mektuplar : erbil - sermet : yaman kayıhan : 29122001  
 

 

1 9 5 1


4 Mart 1951
Ankara

Erbil Kardeş.

Orada konuştuğumuz şekilde 24 Şubat 1951 Cumartesi günü İstanbul'dan ayrıldım. Trende geçerken hep size el salladım. Erbil sen de arkadan gel, diye seslendim. Bilmem, sesimi duyurabildim mi ?

Geleli bir hafta oldu. Ancak bu Pazar günü biraz boş kalabildim. Şu anda siz kardeşiniz Erdal ile orada oturuyor .. konuşuyorsunuz. Ben de burada olmakla beraber sizlerle beraberim. Bu bir kaç satırı yazarken kendimi aranızda hissediyorum.

Geliş rahat oldu. Kimseye haber vermediğim için istasyonda yalnız Nejat vardı. Eve geldiğimde annem şaşırdı. Babamla öğlen karşılaştık. Şükrü ise uyuyordu. Tabii vaziyet malum. Kucaklaşmalar .. ve arkadan ilk sual Erbil nasıl ? Lazım gelen cevapları verdim. Ertesi gün de ofise giderek işime başladım. İlk gün orada da kucaklaşmalar, hoşgeldinler, İstanbul nasıl ile geçti .. Ev de gelen gidenle dolup taşıyor .. Fakat bu seremoni beni öyle sıkıyor ki, sorma ..

Burada hiç bir şeye alışamıyorum. Bir yıllık ayrılık beni her şeyden uzaklaştırmış. Her şey basit, kuru ve manasız geliyor .. alışamıyorum .. Benimseyemiyorum.

Eve gelince oradaki rahatı da kaybettim. Emin ol ki bir çok ahvalde orasını arıyorum. Yalnız yemekler hariç. Çok da yalnızım. Konuşacak, kendimi anlatacak bir tek kimse yok .. Orada iken ne iyi idim. Ara sıra size geliyor .. bir iki saat olsun beni dinliyordunuz. Bugün Pazar .. orada olsaydım da ziyaretinize gelseydim .. Şimdi yapayalnız, can sıkıntısı içinde oturuyor .. ne yapayım diye düşünüyorum. Ankara'yı bilirsin; söylemeye, anlatmaya lüzum yok.

İmkan bulup (gelenden - gidenden - yağmurdan) size de henüz gidemedim. Bugünlerde gideceğim. Havalar iyi olmakla beraber benim şansıma yağmurlu. İlk partide ufak bir nezle oldum, başka esaslı bir şey yok. Şimdilik iyiyim. Yemek vaziyeti de oradakinden iyi. Dairede de boş gibi bir şeyim.

Evdekiler de iyi. Dün de Erdal'ın mektubu bizleri sevindirdi. Bizimkiler de hep sizden mektup bekliyorlar. Merak ediyorlarmış. Ben de izahat verdim. Sakın beni de mektupsuz bırakma, zaten yalnızım. Bu sefer hepten yalnız kalırım.

Siz nasılsınız ? Sakın düşünmeye dalma .. Sana darılırım. Kilo almaya devam et. Gelmene de az kaldı. Geldiğinde tanımamalıyız.

Yazılarıma bu seferlik burada son vereceğim. Erdal'ımızı hasretle gözlerinden öperim. Size de sonsuz selamlar .. sevgiler .. acil şifalar diler, mektuplarınızı beklerim.

Evdekilerden de çok çok selamlar.

Sermet Kayıhan
Toprak Mahsülleri Ofisi - Zat İşleri Md - Bakanlıklar - Ankara

6 Mart 1951
Sa: 18.05

Sermet Ağabey.

Mektubunuzu şimdi aldım. Hemen cevap veriyorum. Eğer isteğini yapabilirsem sizlerle uzun uzun konuşacağım.

Evvela geçmiş olsun. Hastalığınızın ilk müjdecisinin nezle olduğunu bundan sonra unutmamalıyız. Kendimize iyi bakmazsak sürüncemede kalırız. Bu hususları size hatırlatıyorum, çünkü insanlar hastaneden ayrılınca kendilerini ihmal ederler. Siz bunu aksine kendinize bakmanızla isbat edebilirsiniz. Aksi halde yine Çakır Palas'a avdet mecburiyetinde kalırsınız, değil mi ?

Cumartesi günü giderken ağabeyimizi gördüm. Beni çağıran sesinizi de işitir gibi oldum.

Eğer sıhhi durumum ehemmiyet kesbetmezse söylediğim tarihte orada olacağım.

Ödevinizde sıhhatli başarılar, fakat kendinizi eskisi gibi yormayın. Mesailerinizi mümkün olduğu kadar kısarak bitirin. Mektubum nasihat yollu oldu. Eğer bu cümlelerle sizi taciz ettiysem, affınızı rica ederim. Yiyecekleriniz çok fenalaştı. Yemek yerken iştahınızı benim için de kullanın. Geldiğimde sizi derli toplu görmek isterim. Selamlar.

Hamiş: Erdal'ın mektubunu geldiğinde vereceğim. Herhalde çok sevinecek.

E. Tosunoğlu.


13 Mart 1951
Ankara

Kardeşim Erbil

Kıymetli mektubunuzu alalı bir kaç gün oldu. Cevabını yazabilmek için sizinkileri görebilmemi bekledim. Amcam, babama geleceğiz demiş. Tabii her akşam gelecekler diye bekledik. Nihayet geçen Pazar günü akşam teyzemle beraber geldiler. Mevzumuz hep sizdiniz. Annenizin bütün düşüncesi, üzüntüsü sizsiniz. Dilimin döndüğü kadar sizin ve Erdal'ın durumlarından bahsederek onları teselliye çalıştım. Resimleriniz de ortada idi. Bol bol kulaklarınız çınlamış .. yanmıştır. Sizinkiler de geleceğiniz günü sabırsızlıkla bekliyorlar .. yalnız onlar değil, bizler de ..

Erbil; orada konuşmuştuk. Bizimkiler gibi, sizinkiler de biz ve bize ait (haleti ruhiye, hastane ..) gibi mevzularda hiç bir şey bilmiyorlar. Bir kaç kelime ile bunları da anlatmaya çalıştım. Fakat neticede, birbirimizin derdini ancak gene biz anlayacak, dinleyeceğiz .. Mektubunda yazdıklarına da hak veriyorum. Ne yapalım. Artık vaziyetimize göre hareket eder ve umumi vaziyeti bozmamaya .. gemiyi yürütmeye çalışırız. Benim oradaki intizamım bozulmakla beraber, umumi durumu bozmamaya çalışıyorum. Şimdilik iyi gidiyor. Havalar da istikrar bulsa daha iyi olacak. Hiç hesapta yokken evvelki gece kar da yağdı. Hava oraya nazaran çok serin sayılır.

Mektuplarınızla, yalnız beni değil, bizimkileri de sevindirdiniz. Umumi bir temizlik yaptığınız belli. Anneme yolladığınız resimler de bana oradaki günlerimizi bir daha yaşattı. Yalnız duvarın dibindeki pijamalı resmini beğenmedim. O şekilde resim çektirmemeni tavsiye ve rica ederim (haddim olmayarak).

Şu anda size bu satırları yazıyor (saat 10.25) bir taraftan da mütemadiyen öğlen yaklaşıyor mu diye saate bakıyorum. Şimdilik işim yok. Oturduğum oda kalabalık. Kimisi dalga geçiyor, kimisi masasına kapanmış çalışıyor .. veya göz boyuyor .. Ben de size bu bir kaç satırı yazıyorum.

Erenköy'dekiler benim mektuplarımdan usanmışlardı. Buradakileri de daha şimdiden bıktırmaya başladım. Gidip, gelip arkadaşlar takılıyorlar, sen buraya iş görmeye mi, yoksa eşe dosta mektup yazmaya mı geldin diyorlar. Orada mektuplarla eğleniyor, teselli oluyordum. Burada da benim en kıymetli arkadaşlarım mektuplarımdı. Zira daireden çıktımmı yapayalnız kalıyorum. Hele Cumartesi - Pazar günleri evde can sıkıntısından patlıyorum. Henüz gelip, giden de bitmedi. Sevdiğim kimseler olsa mesele yok, yabancılar olursa sıkıntı başlıyor.

Siz nasılsınız ? Amca bey, "orada olduğuna nazaran sizi yalnız bırakmıyor", demez mi. Biraz daha dişinizi sıkın. Hayırlısı ile bu bir ay da geçer ve her şeyi unutursunuz. İnsan umumi hayata atıldı mı kısmen olsun acı şeyleri unutuyor. Yahutta düşünmeye vakit kalmıyor.

Bizim evi soruyorsunuz. Cumartesi, Pazar günleri otelden ziyade orduevine benziyor. Girip, çıkan askerin hesabı yok. Yahutta kışla. Pazar günü 5'de gittilermi ortalık sukünete kavuşuyor. Ne oluyorsa anneme oluyor. Onun da şansı böyle imiş. Daha bir ay devam edecek, ama yalnız Nejat dışarı gidecek. Öteki müşteriler burada. Üstelik Şükrü de terhis olup, gelecek.

Erbil, bu sefer de burada bırakacağım.

Erdal'ın gözlerinden öperim. Size de sonsuz selamlar yollar, çabuk iyi olmalar .. ve sonsuz neşeler dilerim.

Sermet

22 Mayıs 1951
Ankara

Sermet Ağabey.

Uzun zamandır sizleri görmemek beni şimdi bunları yazmaya zorluyor. Zarfı aldığınız zaman kimden acaba diye belki düşüneceksiniz. Fakat açınca o meraktan kurtulup yeni bir merakla karşılaşacaksınız. Maksadı nedir ? Niçin yazdı ? Gibi sualler sizi düşündürecek.

Evet bu mektubu şunun için yazdım. Bundan önce sizleri tanımıyordum. Onun için de arıyamıyordum. Fakat İstanbul'da bana gösterdiğiniz hakiki ağabeyliklerinizi hiç bir zaman unutamam. Bu bakımdan annenize, sizlere her zaman müteşekkirim.

Fakat bu arada şunu da yazmaktan kendimi alamıyorum. Beni hasta iken çok fena alıştırdınız. Hepiniz her zaman aradınız. Fakat nasıl İstanbul'u orada bıraktıysak, onları da mı orada bıraktık.

Sizler bu kadirşinaslığınızı Ankara'da da devam ettireceğinizi söylediğiniz halde şimdi niye ?!

Belki ben bir kusur yapmışımdır diye düşünüyorum. Eğer böyle bir şey varsa ki bilmeyerek yapmışımdır. Söylerseniz tamire çalışırım.

Sermet ağabey, kendi dertlerimi ve düşüncelerimi anlatmaktan sizi biraz geç sordum. Afedersiniz.

Nasılsınız ? Sıhhatinizin iyi olduğunu annenizden ve babanızdan duyduğum zaman çok memnun oluyorum. "İki üç kelime ile de olsa"

Nasıl, bazı tavsiyeleri tutuyor musunuz ? Mesela: Zerdeçal, limon ve yumurta karışımı ..vs gibi.

İstanbul'da iken atlatıyordum. Fakat burada olmuyor. Ne deseler yapıyorum. Onun sıkıntısını çekiyorum.

İki üç gün önce halam güya bir iş yapmış gibi o mahut ilacı (yumurtalı limon) yapmış, getirdi. Kırılmaz, değil mi ? Hemen bir fincan içirdiler. Aman efendim senmisin içen, sonrası malum.

Biraz da sizin dertlerinizi debreştireyim. Ankara her halde İstanbul'u hiç aratmıyordur. Eğlence bol, hava güzel, sıkıntılı hiç bir şey yok orada. Eğlence yerlerine gidiyorsunuzdur tabii. Biz bol bol Gençlik Parkı'na gidiyoruz. Pardon yanlış yazdım, Boğaz'a gidiyoruz diyecektim.

26 Mayıs günü barajda bir bahar gecesi varmış. Kısmet olursa Erol'la gideceğiz. İsterseniz buyurun, güzel olur mu bilmem ? İyi olursa benden.

Epeyce uzun yazmışım.

İsterseniz bana cesaret verdikten sonra daha da uzun yazarım.

Üzüntülerinize kardeşçe iştirak edebilmekten zevk alıyorum. Memnuniyetle dinlerim.

Sıhhatli ve neş'eli kalın.

Selamlar.

E. Tosunoğlu
(Erbil Tosunoğlu: Ulucak Evler No 140, Dışkapı Ankara)

23 Mayıs 1951

Erbil.

Beni ikinci defadır mahcup ediyorsunuz. Bu benim için hem mahcubiyet, hem de mağlubiyet. Birinci mağlubiyetim İstanbul'da nefis çiçeklerinizle karşımda durduğunuz andı. İkincisi ise önümde duran kıymetli mektubunuzladır.

Yazılarınız beni çok sevindirdi. Fakat buna mukabil size karşı olan vazifelerimi yapamadığım, İstanbul'da verdiğim sözleri yerine getiremediğim için de müteessirim. Sizi bu kadar ihmal etmemeliydim. Gene de sizi unutmuş ve ihmal etmiş değilim. Bunu böyle kabul edin. Her an hatırımdasınız. Aramayışımı içinde bulunduğum şartlarda ararsanız, herhalde bana hak verirsiniz.

Mektubunuzu alınca evvela, tahmin ettiğiniz gibi kimden diye merak ettim. Zarfın üstündeki güzel yazınızı görünce bu merakım sevinçle kayboldu.

Erbil, İstanbul'u geride bıraktık. Ama arkadaşlığımızı, yakınlığımızı da orada bırakmak niyetinde değilim. Bilakis oradaki arkadaşlığımızı, dert ortaklığımızı burada fazlası ile ihya etmek isterim. Yeter ki zemin ve zaman buna imkan versin. Yoksa sizin dediğiniz gibi kusur yok, ve ne olabilir de. Sizin bana gösterdiğiniz yakınlık ve samimiyeti kimseden göremem. Ortada bir kabahat ve kusur varsa o da benimdir. Onun için müsaade edin de özürü ben dileyeyim. Affetmekse size düşsün. Ama siz affetmek belki de büyüklere düşer diyeceksiniz. Ben birbirimizi iki arkadaş olarak düşündüğüm için böyle söylüyorum. Bu sebeple hakkımda gösterdiğiniz alaka ve teveccühe ne kadar teşekkür etsem azdır.

Ben size karşı bir şey yapmadım. yalnız vazifemi yapmaya çalıştım. Vazifem de bitmiş değildir. Sizinle her zaman karşılaşmak ve dertleşmek, acı da olsa İstanbul'daki günleri bir daha anmak isterim. Siz bir çok defalar bize geldiniz, maalesef hiç birinde sizi görmek bana nasip olmadı. Ben de ancak bir defacık size gelebildim.Orada da büyüklerimizin arasında olduğumuz için sizinle fazla bir şey - daha doğrusu Valide Bağı'ndaki gibi - konuşmak imkanını bulamadım. Bu imkanları bulabildiğim zamandaki hakiki hüvviyetimi bulmuş olacağım.

Beni soruyorsunuz. İstanbul'dakinden çok iyi olduğumu hissettiğimi söyleyebilirim. Ama, o gibi tavsiyeleri yerine getiremeyeceğim için özür dilerim. Hata için sizin içiniz alt üst olmuş. Müsaade edin de benimki bari olmasın. Olmaz mı canım. Size afiyet olsun.

Mektubunda, eğlence ve hal, hava güzel, .. filan diyecek olursanız mest ediyor .. İstanbul'u belki hiç aratmıyor diyorsunuz .. Ben geldiğimden beri ne eğlencesinden, ne de güzel havasından istifade edebildin mi ? Hele güzel havalara hasret kaldık. Eğer İstanbul'u ararsam, o da sizinle orada daha sık konuşma imkanını bulabildiğim içindir.

Buradaki hayatım ev ile daire arasında gidip, gelmekten ibarettir. Eğer bir arkadaş bulur da Ulus'tan dolaşarak eve gelirsem ne mutlu bana. Gezme, eğlenme işte o zaman bu yolla gelmiş oluyor. Gençlik Parkı'nın yüzünü de ancak uzaktan görebiliyorum. Bu itibarla siz benden bahtiyarsınız. Bunlara mukabil neş'emin yerinde olduğunu ilave edebilirim. Herşeye gülüp geçiyorum.

Epeyce yazdım, değil mi ? Okuyabildiniz mi bilmem ? Zira yazı yazmasını da unutmuşum.

Siz nasılsınız diye sormayacağım, zira, ben de sizinle konuşamıyorsam da vaziyetinizi takip ediyorum. Bunun için iyi olduğunuza eminim. Temenni de bundan ibarettir.

Mektubunuz da bana sıhhat ve neşenizin yerinde olduğunu gösteriyor.

26 Mayıs gecesi Baraj'da yapılacak olan eğlenceye sizinle beraber katılmayı çok isterdim. Yalnız buna imkan bulabilecek miyiz bilmiyorum ?

Müsaade ederseniz yazılarımı burada keseyim. Daha birinci mektuptan sizi bıktırmayayım. Kıymetli yazılarınızı daima zevkle okuyacağıma emin olabilirsiniz ve her zaman da - imkanlarım müsaadesi nisbetinde - sizinle beraber arkadaşlık etmeyi, dertleşmeyi arzu ederim.

Sonsuz selamlar .. ve neş'eli günler temennisi ile.

Sermet

Not: Kazak çok hoşuma gitti. Teşekkürde geciktim. Ellerine sağlık. İkinci bir zahmet verdiğim için de affet.

4 Haziran 1951
Ankara

Sermet Ağabey.

Mektubunuza zamanında cevap vermekte biraz geciktim. sebebi de kendi kendime Nejat'tan mektup alınca yazarım demiştim.

Sizleri aramamın bir mahçubiyet yahut bir mağlubiyet olacağını bilseydim mahçup veya mağlup etmemek için yazmazdım. Maksadım siz beni İstanbul'da aradınız, yalnız bırakmadınız, ben de burada yapabildiğim kadar sizi yalnız bırakmamak içindi.

Mektubunuzu bu kadar çabuk alacağımı da samimi söylüyorum tahmin etmemiştim. Sebebi nasıl çabuk arayamadınız, mektubunuz da öyle olur diye düşünmüştüm.

Mektubunuzda benden özür diliyorsunuz. Affetmeyi de bana bırakıyorsunuz. Affetmek dediğiniz gibi büyüklere yakışır, değil mi ? Sonra vazifenize devamı bir kusur görüyorsunuz. Bunda sizin ne suçunuz var. Vaktiniz olup da aramasaydınız, belki. Yine de kusur sayılmaz. Şimdi affetme işi için ne diyeceğim biliyor musunuz ? "Estafurullah" Bu kelime Valide Konağı'nda geçirdiğimiz vakitleri hatırlatıyor, değil mi ?

Sermet ağabey, cefakar süveterinizi bitirebilirsem bu hafta sizin evde olduğunuz bir gün gelmek istiyorum. İşte o zaman konuşur, dertleşiriz, olmaz mı ?

Sıcakta daireye devam sıkıcıdır, değil mi ? Ama bizim pederin evde olması kadar sıkmaz.

Nejat'tan hala mektup alamadım. Babanızdan sizin, Nejat'ın ve annenizin iyi olduğunu öğrendim.

Bu hafta Pazar'ınız yahut hafta tatiliniz nasıl geçti ? Sinemaya gidiyor musunuz ? Bahçede uğraştınız mı ? Kimbilir neler yapmışsınızdır ?

Sermet ağabey, şimdi kendimi şikayet ederek anlatırsam, yine kendini üzüyorsun diyeceksiniz. Ev malum, sıcak, peder evde - her an - sinirlendiriyor, bunlar benim hiç hoşuma gitmeyen şeyler, adeta hasta oldum. Bütün gün sıkıntıdan patlayacağım. Eğer akşamları biraz sokağa çıkmazsam halimi siz tahmin edin.

Bu mektubumdan neş'esiz olduğumu belki anlayacaksınız. İstanbul'u öyle arıyorum ki, bu kadar olur. Susamış bir kedinin suyu aradığı kadar.

Sizi geç sordum. Özür dilerim. Sıhhatinizin iyi olduğunu hem görerek, hem okuyarak anlıyorum. Daha iyi olursunuz inşallah.

Vakitleriniz iyi geçiyor mu ? Bundan sonraki mektupları çok neş'eli yazacağım. İyi günler dileği ile selamlar.

E. Tosunoğlu

11 Haziran 1951
Ankara

Sermet Ağabey

Kazım bey amcayı hastaneye yatırdınız mı ? Nasıl oldu ? Sizde konuştuğumuz kadar bilgim var. Babam size geldi. Ama bize hiç bir şey söylemedi. Onun da huyu böyle işte. Hafta içinde teyzeme geleceğim, o zaman herhalde öğrenirim.

Siz nasılsınız ? İşinize kavuştuğunuz için vakit geçirebiliyorsunuzdur. Evden çıktıktan sonra hadiseler sizce unutulmalı ! Yazdığınız gibi neş'elenebilmelisiniz.

Ben mümkün olduğu kadar neş'eli oluyorum. Zaten üzüntülü olsam da gülerim. Bazan bazı hadiseler sinirlendirmiyor değil.

Erkeğin evde olması çok zor. Bir de herşeye karışan erkek olursa .. Ayın 16'sını iple çekiyorum. O gün daireye gidecek herhalde. Herşey hayırlı ise olsun.

Sizden ayrıldıktan sonra ilk defa dün akşam sokağa çıktık. Gençlik Parkı'na gittik. Saat 22.30 vardı.

Sokağa memurların çıktığı saatte çıkmıyoruz. Siz de beraber olsanız iyi olurdu, ama geldiğim zaman ancak görüşebiliriz.

Siz ikidir soruyorsunuz "yazımı okuyabiliyor musun ?", okuyorum. Acaba benim yazımı okuyamadığınız için mi böyle yazıyorsunuz ?

Evet Sermet ağabey, Gençlik Parkı'na gidişimi size anlatayım. Dinlerseniz.

Evden parka gideceğimizi söyleyerek ayrıldık. Yürüyerek Ulus'a geldik. Sonradan vazgeçtim, Erol, Kızılay'a gidelim, o ışıklı işareti görelim, dedim. Ama gene de vazgeçen ben oldum (uzun olacağı için).

Parka ön kapıdan girdik. 5 dakika kimse birbirini göremiyordu. Esmer bir ummana dalmıştık. Fakat renkli ışıklar bu ummanı uzaktan görünen yılbaşı gecesi eğlencesine döndürmüştü. Kısacık yürüyüşümüz esnasında hiç kimse konuşmamıştı. Herkes herşeyi düşündü herhalde .. Ben tamamen kendimi İstanbul'un enginliklerine atmıştım. Ne çabuk da dalmışım. Havuzun yanına geldiğimizde bir çocuğun suya taş atmasıyla çıkan sesten, sudan çıkan bir insan gibi silkinerek uyandım. Böylece kameriyeye benzeyen, önü mavi, arkası yeşil ışıklı yoldan geçtik. Bir banka oturduk. Arkada gazinonun kulağı tırmalayan bozuk sesli pikabı Perihan'ın Arapça şarkısını otomobil klaksonu gibi kısa fasılalarla tekrarlatıyordu. Hep aynı sesler; Şuvayye, Şuvayye .. Önümüzde bir sandal var. Hafif hafif gelen dalgacıklarla nilüfer edasıyla sallanıyor. Artık bizde de hiç ses yok. Tamamen tabiat ruhumuzu sarmış. Yüzümüz tatlı bir nefes gibi ılık rüzgarla resimlenmiş olacakki ikimiz birden oh! diye içimizi çekiyoruz. Bu sessizliği oh diye bir ferahlık nidası ile bozduktan sonra hemen konuşmaya başlıyorduk ki, hemen gecenin bir hazinesine, gümüş ışığına, cömert tabiatın esmer renkleri üzerinde ilahi haliyle tüller arasından gözümüz takıldı. Biraz da onu seyrettik. yine bir çok düşünüşler, acı tatlı hatıralar, ama güzel şeyin ömürsüz oluşu gibi bu da "ha len diyar" isimli Suzan'ın türküsüyle bozuldu. Ne olur birisi o anda o adacıkta bir ilah gibi çıkıverse de kemanının melodilerini bize bir annenin şevkati gibi içirse idi !

Şimdi tatsız bir yolculuk. Ölü Ankara'ya gidiyoruz. Hiç hayat yok. Nasıl şehir diye düşünüyoruz. Pardon, Karpiç'in cazını işitiyoruz. Onu da çift sıfırların bulunduğu yerde dinliyoruz. Artık yazısının bile sıkacağı bizim güzel muhitimize ölerek geliyoruz. Hemen yatarak esrarlı aleme dalmak üzere uyuyoruz. Bu kadar yazdıktan sonra şimdi şurada şunu hatırladım. Ahmet Haşim'in "Bir günün sonunda arzu" isimli şiirini .. Sizi kıymetli şairle ve şiiriyle başbaşa bırakıyorum. Gönleriniz neş'eli ve sıhhatle devam etsin !

E. Tosunoğlu.


20 Haziran 1951
Ankara

Erbil.

Her iki mektubunu da aldım. Teşekkür ederim. Göstermiş olduğun yakınlık, alaka ve samimiyet beni son derece memnun ediyor. Hele o ısdıraplı dakikalarımda yanımda oluşun .. ayrıca teşekküre değer. Siz de bizimle beraber üzüldünüz, dertlerimize ortak oldunuz.

İstanbul'dan dönünce, üzüntülerimiz sona erecek, normal hayata döneceğiz diye seviniyordum. Meçhul olan, takibini bunda da gösterdi. Hayatımızda yeni bir çöküntü oldu. Şimdi bu çöküntüyü kalkındırmak ve yeniden hayatımızı tanzimle meşgulüz. Tabii bu arada ben de ne neş'e, ne iştah .. hiç bir şey kalmadı. Bir haftalık mücadelede bir senede zorla alabildiğim kiloları da verdim. Dün tartıldım üç kilo gitmiş. Bakalım bu eksiklikleri nasıl telafi edeceğim. Maamafih kendimi kaybetmiş, bırakmış değilim. Suratım asık, ama gene eski kuvvetimi bulmak azmindeyim. Onun için merak etme. Sizin gözleriniz, yazılarınız da bana ayrıca kuvvet ve neş'e veriyor. Her an sizi yanımda arıyorum. Her zaman arkadaşlarımla beraberim, ama onlar sizin yerinizi tutmuyorlar. Onların da yeri başka.

Aldığınız havanın sarstığını yazıyorsunuz. Geçmiş olsun. Artık o kadar olur. Madem ki hava 20 güne çıktı, mesele yok. Buna sevinmelisin. Neşeliyim diyorsun. Çok güzel. İstenen de bu, değil mi ? Sizi daima sevinçli ve neşeli görmek emin ol ki beni de sevindiriyor, neşelendiriyor. İstediğinizin de yerine gelmesi için daima neş'eli olmaya çalışacağım. Zira hiç bir zaman ne için olursa olsun sizi kırmak istemem.

O, buhranlı günlerde daire işlerini biraz ihmal ettiğim için birikmiş. Şimdi onları tasfiye etmekle uğraşıyorum. Bir iki mektubuna bu sebeple hemen cevap veremedim. Bugün ikinci mektubunu alınca işleri bırakıp Erbil'e bu bir kaç satırı yazmaya başladım. Şu anda ruhen olsun sizinle beraber olduğum için o kadar rahatım ki tarif edemem.Yanımızda olsan belki o zaman hiç bir şeyim kalmayacak. Zira yakın oluşta, bir teselliye çok ihtiyacım var. Beraber olabilmek imkanı olmadığından mektuplarınızla avunmaya çalışıyorum.

Günlerden beri havanın kapalı oluşu da sıkıyor. Güneşli güzel günlere kavuşsak biraz daha ferahlayacağım. İçimde böyle bir his var.

Erbil sen ne alemdesin ? Kaybettiğin bir kilo için üzülmeye değmez. Nasıl olsa telafi edersin. Bak ben 3 kilo verdim. Aldırdığım yok. Ne olacak canım. Görüyorsun bu işler hiç hesaba kitaba gelmiyor. Hiç akla hayale gelmeyen hadise oldu, babamı kaybettik. Mümkün olduğu kadar yaşamaya, günü gün etmeye bakmalı.

Havaların bozukluğu bu halde sizi gene eve kapadı. Amca beyin izni bittiğine göre biraz biraz olsun rahatsın demektir. En büyük rahatlık iç rahatlığıdır. Bunu temin ettinmi ne ala.

Erbil çok şeyler yazmak istiyorum, ama kafamın içi bugünlerde öyle kurumuş ki, hiç bir şey kalmamış. Bu sebeple burada bırakacağım. Adresi de hatırlayamadığım için bugün postaya veremeyeceğim. Hiç kafa kalmamış, değil mi ?

Mektuplarını her zaman sabırsızlıkla bekleyeceğim. Her zaman için neş'eli olmanızı diler, selam ve sevgilerimi yollarım.

Sermet.

20 Haziran 1951
Ankara

Sermet ağabey

Dertlerinizi paylaşmak için biraz geciktim. Sebebi biraz rahatsızlığım oldu. Bu seferki hava beni ilk seferki gibi sarstı. 400 cc verdiler ve 20 güne çıkarttılar. Hep 200 alıyordum. Bünye için mühim bir değişiklik oldu, epeyce sarstı. 1 kilo vermişim. Şimdi çok iyiyim. Çok neş'eliyim. Siz nasılsınız ? Üzülmeyiniz diyemem. Babanızı kaybetmeniz size hakikaten büyük bir üzüntü ve acı verdi. Fakat yine de bunun hepimiz için mukadder olacağını düşünerek kendinizi biraz olsun teselli ediniz. Acılarınızın yarısını bana veriniz desem, alacağım cevap olmaz olacak. Onun için haddim olmayarak bir tavsiyede bulunacağım. Acılarınızı artık unutun. Bunu sizden rica edebilir miyim ?

Bundan önceki mektubu aldınız mı, bilmiyorum ? Orada epeyce edebiyat paralamıştım. Bu mektubumla da biraz gevezelik yapmak niyetinde idim. Fakat sonra bir şey düşünerek bunu tehir etmek zorunda kaldım.

Fakat şunu anlatmadan geçemeyeceğim. Geçen gün annem gazetede bir ilan okumuş: "Dans dersleri alınacak". Acaba kim alacak bu dersi düşüncesiyle altını da okumuş: Haydarpaşa Satın Alma Komisyonculuğu'ndan .. Daha altında ise evsafı bilmem nesi derken tuhafına gitmiş, allah allah bu ilanın dansla alakası yok, ama niye böyle yazmışlar diye düşünürken, acaba ben mi yanlış okudum diye ilanı başından okuyor. Aman bize anlattı, gülmekten kırıldık. Meğer dana derisi alınacak diye yazıyormuş. Şimdi size şunu naklederken, ben de bir hayli şaşkınlık geçirdim. Acaba komisyon mu idi, komisyonu mu idi ? Öylemi idi, böylemi idi derken büsbütün çıkmaza girdim. Bu sefer kelimenin aslını unuttum. Tuhaf gelmeye başladı. Kendi kendime utana sıkıla anneme sordum. Şu kelimenin aslı nedir allah aşkına anne diye. Annem: Kızım mektupta o kelimenin ne alakası var, yoksa benim okuduğum ilanı bir arkadaşına mı anlatıyorsun ? dedi. Evet, dedim. Tabii mevzuyu tazelediğimiz için yine gülüştük. Kelimenin doğrusunu öğrenemedim. Bir gazete alarak doğrusunu o zaman öğrendim.

Şimdi size bunu niye yazdım. Ama dinleyebilecek vaktiniz veya sakin kafanız var mı ? Kalemin ucuna bir şey takılmış, kirletti, kusura bakmayın.

Bir hayli uzun yazdım. Başınızı ağrıttıysam özür dilerim. Bu günlerde hiç mektup da almadım, ama hakları yok değil. Arkadaşlar ikişer tane yazdılar, ben hala cevap veremedim. Şimdi onlara da neş'eli birer mektup yazarsam memnun olurlar herhalde. Hoşçakalın.

Neş'eli sıhhatler dilerim.

E. Tosunoğlu


12 Temmuz 1951
Ankara

Sermet ağabey,

Yine epeyidir mektubunuza cevap veremedim. Sebebini anlatmazsam herhalde düşünürsünüz. Buna meydan vermemek için yazayım.

Son iki mektubunuz açılmış olarak geldi. Şimdi elinizden bıraktığınız zarf parçacıklarını da onun için gönderdim. Kenarları sabit kalemle açılması için uğraşılmış. Okunmuş, kapanmış. Çok mektup alıyorum. Acaba Ankara'daki kim öğrenmek için .. Her neyse, biraz arası geçerse belki tekerrür etmez gibi düşündüm, onun için yazmadım.

Bayram için teyzemin elini öpmeye geldiğimde sizi biraz farklı gördüm. Yüzünüzde biraz kilo almış gibi sıhhat ifadesi vardı. Ama neş'eli değildiniz. Sebebini kendi kendinize tefsir ederek hafifleteceğinizi düşünürdüm. Zaten düşünülen her şey olsa, her taraf güllük gülistanlık olurdu, değil mi ? Size sıhhatinizle alakadar sözler söylediğimde kızdırdığımı biliyorum. Ama ne yapayım elimde değil. Kaybettiğiniz kilolarınız size herhalde çok lazım. Kendinize bakmazsanız benim halime düşersiniz. Allah korusun hava alırsınız. Ben bu seferki havamı 200 cc aldım, iyiyim.

Bunları yazmamalıydım, ama Sermet ağabey öyle şeyler yazmışsınız ki, bu sefer bu mektubunuz hep hastalığımı hatırlattı. Hiç neş'elenemiyorum. Diyorsunuz ki, "benim gitmem lazım gelirken ..vs" gibi sözleriniz işte o gün söylediğim gibi bana İstanbul'a gidişimi hatırlattı. Ne yapalım belli olmuyor. İnsan öleceğim derken kısmen iyi oluyor da, dağ gibiler devriliyor. Dediğiniz gibi yaşamaya, günü gün etmeye bakmak, ama nasıl bakmak ?

Çok şeyler yazmak istemişsiniz de niçin yazmamışsınız ? Hani bana derdiniz, "başımı silkele !", siz niye yapamıyorsunuz ?

Sermet ağabey bizim evde bir mesele hem de halledilecek bir mesele halini aldı. Hele bu günlerde olan sıcaklarla da iyice çekilmez oldu. Çektiğim azabı tarif edemem. Bununla beraber neş'eli olmaya çalışıyorum.

Geçenlerde Demirlibahçe'de bir eve gidip baktım. O gün hava almıştım. O sıcakta oralara geldim. Evi çok beğendim. Size de uğramıştık. Teyzem belki söylemiştir. Sizi bekleyemedik. Vakit geç olacaktı. Mazur görmüşsünüzdür. Pederim bu haberi öğrenince vereceği mahut red cevabını tahmin etmelisiniz. O gece o tarafta bir ahbabı var, ona gitmiş de eve bakmamış. Bize baktım dedi. Neyse, orası uzak ve lüks onun fikrince. Ama ertesi gün Yenimahalle'de bir eve bakmaya gitti. Ne olduğunu bilmiyorum. Uzatmayalım, biz bu vaziyette ev filan tutamayız. Sermet ağabey, şaşırdım vallahi, ne yapacağım ? Gel şu halimizi kafa kafaya verelim de düzene koyalım diyorum. Ne düşünüyorsa hiç yanaşmıyor. Artık karar verdim. Bu günlerde amcama giderek bir iş için rica edeceğim. Peder çalışmama taraftar olmadığı için, belki amcama da tesir etmiştir. O da olmaz derse çaresine bakacağım. Muhakkak bir iş bulup çalışacağım. Babamın düşünceleri çok başka. Çalışan hanımlara iyi gözle bakmıyorlarmış. Hakkı da var, ama ne yapayım. Benim hakkımda bile böyle düşünürlerse ne olacak.

Kim bu kadar kolaylanmış tahsili bırakır. Hem artık sıhhati yarım olmuş birisi için istikbalden ne beklenebilir. Yarısı kurumuş bir ağaç zamanla çökmeye mahkum değil mi ? İstikbal kaygısıyla ancak sıhhatli kimseler içindir. Bunları düşündükçe ölüm ne güzel bir rahatlık, değil mi ? Bu düşünceleri de bir tarafa bırakırsam çalışmak benim için elzem.

Siz de bana düşüncelerimde yardım edin. Düşünemiyorsam ikaz edin. Memnuniyetle kabul ederim. Bir hayli dertlerimi anlatarak kafanızı silkeleyecek hale getirdim. Şimdi kafalarımızı beraberce silkeleyelim.

Şu 3 - 4 gündür sıcaklarla ne yaptınız ? Akşamları 18.30'dan sonra eve kadar yürüyüş sizi parktan geçmiş kadar yapar herhalde. Yapamazsa bile evinizin bahçesi buna müsait. Beni gözönüne alın. Kapının önüne bile çıkamam. Bir misafir geçirmek için kapının önüne çıksam çehre hemen değişir.

En iyi günler günlük hayatınızı süslesin.

E. Tosunoğlu.

16 Temmuz 1951

Sermet ağabey,

Bu güne kadar mektubunuz mecburiyetten kaldı. O gün sokağa çıktım, fakat mektubunuzu almayı unutmuşum. Sonra da bir daha çıkamadım. Bir kimseye de vermek aklıma gelmemiş. Tekrar yazamayışımın sebebi evvelce yazdığımı anlatmak içindi. Lütfiye hanım teyzem nasıl ? Siz nasılsınız ? Şükrü bey ve Nejat da iyiler mi ? Yoksa geldiler mi ? Mektubunuza geç cevap verdiğim için özür dilerim.

Sıhhatli kalın.

E. Tosunoğlu.


6 Ağustos 1951
Ankara

Erbil.

Önümdeki mektubunuz 16.7.51 tarihini taşıyor. Bugün ise ayın 6'sı. Elde olmayan sebeplerle bugüne kadar yazamadığım için özür dilerim. Evde konuştuğumuz gibi arkadaşlarımızın izinli gitmeleri ile yan geldiğimiz günler şimdilik tarihe karıştı. Çok defa 18'de bile çıkamıyorum. Bu sebeple kendi işlerimi görmek imkanını bulamıyorum. Bugün hafta başı olduğu için işler öğlene doğru gelir. Bu fırsattan istifade ederek size bu bir kaç perişan satırı yazmak istedim. İnşallah bitirebilirim.

Mektubun açılmasına çok üzüldüm. Acaba bu meraklılar kim ? Ben postanede açıldığını zannetmiyorum. Verdiğin adreste bir kazaya uğradığı kanaatindeyim. Artık allah bilir. Bilmiyorum. O meraklı kimse bu sefer de mektubumu açıp okuyacak mı ? Tekrar açılacağını bilsem o kimseye de bay veya bayan oluşuna göre bir kaç satır ilave etmek isterdim. Bu vesile ile o da nasibini almış olurdu. O zavallı kimse bu işi o kadar acemice yapıyor ki .. Yüzüne gözüne bulaştırıyor. Beceremeyeceği işe el sürmese daha iyi edecek, ama gene kendi bilir. O da böyle eğleniyor demek.

Şimdi onu bunu bırakalım. Yeşillere büründüğünüz o akşamdan beri nasılsınız ? Sizi o akşam çok iyi gördüm. Aradan bu kadar zaman geçtiğine göre daha iyi olduğunuzdan şüphe etmiyorum. Ben gene aynı kategoriyi muhafaza ediyorum.

Günlük yumurtayı 3'den dörde .. reçeli ikiye, havyarı beşe, pirzolayı 10 kaleme, ekmeği de her öğünde yarım kiloya çıkarttım. Kuvvetim yerinde . Pamuk ipliği tuttum mu koparıveriyorum. Aferin, değil mi ?

Şimdi söz ver bakalım. Bir daha büyüklerimizin yanında yemekten, içmekten asla bahsetmeyeceğim, de .. O akşam durup dururken dertsiz başını ve başımı derde soktum. Meğer sizinkiler de dolu imiş. Vaziyete göre sizin de bu hususta benden aşağı kalmadığınız görülüyor. İstersen yarışa girelim, herhalde neticede ikimiz de kazanırız (!).

Ben bu sıralarda o kadar sıkıldım ki sorma. Bir mani çıkmazsa, arkadaşlar da vaktinde işlerine dönerlerse bu haftanın sonunda izinli ayrılmak istiyorum. istanbul'a da niyetim var, ama malum sebeplerle onu da düşünüyorum. Zira evde oturmak beni tatmin etmeyecek. Belki dinleneceğim, fakat buna mukabil canım sıkılacak. Netice = 0 olacak. Sıkılmamak bakımından gitmeyi, imkan bulursam tercih edeceğim. İstanbul'u uzaktan bile seyretmek yeter.

Dün Pazar'dı. Bermutat can sıkıntısından patladım. Nihayet arkadaşlarla Baraj'a gitmeye karar verdik. Toz, toprak, itişmek, iptidailik, otobüs ve dolmuş sefaleti .. bizi gittiğimize pişman ettirdi. Bir saat sonra dönmeye mecbur olduk. İşte böyle Erbil.

Sen ne yapıyorsun ? Tabii bol bol yiyorsun .. Gençlik Parkı'nda suya bakıp İstanbul'un hayalini seyrediyorsun. Ev bulduğunuzu .. bulsanız da taşınacağınıza aklım ermediği için bu hususu sormayacağım. Zira peder bey o eve öyle bir bağlanmış ki .. Çıkmaz gibi geliyor bana.

Burada istemeyerek son vereceğim. Selamlarımı yollar .. size iyi ve sıhhatli günler dilerim.

Sermet.

9 Ağustos 1951
Ankara

Sermet ağabey

Bu mektubumu da bu kadar çabuk alacağınızı düşünmemişsinizdir. Ama ben bir sürpriz yapayım dedim. Hem memnun etmiş olurum, hem de hayırlı yolculuklar dilemiş olurum. Yani Pazartesi, Perşembe filan yolcusunuz, hayırlı olsun.

Sermet ağabey, mektup açılması sizi çok derin düşündürmüş olsa gerek. Sizi üzeceğini (bu kadar) bilseydim yine yazmazdım. Samimiyet bazan da işte böyle üzüyor. Afedersiniz Sermet ağabey, özür dilerim. Vallahi bilseydim yazmazdım. Adres hususunda bilmiyorum neyi düşünmüşsünüz, ama mektubunuz eve ve doğrudan doğruya bana gelir. Mektup zamanları hiç bir yere çıkmam. Bu bakımdan evdekiler açmazlar. Zaten ben olmasam da kimse açmaz. Sizin kanaatinizi değiştirmek, yahutta fikrinizi yermek için söylemiyorum. Ben de posta memurları (mütecessiz) açmıştır diye düşünüyorum. Keşke bu mektubunuzu da açsaydı da nasibini alsaydı. Aman ne yapalım, açarlarsa açsınlar. Benim gönderdiklerimi açsalar, ben bilirim neler yaparım.

Sermet ağabey, beni sormuşsunuz. Çok memnun oldum. Teşekkür ederim. Ama siz benden çok iyisiniz. O yazdıklarınızı okuyunca hayret ettim. Tekrar okudum. Aferin, böyle giderse mohiniyi de geçersiniz. Benden azade tabii. Zürafaya benzemeyeyim de. Havam 25 güne çıktı, galiba bundan sonra ayda 1 alacağım. Ayın 22'sinde gideceğim. Allah ne gösterecek bilmem. İsterseniz, İstanbul'a gitmezseniz, siz de gelin, beraber film çektirelim. Ben alır, netice zaten güzeldir, size söylerim. Ama isterseniz.

Mektubunuzda bir kısmı okuyamadım. "Zıyor .." Aynen öyle yazmışsınız. Ondan önce 2 tane bol hoş kelimeleri vardı. Geziyor olsa gerek, değil mi ? Yine bu ara o kadar gezdim ki, sormayın. Çiftlik Bira Parkı ve Güven Gazinosu çok güzel. Bilhassa Güven mehtapta fevkalade oluyor. Caz yok, ama pikapta çalan plaklar çok güzel. Tabiatın güzelliğine o da eklenince dinlenebilecek yer oluyor. Lacivert gece ve esmer, yeşil tabiat ve her şey orada var. Eminim orada hem eğlenir, hem dinlenirsiniz. Güven'de Ankara İstanbul'un bir parçası denebilir. Bira Parkı da ayrıca güzel. Orada caz var, güzel. Bu ara sinemalarla hiç alakadar olamadık. Geçen hafta Yeni'de güzel bir film vardı Ester'in "Gecelerin Sevgilisi" idi.

Evet Sermet ağabey, kışlık süveterinizi örmemi arzu ederseniz, bana yününü vermeniz bunu gösterir. Bekliyorum.

Teyzemin gelmeyişine de artık mana vermeye başladım. Ben İstanbul'da iken geliyormuş. Ben geldikten sonra ayağını çekti. Sebep benim bir kabahatim mi ? Nejat da gitmiştir herhalde, allah kavuştursun, ama İstanbul'da, değil mi ? İnşallah. Bu günlerde olan sıcaklar da hatırlı, değil mi ? Mektupla anlatılmıyor. Bir fıkra yahut bir intiba anlatmaya kalksam mektup dolar.

Evet bir hayli yazdım. Bir kahve yerine geçmiştir. Yahutta aç miğdeye buzlu su gibi, yahutta şekersiz dondurma gibi.

Mektubuma son verir, sonsuz selam ve sevgilerimi yollar, size iyi ve sıhhatli günler dilerim.

E. Tosunoğlu.


20 Eylül 1951
Ankara

Erbil.

İyi yolculuklar temennisi taşıyan kıymetli mektubunu aldıktan sonra İstanbul yolunu tuttuk. İstanbul'un güzellikleri içinde dolaştıktan sonra gene Ankara'mıza döndüm. Malum sebeplerden dolayı mektubunuza bugüne kadar cevap veremedi isem de, sizi iki defacık olsun görebilmek imkanını bulabildim. Konuşmalarımızda, imkan nisbetinde İstanbul intibalarımı anlattığım için mektubuma bir şey kalmadı. Bu mektubum çok kuru olacağı için özür dilerim. Artık havadisler sizde. Benden fazla da gezmek imkanını bulabildiğiniz için siz yazarsınız.

Bayram günleri kardeşinizle belki gelirsiniz diye bekledimse de gelen olmadı. Meğer insanın annesi olmayınca arayanı da olmuyormuş. Biraz da ben sitem edeyim. Maamafih annem iki gün evvel geldi. Artık görüşebiliriz.

Siz nasılsınız, lunaparka gidiyor musunuz ? Ben bir arkadaşla bir gece gittim. İstanbul'da da gördüğüm için fazla açmadı. Bütün karım bir hayli toz yutmak oldu.

Bayramda bir gece de bekar olduğumuz için, akşam yemeğini yemek için Bira Parkı'na gittik. Biraz caz dinledik, biraz ayaz kestik. Kısa günün karı da bu kadar olur, değil mi ? Geceleri havaların sertleşmesi pek iyi olmuyor. şimdiden titrersek kışın halimiz ne olur diye düşünmeye başladım.

Pazartesi gününden itibaren de monoton hayata başladım. Daireye sabah sabah geldim. Öğlene kadar hoş şeylerle, bayramlaşmalarla geçti. Öğleden sonra yerime oturup işleri aldım. Arkadaşlar eksik olmasınlar, azizlik etmekten geri kalmamışlar. 40 gün hiç bir şeye el sürmemişler. Evrak yığınları arasında kendimi kaybettim.

Netice itibarıyla kolları sıvadık. Başka çare yoktu. İki gün 7'ye kadar nefes almadan, yahutta daha çok nefes alarak çalıştım. Büyük bir kısmını temizledim. Hafta sonunda inşallah biter. Bu arada da Erbil'imize bir kaç satır yazayım da, darıltmayayım dedim.

Siz mektup veya iş arasında nereye meylettiniz ? Son mektubunuzda benim fikrimi soruyordunuz. Bence bir sene daha dişi sıkıp, fazla yorulmadan mektebi bitirmek daha iyi olacak gibi. İşe girdiğinizde daha az dinlenebileceğinizi, yorulmayacağınızı tahmin ediyorum. Yerine düşemezseniz yorgunluğunuz mekteptekinden aşağı olmayacak kanaatindeyim. Karar tabii sizindir. Herhalde bugüne kadar da kararınızı vermişsinizdir.

Yazılarıma burada son vereceğim. Sonsuz selam ve sevgilerimi yollar, iyi günler temenni ederim.

Sermet.

3-4 Ekim 1951
Ankara

S. Kayıhan ağabey,

Şimdi saat herhalde 20'ye 20 var. İstanbul Radyosu'nda Hamiyet hanım şarkı söylüyor: "Kablim yine üzgün, seni andım da derinden". İlk şarkısı olsa gerek. Size tutmuştum, hatırlatıp mektup yazmama vesile oldu.

Babam, Erol hala gelmediler. Annem köşeye oturmuş çorap tamir ediyor. Ben de sizinle konuşuyorum. Mektubunuzu alalı 12 gün olmuş. Bu arada bir kere sizi gördüm. O günden beri nasılsınız ? Hatır için yediğiniz karnıyarıklar miğdenize nasıl tesir etti ? Bugünlerde havaların hali sizlere (çalışanlara) öf!mü oh!mu dedirtiyor, bilmem. Ama hiç iyi değil. Herkese az veya çok gelen mevsimin kuvvetini; akortsuz seslerimizle hissettiriyor. Artık yeşille vedalaşma mevsimi çaresiz geldi. Renkleri olmayan, bembeyaz, tertemiz asil bir mevsime giriyoruz. Bu mevsim her şeyden önce, herkesin ve bizim sıhhatlerimiz için hayırlı olsun. Bu kadar girizgah yetişir. Resmiyetten canım sıkılıyor doğrusu.

Kayıhan ağabey, biraz şaka yapayım müsaade ederseniz. Eğer annenizin sözünü tutmaz, az yemek yerseniz, o gün dua edeceğim, işiniz aksi gitsin. Bu sabah kahvaltınızı ben getiriyorum. Reçelinizi bir kere kendiniz için ağzınıza boşalttıktan sonra, ikinci defa doldurun ve en çok kimi seviyorsanız onun için yuvarlayın. Üstüne kendi programınızı tatbik edersiniz. Sonra daireye gideceksiniz, ama bir tane çikolata almayı ihmal etmeyin. Saat 10'da o çikolatayı yerken beni hatırla. Çikolatayı çok severim. İnsan kardeşi için bu kadarcık sıkıntıya boyun eğmez mi Sermet ağabey ?

Yiyecek faslını bitireyim, hani artık elime geçsen iyice pataklardım, diyorsunuz. Evde bu, mektupta bu, belki sokakta görsem yine bu olacak. Ta ki sizin iştahınızı açıncaya kadar. Ondan sonra yine herhalde konuşacak bir şey buluruz.

Radyo Gazetesi çoktan bitti. Şimdi ismini unuttum, bilmem hangi müstahzar profesörünün bir konuşması var. Sevgili dinleyicilerim, "iştahsızlarla mücadele" adlı mevzuyu da burada bitiriyorum. Şen ve esen kalın.

En iyi günler sizi bekliyor.

E. Tosunoğlu.
(15 Ekim'de mektebe başlıyoruz. Evden de bir ay içinde ya Maltepe'ye, yahut Yenimahalle'ye gidiyoruz. Peder razı oldu. Sevgi dolu sonsuz selamlar. E.)


7 Ekim 1951
Ankara

Erbil.

Mektubun beni pek çok sevindirdi. On iki, on üç günü bekleyişle geçen üzüntümü giderdi. Neş'eli mektubuna biran evvel kavuşabilmek için cevabını uzatmayacağım. Seni sık sık göremiyorum .. görebilsem bile İstanbul'daki gibi yalnız kalamadığımız için istediğim gibi konuşamıyorum. Hiç olmazsa güzel yazılarınla avunalım, o da bir teselli değil mi ?

Kış geldi diyorsun .. hem de nasıl ? Bugün Pazar olmasından istifade ederek ilk iş sobayı merasimle yerine oturtmak oldu. Dört gündür ayazdan iki büklüm olmuştum. Biraz iliklerim ısındı ve elim kalem tutmaya başladı. Bu fırsatı kaçırmayarak sevgili Erbil'e bir kaç satır yazayım dedim. İçin açılsın diye de her tarafı yeşile buladım.

Kışı pek özlemişe benziyorsun. Kar yağacak, her taraf bembeyaz olacak .. oh .. ne güzel, değil mi ? Fakat bu beyazlıklar arasından biraz da çamların yeşilliği görünse daha güzel olmaz mı ? Niye böyle beni bir kış boyunca çok sevdiğim yeşilden mahsun ediyorsun. Sen bu kadar insafsız değilsindir. Kahverengi mürekkebim olsaydı mektup çikolatalı olsun diye onunla yazacaktım, ama yok.

Çikolata yemek tavsiyeni imkan buldukça yerine getiriyorum. Karnıyarık gibi ona nazlanmam .. Karnıyarığa da nazlanmam, hele senin elinden olduktan sonra .. hepsini de yedim. Fakat o gün ne kadar hasta olduğmu biliyorsun. Senin için ancak o kadarını yiyebildim. Şu anda bile hakkıyla iyi olmuş değilim.

Erbil, senin gibi ben de aramızdaki resmiyetten şikayetçiyim. Niçin biz daha samimi olmuyoruz ? Ben de senin gibi bunu istiyor ve bunu özlüyorum. Aramızdaki o ağabeyleri, sizleri .. filan kaldırsak daha iyi olmaz mı ? İşte bunu senden evvel, sizleri kaldırıp hepsini sen yaptım. Daha iyi olmadı mı ?

Mektubunu aldığım günü akşam arkadaşlarla Büyük Sinema'ya Paris Revüsü'ne gittik. Benim için değişik bir gece oldu. Fransızlar'ın numaraları hoşuma gitti. Bu arada Ahmet Üstün efendi ile Safiye hanımı da izledik. Ben de senin için bir şarkı tuttum. Üstün efendi "Çapkın"ı söyledi. Benim pek hoşuma gitti. Sen beğendin mi, bilmem ?

Taşınacağınızı ve mektebe başlayacağını yazıyorsun. İkisi de birbirinden güzel. Yalnız Yenimahalle'ye gidiş pek hoş değil. Çok uzak, değil mi ? Kocatepe herhalde daha iyi olsa gerek. Bilhassa senin için. Yenimahalle'ye gittinmi Haziran'a kadar çamur içindesin demektir .. Artık hangisi hayırlı ise o olsun ..

Dışarda ince ince yağmur .. yağıyor .. Bana geçen yıl Çamlıca yollarındaki günleri hatırlatıyor .. Bu hatıralar içinde yazılarıma son vereceğim.

İyi günler .. hayırlı kışlar diler, sonsuz sevgi ve selamlarımı yollar, kıymetli mektuplarını her zaman beklerim.

Sermet.


13 Ekim 1951
Ankara

Can Erbil !

Beni sevindiren her iki kartını da aldım. Beni çok sevindirmiş oldun. Birbirine yaslanmış o iki papatya .. ve bahçemin çiçeklerini toplayan o güzel kız .. ne kadar hoş .. yaramazı çiçeklerimi çalarken yakalasaydım onu kucaklar kaçardım.

Erbil, sözünü tutmaya başladığım için senden de özlediğim samimiyeti bekliyorum. Büyüklerimizin yanında elbette birbirimize diyecek bir şey buluruz .. Ben Erbil derim, sen başının çaresine bak.

Bizimkileri soruyorsun. Bir kaç gün evvel annem sizde olduğu için havadis almış olduğundan bana yazacak bir şey kalmadı. Maamafih bir iki kelime ile tekrar edeyim. Nejat İstanbul'da. Yolladığı mektupta da iyi olduğunu, yalnız havaların fena olduğunu yazıyor. Gerisi selam kelam. Bizler de iyiyiz. Temennimiz de sizlerin iyi olmasıdır.

Erbil, Pazartesi geldi. Özlediğin yuvaya .. arkadaşlarına kavuşacaksın. Ne mutlu sana. Yapacağın yeni hamlenin senin için başarılı ve sıhhatli olmasını dilerim. İnşallah yakında biz de buluşur, biraz olsun konuşabilmek imkanını buluruz.

Can kız, yegane üzüntüm seni görememek ve seninle buluşamamaktır. Mektebe de başlayacağına göre .. belki daha iyi imkanlar elde edebilmek ümidindeyim. Bu hususları da sana bırakıyorum ve ben de senin gibi, en iyi günlerinde seninle beraber olabilmek arzusu ile yazıma son veriyor, sonsuz sevgilerimi yolluyorum, sevgili Erbil.

Sermet
T. 23120 / 294.

20 Ekim 1951
Ankara

Can Erbil.

Papatyalarını aldım. Benim papatyaları çok sevdiğimi sana kim söyledi .. Onları, seni koklar gibi defalarca koklamaktan kendimi alamadım. Onlarda senin kokunu buldum ..

Şimdi mütemadiyen seninle nasıl buluşabileceğim diye düşünüyorum. Beni yegane üzen şey bu Erbil .. Senden uzak kalmak .. ne zor şeymiş.

O gün telefonda, özlediğim sesini duyunca duyduğum sevinci tahmin edemezsin. Fakat bu sevincim, davetine gelemeyişimden dolayı biraz sonra üzüntü halini aldı. Ancak, darılmayacağını söylemenle teselli oldum.

Dairede çok nazik bir durumda olduğumuz için izin alıp çıkabilmemiz bir mesele oluyor. Ayda ancak 4 - 5 saatlik bir iznimiz var. Telefon ettiğim günde ise ortada izin alabilecek bir amir yoktu. Toplantı da oldu. Arkadaşların yarısı da izin koparıp o günkü maça gittiklerinden yerlerini arda kalanlar doldurduk. Biz de bir kaç arkadaş akşam 10 dakika evvel çıkıp sinemaya yetişmek için izin istemiştik. Her nedense o da çok görüldü. Olmaz dediler. Akşam da kaçmayalım diye göz altına aldılar. Böylece bu hevesimiz de kırıldı. Sana karşı çok mahcup duruma düştüm. Onun için özür dilerim.

Kartına Perşembe veya Cuma günü buluşalım diye yazmışsın. Gelebilecek durumda idim, ama ayrıca kağıda yazdığın satırlarla bu randevumuzu iptal ettiğinden, seni bulamam diye gelmekten vazgeçtim. Benim şansım buna da mani oldu. Bunlar beni yıldırmıyor. Seninle beraber bunlara da çare buluruz. Yeterki bir defacık olsun beraber olabilelim, değil mi, canım ?

Son günlerdeki sevinç ve neş'em o kadar iyi ki .. Böyle ufak tefek şeylere aldırdığım yok .. İştahım da iyi. Bunun için de merak etme. İçimdeki bütün eksiklik sevgin imiş. Şimdi ona da sahibim.

Erbil; benim boş saatlerim 12 - 14 arası ile 18'den sonrasında. Ondan sonra da Cumartesi, Pazar .. Bunun dışında pek az bir şekilde buluşabileceğiz. Zira bu saatlerin dışında satılmış bir insanın kendisi değilim. Şu anda ben de talebe olmadığıma öyle kızıyorum ki.

Buluşma imkanını bana bırakıyorsun. Ben o günden beri düşünüyor, fakat iyi bir şekil bulamıyorum. Gene senin dediğin gibi yapalım. 24. 10. 1951 Çarşamba günü 16.30'da mektep dönüşü seni Opera'nın köşesindeki tahta durakta bekleyeyim. İnşallah bir mani çıkmaz, biraz olsun görüşürüz olmaz mı şekerim ? Bu durağı gözlerden biraz uzat olduğu için tercih ettim. Fakültenin önünde o saatte arkadaşlarınız fazla olur, belki seni müşgül duruma sokmuş olurum.

Aksi bir vaziyet olursa veya sen başka bir şekil bulursan yazarsın. O güne kadar her halde bir mektubunu alırım.

Yazılarıma bu sefer de burada son vereceğim. İyi tatiller diler, sonsuz sevgilerimi yollarım.

Sermet.

3 Kasım 1951
Ankara

Canım Erbil.

Yollamış olduğun iki kartını da aldım. Kartlarınla, yazılarınla beni ihya ediyorsun. Hakkımda gösterdiğin alaka ve yakınlık karşısında söyleyecek söz bulamıyor .. mahçup oluyor .. bana gösterilen bu kadar alakaya acaba değer mi diyorum.

Senden ayrıldıktan sonra nasıl oldu hala aklım ermiyor gene üşüttük. Daha yeni kurtulmuştum. Çıplak gezmiyorum. Sırtımda yünler çifter çifter .. gene de oluyor. Bu defa temel yerinden avladı. Maamafih kendime bakıyorum. Bakıyorum ama tabii imkan nisbetinde. Bu imkandan da kasdettiğim neş'e ve iştahımın yerinde olmasıdır.

Benim fedakar Erbil'im. Beni son derece sevindiren vaatlerde ve fedakarlıklarda bulunuyorsun. Ne güzel şeyler .. ama o güzel dudaklara bu gidişle erişemeyeceğim. Zira ben iki kilo almaya çabalarken, üstelik bu son günlerde iki kilo daha gitti. Şimdi ben o dört kiloyu nasıl temin edeceğim de hasretini çektiğim dudakları öpeceğim ?

Erbil'im, senin tatil günlerinde gelemeyeceğini bildiğim halde, gelirsin diye gene de bekledim .. bekledim .. gelmedin. O günler o kadar boşta idim ki .. Burada olsaydı da yumuşak ellerini başımda dolaştırsaydı .. diyorum. O zaman çabucak iyi olurdum. Seni çok özledim. Kendimi tatlı hayallerinde tutuyorum. Ve buluşacağımız günlerin bir an önce gelmesini bekliyorum.

Mektuplarını verdiğin adrese yolluyorum. Arkadaşınızı rahatsız edeceğiz. Artık senin için bu kadar zahmete katlanır. Kendisine teşekkür ederiz. Ne yapalım, güzelim ?

Sen nasılsın, yeni evine, mektebe alışabildin mi ? Sıhhat ve neş'enin yerinde olduğuna son derece sevindim. vesveseye de kapılmasan daha iyi olacaksın. Aramızdaki hadiselerin tamamen aramızda kalacağına emin olabilirsin. Böyle olması da lazım, değil mi ? Hiç bir zaman alay ve dedikodu mevzuu olmamaya gayret edelim. Bu cihetlerden müsterih ol.

Ben de iyiceyim. Nezleyi tamamen geçirdiğim an daha iyi olacağım. Kendime imkan nisbetinde senin için bakıyorum canım. Şu istediğim kiloları da ah .. bir alabilsem de ..

Erbil'im bu gün Cumartesi, gene mektubum bugüne rastladı. Vaziyetim icabı senin gibi sık yazamadığım için özür dilerim.

Yazılarıma istemeye istemeye burada son vereceğim. Seni hasretle kucaklar, yanakalrından defalarca öperim .. öperim canım sevgilim.

Sermet.

18 Kasım 1951
Ankara

Canım Erbil'im.

Darıldığını zannediyorum. Zira seni çok ihmal ettim. Fakat bu ihmal ediş bir kalpten çıkarış değildir.

Sen telefon konuşmamızda bir kaç gün sonra yazarım demiştin. O bir kaç gün maalesef beş altı gün oldu. Bu geçen günlerde değişik bir çok hadiseler bana bu imkanı vermedi. Belki sen, istedikten sonra iki satır da yazamazmıydın, diyeceksin. Doğru .. Fakat bende de tuhaf bir huy var. Kendimi huzur içinde hissetmezsem ne bir mektup yazabiliyorum, ne de başka bir işime bakabiliyorum. Bu sefer de bana bu huzursuzluğun ne diye soracaksın. Hiç .. dairede olan tatsızlıklar .. Bunlara da üzülmüş filan değilim, ama bir defa insanın rahatı bozuldu mu avare oluyor .. Sana ekseriya Cumartesi günleri yazardım, o da olmadı .. Hatta bugünkü Pazar günü bile yazamayacağım diye korkuyordum. Gelen giden oluyor .. Ben her kapı çalışta .. acaba Erbil'im mi diye fırlıyordum .. ama her çıkış boşa oluyordu ..

O gün telefon o kadar fena idi ki .. doğrusunu söylemek lazım gelirse .. sözlerin çoğunu anlamıyordum. Odamız da kalabalık olduğu için ben de istediğim gibi konuşamadım. Ve böylece sevgilimi o günden beri kaybettim. İnşallah bu yeşil mektubum gene bizi buluşturur .. kucaklaştırır, değil mi canım ?

Sen nasılsın ? Telefonda çok iyi olduğunu, kilo aldığını söylüyordun, buna hiç şüphem yok. Erbil istedimi herşey olur. Benden istediğin kilo da senin istemenle inşallah olacak ve o zaman hasretini çektiğim o güzel dudaklarına kavuşacağım ve o kadar çok öpeceğim ki .. Şu anda bile dudaklarının sıcaklığını duyar gibiyim.

Seni görmeyeli bir hayli oldu. Bu uzun zamanın verdiği üzüntü ve hasreti acaba nasıl anlatabilirim diye düşünüyor, kelime bulamıyorum. Bugünlerde vaziyetim icabı izin alabilmek imkanı da bulamıyorum. Yarın mesai saatleri değişecek. Biz devlet dairesi olmadığımızdan henüz vaziyetimiz meçhul. Yarın gene eski usul 9'da gideceğiz. İnşallah bizimkiler de bu karara uyarlar. O zaman 16.30'larda seni görebilmem her zaman için mümkün olur.

Beni sorarsan iyiyim. Kısaca sebeb-i bülten, neş'edeyim.

Saat 17.10 .. nabız 68 .. ateş 36.6 .. teneffüs normal .. öksürük yokluyor .. nezle şöyle böyle .. keyif yerinde .. bulut yüksekliği 3000 m .. hava ? bulutlu ve yer yer yağışsız .. yemek vaziyeti fena değil .. Bilmem beğendin mi ?

Yazılarıma burada son vereceğim. Hasret dolu selam ve sevgiler ve neş'eli günler ..

Sermet

24 Kasım 1951
Ankara

Erbil'im.

Beklemekte olduğum yazılarını taşıyan papatya dolu kartını biraz evvel aldım. Ama o kadar çok hasret kalmışım ki .. dudaklarıma götürmekten kendimi alamadım. Öptüm .. kokladım. İnşallah yakında sana kavuşur, onlar yerine seni kucaklar .. koklarım, olur mu canım ? Benim bütün üzüntüm seninle buluşamamakta. Bana bu imkanları sağlarsan daha çok iyi olacağım. Başka bir üzüntüm yok.

Mektup yazmaktaki gecikmeme sebep ise dairedeki işlerin istikrarsızlığı, tatsızlığı ve zaman zaman masadan masaya gitmemdir. Rahatımı kaçırıyorlar. O zaman da ben hiç bir iş yapamıyorum. Mektup bile yazamayacak hale geliyorum. Bunun için de seni lüzumsuz yere mektupsuz bırakıyorum. Sen de kafanı manasız tahminlerle yorup duruyorsun, değil mi ? Aferin, iyi ediyorsun. Elbette eline bir gün geçeceksem, o zaman görüşürüz, olmaz mı ?

Erbil'im, şimdi biz de 4.30'da çıkıyoruz. Mektebinizin önüne 15 - 20 dakikada gelebileceğimi tahmin ediyorum. Acaba arzu ettiğin akşamlar buluşmamız kabil olur mu ? Mektepte 15 dakikayı geçirebildiğin takdirde buluşabileceğimizi zannediyorum. Senin vaziyetini bilmediğim için gün vermeyerek evvela senin fikrini alayım dedim. İnşallah beni sevindirecek bir fikir beyan edersin. Telefonda da söyleyebilirsin. Benim etrafım kalabılık olduğu için ben fazla konuşamıyorum. Sakın hep az konuşuyor .. kısa kesiyor diye bana kızma. Bir ricam daha var, o da mektubunun arkasına bir şey yazmamandır. Zira mektuplar doğru bize gelmiyor. Bazan arkadaşlar alıp getiriyor. Bu sefer yazını okumak için çok çalıştılar, ama okuyamadılar. Okusalar da kıymeti yok. Yalnız gevezelik ediyorlar. Ben de gevezelik ettim, değil mi ? Burada istemeye istemeye kesiyorum. Çok çok selamlar, sevgiler, iyi tatiller dilerim.

Sermet.

Tarihsiz

Canım Erbil.

O günümüz ne kadar güzeldi. Beraberdik. Sevinçli, neş'eli idim. O gece beraber olamamızın coşkunluğu içinde eve yürüye yürüye geldim. Gene yanımda sen vardın. Yalnız değildim.

Seni görmeyeli dört gün oldu. Ben günlerin bu kadar uzadığını görmemiştim. Bir türlü Pazartesi olmadı. Ah .. bu gün de bir geçse ve yarın akşam sevgili Erbil'ime kavuşsam .. Beraber olduğumuz kısa da olsa süre benim için büyük bir haz oluyor .. O gün hiç ayrılmamak istiyorum. Fakat zaman denilen şey bir su gibi akıp gidiyor. Bir de baktım ki yolda yapayalnızım.

Bugün Pazar, evdeyim. Her Pazar olduğu gibi bu gün de gelmeyeceğini bildiğim halde, gene de içimde bir ümit var, belki gelir diyorum. Fakat ne gelen var .. ne de giden.

Bu mektubu verdiğimde sen gene gitmiş olacaksın ve ben de tekrar buluşacağımız ana kadar yalnızlığa gömüleceğim.

O akşamdan beri nasılsın ? Yarın akşam seni daha iyi göreceğimi tahmin ediyorum. Kendimden hiç bahsetmeyeceğim, zira sence malumum.

İyi günler dileyerek yazılarıma burada son vereceğim, sevgili Erbil'im.

Sermet.