoksa allah korusun, teyzemin bir yerine bir şey olurdu. Maazallah. Artık merak etme.

Sermet, sen çok zalimsin, insafsızsın. Kaç ay oldu hala sen oradasın. Ne zaman geleceksin ?

Sana bu hadiseler hiçmiş gibi geliyor. Olsada bir, olmasada bir. Oldu da ne oldu, der gibi bir halin var. Netice: Hatıralarından seni asla uyandıramıyorum. Kifayetsiz kalıyorum. Bunlar da beni üzüyor ! Ve acaba ben yine haksız ve yanlış mı düşünüyorum ?

Yanlış düşündüğümü bana yanlız bir cümlen anlatabilirdi. Ama ben bu yanlış düşüncemin önüne nasıl geçeyim ? Hangi hareketlerle, hangi sözle ? Benim daha ne yapmamı istiyorsun ? Bu kadar hareketsizlik neden ? Sermet, çekinme, söyle bana doğruyu. Ben talihsizliklerle yoğrulmuş bir kimseyim. Belki bunu da senin için hazmedebilirim, söyle susma. Belki istediğin usul daha iyidir. Çok kararsızlık içindeyim.

Ne yapacağımı bilmiyorum. Bomboş bir yerdeyim. Yolu belli değil. Bir adım ileri atsam daima döneceğim aklıma geliyor. Kurtar beni bu azaptan Sermet, ne olur allah aşkına. Yapma, sana da günahtır, bana da. Bu senin yaptığın tedrici intihardır. Kendini hiç mi düşünmezsin ? Bu kahredici hayata nasıl tahammül ediyorsun ? Kendine biraz acı.

Sen şimdi bunları okurken yine susacaksın, biliyorum. Fakat ölümümü bekliyorum. Zaten bir aydır devamlı başım ağrıyor, yine de bekleyeceğim. Talihim olsaydı sen başka düşünürdün. Sen başkalarına ve bana, hiç düşünmez gibi bir kanaat vermek istiyorsun. Buna belki dışardakileri ikna edebilirsin. Fakat hem ... hayır.

Ümitsiz ve tedavisiz bir hasta düşün. Son devresinde kanser ! Onun bile yaşamak için bir ümidi var. Benim hiç ümidim yok gibi. Susma sevgilim ne olur artık. 3 - 4 gündür normal insanlar gibi kuvvetli öksürdüm. Şimdi iyiyim. Doktorun kendi ukalalığı. Müdürle kavga etmiş o gün, benden çıkarmış.

Şimdi beni görsen şaşırırsın. Bu sene bana üzüntü yarıyor. Galiba habire şişiyorum. Görsen tanımakta güçlük çekersin. Aldığım kilolar kalça ile bedene gidiyor, kalınlaşıyorum, artık istemiyorum.

Ankara'da havalar kah bahar gibi ılık, kah kış gibi soğuk.

Ne zaman geleceğini bana yazmayacak mısın ?

"Siyah Peçeli Kadın" geldi, gittim. Güzel, hayati önemi olan bir film.

İstanbul'a sömestrede gelecek grup var, ama ben gelemem. Üç ay sonra masraf çok. Şimdiden başladı. Seneye İstanbul'da buluşuruz, kısmetimde varsa.

Bu günlerde pek çok yoruluyorum. Sermet, şimdi de yengem hasta, tansiyonu çıkmış, yatıyor. Bu sene de bizim eve baykuş öttü. Ev ayrı, mektep ayrı hep düşünce. Seni de üzdüm.

İstediğin yerden yolladım, öperim canım.

Erbil.


30 Aralık 1952
İstanbul

Sevgili Erbil'im.

Yılın son mektubunu yazıyorum. Geriye bin bir cilve ile dolu bir yıl bırakıyoruz. Yeni yılın bize sevinç, neş'e ve saadet getirmesini temenni edelim ve hayırlı olmasını isteyelim.

Bu mektubum pek uzun olmayacaktır. Zira senden henüz mektubuma cevap alamadım. Mektup postada diyorsun, bugüne kadar bahsettiğin mektubunu alamadım. Yolladın mı ? Yolladınsa gelmedi. Sen de orada benden cevap bekliyorsun. Bu mektubu ortadaki şüpheyi kaldırmak için yazıyorum. Yollamadınsa mesele yok.

Canım, yollamış olduğun iki kitapla, hediyeyi aldım. Bunlara pek çok teşekkür ederim. Yalnız beni çok mahçup ediyorsun. Ben buradan bunlara cevap vermek imkanını bulamadığım için üzüntü duyuyorum.

Yolladığın kitaplar elime darmadağın ve açılmış olarak geliyor. Burası çok mütecessis bir yer. Taahhütlü de yollasan kıymeti yok. Arkalarına ismini de yazıyorsun. O büsbütün çapulcu takımını (hademe, hemşire ..) şüphe ve meraka düşürüyor. Sen bunları bilirsin nitekim. Mektupları da açmışlardı. Ve sıkılmadan da yolda yırtılmış diyerek o şekilde yolluyorlar. Onun için senden ricam bana bu kabil bir şey yollamamandır. Mektuplarının arkasına da adresini, ismini yazma. Yolladığını bildiğim mektubun gelmedi. Belki de posta mühüründeki (Kız. Tek. Öğ. Ok.) yazı dikkatlerini çekti, açtılar. Yalnız yılbaşı tebrikini aldım. Ona da pek çok teşekkür ederim. İşte vaziyet böyle.

Sen nasılsın ? Yılbaşında neler yapacak, nasıl eğleneceksin ? Artık bizim için de eğlenirsin. Benim buradaki hayatım malumun. Birer lira verip bir iki bilet aldık. Gene birer lira topladılar. Eğlence tertip edecekler, Sulukule'den çingene kadınlar getirip göbek attıracaklarmış. Göndereceğin mektupta yeni yıl intibalarını beklerim. İstersen biraz da havalardan dem vuralım. Üç gündür yağıyor. Ankara'nın Nisan havası gibi, soğuk da olmuyor.

Yazılarıma bu sefer burada son vereceğim. Seni hasretle kucaklar, yanaklarından, elmalarından çok çok öper, başarılı bir yeni yıl dilerim.

Sermet.